Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R AZARIN PENCERESİNDEN Selcuk Erez Tırnak yiyen Urfa balıkları S ol ayağımdan çıkardığım çorabı bol ışık altında yakından inceledim; kuşkulanmakta haklıymışım: Başparmağımın ucunda ve üçüncU parmağımın hizasında birer delik vardı. Bu iki parmağımın aşırı derecede uzamış olan tırnakları, yeni çorabımı ilk giyişte delmişlerdi. Diğer ayağımdaki çorapta da böyle kocaman delikler mevcuttu. Yaklaşık iki buçuk aydır ayak tırnaklarımı kesemenıiştim... Üşendiğimden değil, boyumun uzunluğundan kesememiştim. Boyum fazla uzun olduğundan ayaklanma ulaşıp tırnaklarımı kesemiyordum. Gözlerimin bozuk olması da tırnaklarımı öyle uzaktan bakarak kesmemi engelliyor. Bir ortopedi uzmanı arkadaşıma sordum. Belimin doğal direncinin yenilmesinin gerekeceğini söyledi. Eğilip ayaklanma ulaşmamı engelleyen kaslarımı cgzersizlerle yumuşatıp uzatılabilirmişim. "Femur" yani uyluk kemiğini orta hattan uzaklaştıran "abduction" hareketi yapılırken bir taraftan da bu kemğin bedene doğru çekilmesini sağlamak için tam on iki kasın kesin bir uyum içinde çalışması gerekirmiş. Bu kasları zorlayacak egzersizleri Vakkorama'nın aerobik öğreten cimnastik hocalarından birinden özel dersler alarak sağlayabileceğimi de öğrendim. Bu egzersizleri fizik tedavi ile pekiştirerek ve biraz da gayret ederek ayak parmaklanma daha yaklaşabilecek, belki de onlara ulaşıp dokunacaktım. Bu işe ayırabilecek zamanı bulabilsem ne mutlu olacaktım... Oysa bu gerçekleşemedi; jimnastik hocaları ile benim boş zamanlarım bir tilrlü uyuşamadı. Çare? Tırnaklarımı hiç olmazsa onon beş günde bir kesecek birini bulmak belki bir çözüm olabilir diye düşündüm. Bu iş bana öyle sıkıntı veren, öyle utandıran bir şeydi ki uzun siire kimseye bundan bahsedemedim. Nihayet hastanede çalışan bir hemşireye açılıp derdimi anlatabildim. Hemşire, "Cuma sabahı nöbellen çıkınca keserim!" dedi. Ayaklarımı iyice yıkadım; cuma nöbeti çıkışı saatinde doğumhanenin önüne gidip bekledim. Hemşiranım, beni görünce "Şu boş dogum masasına otur; bacaklarını şuraya uzat da kesclim!" dedi.. Çok tuhafıma gitti. Böyle doğum yapar gibi oturmak... "Arkadaşlarım alay ederler, iyisi mi gelin, kısırlık polikliniğindeki oda bugiin kullanılmıyor; orada kesclim..." Hemşire, "Peki" dedi. Polikliniğin anahtarını idare müdıiründen alabilmek için durumumu ona da açmak zorunda kaldım... lnanmadı, "Hemşireyle baş başa kalabilmek için daha dogcu diiriist bir bahane bulamadın mı?" der gibi bakıp anahtarı verirken "Aman" dedi, "Çok uzamasın; bilirsin başhekim aniden geliverir." Hemşiranım, tırnaklarımı tecrübeli bir pedikürcü gibi keserken birden durdu. Yüzünde acı haber verenlerin burukluğunu yansıtan bir ifadeyle, 'Burada bir anormallik görüyorum" dedi; 'Tırnak^arınızın kimi çok uzamış, kimi çok kısa kalnuş! Kalınlıklan da eşit degil. Hatta yakından bakıldığında bunlann