Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D OĞADA YAŞAM Haldun Aydıngün R ASGELE Raif Ertem Sokaklar yabancılaştı Ekim 1990. Sayılacağız. 20. asrın son sayımı. Bir daha 2000 yılında. "2000 Yüı" diye yazınca, Dogan Avaoglu'nu anımsadım. 2000 tarihini atmak büyük özlemiydi. Mamak'ta anı defterine yazmıştı. Göremedi, âtamadı. Bakalım kaç kişimiz atabilecek? Benim de özieıT.im.. Sayılacağız. Erkenden kalktım. Sokaklar bomboş. Serçeler yollara dökülmüş. Uçuşuyorlar, oynasıyorlar. Güvercinler, kargalar, kargalara karışrnış martılar. Kara kargalar, ak martılar? Kumrular izliyorlar. Kediler komşuluk yapıyor, köpekler dolaşıyor. Sokak hayvanların olmuş. Güneş yükseldi. Köşebasını bir polis tuttu. Çocuklar sokağa indi. Kapı önlerinde öbek öbek. Yavaş yavaş kaynaştılar. Sokağa dağıldılar. Koşuyorlar, oynuyorlar. Polis engel olmak istedi. Düdük çaldı, bağırdı. Sonra dayanamadı. Mutluluklanna katıldı. "Fazla uzaklaşmayın" dedi, bıraktı. Çocuklar! Bir anda süvari oldular. Bisikletleriyle. Nasıl da keyifle dolaşıyorlar. Şaha kaldırıyorlar. Her evde bisiklet varmış. Korkudan çıkamıyorlarmış. Şimdi sokak onların. Sokaklar, caddeler... Polis yine engel olmak istedi. Yüreği elvermedi. "Uzaklaşmayın" demekle yetindi. Zaten uzaklaşmıyorlar. Çocuklar... Düşünür dururum. Caddelerimizde, sokaklar ımızda! Bisiklete ne zaman yer verilecek? Yolu açan bir belediye başkanı önder olacak? Kıyılarda bisiklet yolu. Anlamlı! Heykeli dikilir vallahü... Gençler! Çifter çifter! Küçük gruplar. Karıştılar çocuklara. Eski günlerini anımsadım sokağımızın. Pencereleri açtım. Mis gibi hava! Caddeleşmeden önce sokağımız! Sevgililerin, sevdalıların yeriydi! Sabahlan kuşlar, çocuklar, gençler. Kaykaylar, bisikletler. Bahçeler bakımlı. lnsanlar bahçelerde, balkonlarda. Yaşam kaynağıydı. Ne zaman yollar açıldı. Teneke uygarlığı akın etti. Kuşlar, insanlar kaçıştılar. Otolara kaldı. Bize özgü bu bilgisizlik sanıyorum. Kent içinde geniş yollar. Rayları sökülcn tramvaylar. Beyoğlu'nda göstermelik yapıyoruz. Teneke uygarlığına kapatıyoruz. Nice yıllar sonra geri dönüş!.. Yeni yollar açmak isteyene ders olur sanıyorum!.. Saatler ilerliyor. Tek tük görevli otolar geçiyor. Çocukların oyunlarını bozmadan. Saat 16.30'u gösteriyor. Gelen olmadı. Bizi saymıyorlar. İlhan Selçuk'un saymak ve sayılmak üstüne yazdığı yazıyı bir daha okudum. Alındım... Oerken kapı çaldı. Yüzünde gülücukler açan genç bir kız! Sayıldık, bitti. Hemen teneke uygarlığı akın etti. ö n ce özel otolar. Sanki evlerinde hiç oturmamışlar. Arkasından kömür yüklü kamyonlar. Minibüsler, taksiler. Belli bu anı beklemişler. Gürültü, toz! Sokağımız caddeleşti.' Penceremi kapadım. Pencereler kapandı. Sokak yabancılaştı. Saymak ve sayılmak. Rasgele!.. D Feza Kerestecıoğlu ve Cemıl Bezmen, Londra cıvarındakı Norvvood Green kasabasında, kanallann kıyısında yaptıkları yuruyuşte, hanta üzerınde yollarını araştırıyoriar okuz yıldan sonra ilk kez UçUmüz birlikte yürüyorduk. Cemil Bezmen ve Feza Kereslecioğlu ile. 81 yılının şubat ayında Aladağlar'ın Kızılkaya zirvesine çıkacağımızı sanıp Emli Bogazı'nda bir hafta kamp yapmıştık. Geceleri ellerimizde dumanı tüten çay bardaklarıyla donmuş yıldızlara bakıp fizik ve felsefe sohbetlerine daldığımız unutulmaz bir kamptı. Şimdi ise çok daha değişik koşullardaydık... "Tamam, şimdi 'öpüşen Kapıların' nasıl olduğunu anladım" dedi Feza. Çitin ortasındaki garip kapıyı kurcalıyordu. Yanına vardık, elinde tuttuğu kitaptaki "kissing gale" yazısını biz de gördük. Oldukça karmaşık bir kapıydı ve aynı anda sadece bir kişi, geçebiliyordu. Ingiltere'de yürüyüşçülerin geçiş hakları, kamu ya da şahıs arazisi olsun, Ortaçağdan beri kanunlarla korunuyordu. Şu anda da biz etrafı çitlerle çevrili bir otlağa giriyorduk. "öpüşen Kapıların" bütün hikmeti, hayvanların geçemeyeceği, sadece insanların aşabileceği, karmaşık kapılar olmalarıydı. Bu şekilde özel bir araziden geçen yürüyüşçü, ne kadar dikkatsiz ya da sorumsuz olursa olsun, bu kapıları açık bırakıp hayvanların kaçmasına neden olamıyordu. 