renkleri bile çok farklı görünüyor!" "Kalsiyum eksikliginden beyaz lekeler olur. Acaba renk farkı bunlardan mı?.. "Hayır bu bambaşka bir şey... Şimdiye kadar böyle bir duruma rasllamadım. Ölmüş hastaları yıkarken bile böyle bir şey görmedim... İyisi mi siz hemen bir doktora görünün!.." Hangi doktor tırnaktan anlar? Deri hastalıkları uzmanıdır herhalde. Hemşiranıma, "Öyleyse hepsini kesme; birkaçını bırak da doktor hastalıgımı teşhis edebilsin" diye ricada bulundum. Sol ayağımdan üç, sağ ayağımdan iki parmağın tırnakları kesilmedi, uzun bırakıldı. Çoraplarımı giyince kendimi çok tuhaf hissettim. Böyle iki parmağı uzun tırnaklı ayakla yere basıp yürümek rahatsız ediyordu insanı. "Şeytan git tUmünü kestir!" dediyse de kendime hâkim oldum. tlk fırsatta, deri hastalıkları uzmar.ı Sakıp Bey'e gösterecektim hasta tırnaklarımı. O gece derdimi dinleyen bir ahbabım, "Boşver doktora, Urfa'ya git", dedi, "Orada bir havuza giriyormuşsun; balıklar vücudunun hasta yerlerini yiyip seni iyileştiriyorlarmış. " "O havuzda tımak yiyen balıklar da varımymış?" Bu sorunun cevabının kesinlikle olumlu olduğunu bilsem, vallahi giderdim Urfa'ya... Başka bir dostum, "Nereden çıkardın parmaklarındaki damarlann tıkanıp tırnaklarını besleyemediklerini?" diye söylendi, "Bu sık görülen basit bir rahatsızlıklır, kendi kendine geçer. tsviçre'ye gidengelen birinden 'NailactanMavala' iste. Bunu sür ayak tırnaklarına; kuvvetlenirler. Bir şey kalmaz... İki şişelik bir ilaçtır. Biri tırnagı kuvvetlendirir, digeri sertleştirir. Annem hep bunu kullanır." Bu ilaçların adlarını bir tarafa yazdım, ama Dr. Sakıp'a gitmekten de vazgeçmedim. Sabah, Dr. Sakıp'ın burada bulunmadığını, Antalya'daki Dermatoloji Kongresi'ne gittiğini öğrenince keyfim çok kaçtı. Tam yedi gün sol ayağımın üç parmağı uzun, ikisi kısa tırnaklı, sağ ayağımın ise ikisi uzun, üçü kısa tırnaklı parmaklarıyla yere basıp dolaşmak zorunda kalacağımı düşündükçe sinirlcrim bozuluyordu. Bir ara acaba doktora çıkıp yedi günlük bir rapor alıp evde otursam mı diye düşündüm. Sonra "Ya durumura ciddiyse ve Dr. Sakıp Bey ameliyat filan önerirse de cidden rapor almam gerekirse, ne yaparım" diye düşünüp dişinıi sıkmaya, rapor almamaya karar verdim. Tam bir hafta bekledim. Yedi gün sonra Sakıp Bey'in ilk hastası bendim. Büyüteçle inceledikten sonra "Tuhaf!" dedi, "Çok tuhaf... Birçok şey olabilir..." Aşırı bir endişeyle baktığımı görünce "Korkma", dedi, "Habis bir şey düşünmüyorum. Herhalde kanser degildir." Ferahladım; ama bu halim çok sürmedi. Çünkü "Ama" dedi Sakıp Bey, "Her şeye rağmen, tırnaklarından birer parça alıp tetkik ettirecegim." "Çok acır mı?", "Hayır; istersen azıcık uyuşturucu igne de yaparım!" "Özelliklericaedecegim, acımayacagını biliyorum, ama sinirlerim öyle bozuk ki dayanamayacagım..." Hastaneye nasıl gidip ameliyathanedeki o masaya uzandığımı hatırlamıyorum. Doktor parmağımı bir solüsyonla sildikten sonra ortası delik bir ameliyat örtüsünü sol ayağıma uyguladı. Tüm ayağım örtülüydü, sadece baş parmağım ve yanındaki tırnağı uzun parmak, bu delikten dışarı çıkıyorlardı. "Buraya bakma!" dedi, "Kafanı öteye çevir!" Bir hemşire şefkatle elimi tuttu. Biraz sonra ayağıma uyuşturucu uygulandığına algıladım; önce baş, sonra ikinci parmağımın tırnaklannın ortasından büyUkçe bir dikdörtgen patçanın alındığını, ayağımın sarsılmasından ve birbirini izleyen iki zımba sesinden anladım. "Biraz kanadı, ama zaran yok", dedi doktor yaramı kapatırken "Bir hafta sonra pansumanı alınz." Pansumanlı ayağım pabucuma sığmadı. Bunu önceden tahmin edebildiğimden hasta neye bir çift terlik götürmüştüm. Eve gidinceye kadar iyiydi; ama uyuşturucunun etkisi geçince ayaklanmın değişik noktaları zonklamaya başladı. Yürüdükçe bu zonklamalar artıyordu. 1 Beş gün sonra doktor telefon etti, "Nafi den cevabın geldi!" dedi. 'Nafi kim?" "Patolog... gel tartışalım!.. Gittiğimde "Tuhaf bir bulgu" dedi.... "Bu bir mantar enfeksiyonu da olabilir... tyi beslenmeyen birkaç tırnağında birikmiş toksik bir madde de... En iyisi bu tırnakları çektirelim!" "llaçla geçmez mi? Mesela mantar ilacı verseniz..." "Yenen, yutulan, igneyle vurulan mantar ilaçları çok fazla yan etkilidirler. Toksinse, vücutta kalmasa daha iyi olur... Sonra zamanla bu tırnak lezyonlan yüzünden insanın ayakları çuruk balık gibi kokar." Bunu duyunca ameliyat olmayı kabul ettim. Ameliyatın yapılacağı yer ve gün konuşuldu. O günden beri doğru dürüst uyuyamadım, hep ameliyatta hayatlarını kaybeden insanları anlatan gazete ve dergileri hatırladım. Ameliyata iki gün kala tuhaf bir şey oldu: Sabah uyandığımda bir serinlik, bir hafiflik hissettim... Çoraplarımı çıkarıp incelediğimde gözlerime inanamadım: Tırnaklanm dümdüzdüler. Parlak ve güzel bir renge kavuşmuştular, sadece parça alınan yerler az çok belliydi. Hemen doktoru aradım, "Sakıp Bey, ben iyileşiverdim!" dedinı, inanamadı. "Ögleden sonra muayenehaneme gel bakalım!" dedi. Sakıp Bey ayaklarımı görünce benden çok şaşırdı: "İmkflnsız! Böyle aniden nasıl iyileşi r bunlar?" dedi, "Böyle bir şey ne duyulmuş ne de isitilmiştir! Bu hastalıgın böyle birdenbire kendiliginden geçmesi kadar anormal bir şey olamaz! Bunun hemen incelenmesi gerekir. Seni önce bir psikiyatra, sonra bir immunoloji u/manına yollamam şart. Sonra laboratuvara ugra da kanında ve omuriliğinde bazı maddelere bakılsın... Bir nükleer rezonanslı beyin tomografisi de iyi olur!.." Elimde önerilen uzmanların ve laboratuvar tetkiklerinin listesiyle Sakıp Bey'in muayenehanesini terk ederken tırnaklarımdaki anormalliğin ilk fark edildiği günkü kadar karamsardım. D Şanlıurfa'da Halilül Rahman Camii, havuzu ve 'kutsal' balıktafı: Söz konusu balıkların kutsailığı ve şifa vericiliği, Kral Nemrut dönemine dayanan bir söylenceden kaynaklanır 12