30 eylül pazar günü, Londra için açık sayılabilecek bir günde şehir civannda doğa yürüyüşüne çıkmıştık. Daha on beş gün öncesinden Feza'ya telefon edip iyi bir yürüyüş planlamasını istemiştim. O da hemen gidip Londra yakınındaki Middlesex bölgesini içeren bir rehber kitap almıştı. Sabah metro istasyonununa giderken bir yandan da yürüyüş başlıklarına bakıp bir tanesini beğenmeğe çalı$ıyorduk. Londra'nın bu kadar yakınında, milyonlarca doğa sporcusunun olduğu İngiltere'de, par D kurumuzun üzerinde bir dolu yürüyüşçüye rastlayacağımızdan emin bir şekilde, otlağın içindeki patikadan ilerliyorduk. Sonunda karşıdan köpeğini gezdiren bir adam geldi. Usul gereği şöyle bir selamlaşıp yolumuza devam ettik. Ondan başka da yürüyen pek bir kimseye rastlamadık. Feza önümüzde, yolun her sapağında kitaptan bir paragraf daha okuyup doğru yönü gösteriyordu. Cemil'le ben de arkadan geliyorduk. Benim için yürüyüş oldukça ilginçti. Birincisi, kendim yürüyüş tarifleri yapmama karşın, ilk kez başkasının tarifiyle yürüyordum. tkincisi, Londra gibi büyük bir metropolün yanında "doğa yürüyüşü" diye ne sunabiliyorlardı? Bunu bilmek, tstanbul için bir karşılaştırma olanağı sağlıyabiliyordu. Yaklaşık 20 dakikalık otlak ve yeşil alan yürüyüşünden sonra bir otoyola çıktık. On dakika kadar da araçların yanından yolumuza devam ettik. Ben herhalde böyle bir parkuru, nasıl olsa bcğenilmez diye yazmaya cesaret edemezdim. Yolu terk edip geniş bir futbol alanıyla saymadık ama en az on tane futbol sahası vardı, hepsinde de oyun oynanıyorduatların dolaştığı, bir binicilik sahası arasındaki patikayı güçlükle bulduk. Zaten kitapta da "dar patika" diyordu. Futbol alanını çevreleyen tel örgüleri izleyip bir tren yoluna çıktık. Şimdi nereye gideceğiz diye meraklanırken Feza'dan bir "Eyvah" sesi yükseldi. Kitapta "Şimdi de çok dar bir patikadan ilerleyeceksiniz" diyordu. Doğruymuş! Tren yolunun kenarındaki dikenlerle, tel örgülerin arasında kalması gereken daracık izden ilerleyip 500 metre ilerde tren yolunu aştık. Biraz yürüyüşten sonra "Grand Union" kanalına ulaştık. Bu kanal sistemleri kıta Avrupası'nda oldukça önemli ulaşım görevleri üst lenmişler bir zamanlar. lngiltere ise hem bu kanalları çok geç yapmış hem de demiryollarına çok erken geçmiş olduğu için kanallar hiçbir zaman tam anlamıyla kullanılamamışlar. Ulaştığımız nokta, kanalın bir tepeyi tırmandığı yerdi. Sadece filmlerde gördüğümüz bir olayı oturup yarım saat boyunca seyrettik. Kanala gelen küçük bir motor, seviyeleri değişen havuzlar yardımıyla yükselerek ilerliyordu. Her şey on sekizinci yüzyıl sonu teknolojisiyle çalışıyordu. Bu işi daha da ilginç kılıyordu. Motoru işleten iki gence ne yaptıklarını sorduk. Bu kanallarda, bu özel motorlarla seyretmek doğa yürüyüşlerini andıracak türde bir spormuş. Sadece bir buçuk metre yükseklik kazanmak için yaptıkları koşturmayı seyredince ne demek istediklerini daha iyi anladık. Yürüyüşün bundan sonraki büyük bir bölümü kanal boyuncaydı. Sık sık kenara bağlanmış teknelerde hafta sonu tatillerini değerlendiren ailelere rastladık. Gördüğümüz en ilginç noktalardan biri de 19. yüzyıl inşaat mühendislığınin bir harikası olan "Üc Köpniler" di. Burada en alttan demıryolu, onun ustünden su kanalı, en Ustten de otoyol geçiyordu. Sonunda kanalı terk edip Nonvood Green denen bir kasabaya girdik. Birtakım parkları, çayırlan ve doğal olmasa 8île çeşitli güzellikleri birleştiren 10 km'lik hoş bir yürüyüş yapmıştık. Bizim Aydos ya da Rumelikavagı yürüyüşleri buna oranla son derece bâkir alanlardan geçiyordu. Ancak burada rastladığımız da hoş bir seçenekti. Demek ki katı kurallar koymadan da yUrüyüş yapılabiliyordu. Bu küçük deneyimin ışığında, Istanbu) çevresinde birtakım yeni yürüyüşler daha bulabileceğimizi sanıyorum. D 27