Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
'Ha Sinesos ha Mustafapaşa' Aradan 65 yıl geçmiş. Ama Hilmi Akgöz ile Aleko Sofraniyadis hulâ mektuplaşıyorlar. 1923 Mübadelesi'nde Yunanistan'a göç eden Aleko, "vatanını bir daha görebilmek arzusunda" olduğunu yazıyor. Can Kartoğlu tina'ya ilkyaz gelmişti. ömrünün kaçıncı ilkyazıydı kinıbilir bu? Bembeyazdı artık saçları. En çok, Sinesos'u özlüyordu. Doğduğu, büyüdüğü, yureğinin yarım yakasını bıraktığı köyü, evini özlüyordu. Artık Sinesos değildi köyününadı; 1923 "nıübadele"sinde Mustafapaşa olmuştu. "Ha Sinesos, ha Mustafapaşa" dedi Aleko Sofraniyadis. Ne değişirdi ki? tkisi deguzeldi. Burnunda tütüyordu Mustafapaşa. Bir de telaş almıştı son günlerde. "Ya göremezsem bir daha vatanımı, >a göremezsem bir daha dosllarımı" diyordu. Şirndi de gözyaşları hazırola geçmişti işte. Koca adam, koca Aleko, ağlayacak mıydı ne? Tuttu önce kendini. Sıkı sıkı tuttu. Baktı olmayacak, "Boşver Aleko" dedi, "Agla be Aleko. Gurbetlik zor zenaat. Gurbetlik kalpte yara!" Kâğıdı kalemı çıkardı. "Sayın Hilmi Bey" diye mektuba başladı. Ve yureğiyle yazdı her satırı: "Uzun zantandan beri mektuplaşamadık. Emin olun ki sizleri hiç unutmuyoruz. Ne yapalım ki biz dc sırtımızda yetmiş yılın yiikii allında, bir siım dert aldndayız. Son zamanlarda sıhhat derdi de var. Böylece mektup yazmak da zor oluyor. Zaten, gözler de yardım etmiyor. Emin olun ki aklımız fikrimiz sizde. Kalbinizin büyüklugunde." Biz Ürgüp'ten yola çıkmışük. Bir, iki, üç, dört, derken beş kilometre de geride kalmıştı. Mustafapaşa'ya ha gelmiş ha gelecektik. Bir "mübadele" köyüydü burası. Doğrusu Ürgüp'ün, Göreme'nin yanı başında bir Rum köyü olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Benim bildiğim Rum koyu, denizin kenarında olurdu, şöyle Ege'nin eteklerinde. İki dilde yaşayan bir Ürgüp köyü: A Hah işte! Mustafapaşa, burası olmalı! Ben, çığlığı koyveriyorum: "Şu eve bakın. Evlere. Giizellige!" Arabadan telaşla iniyoruz. Mustafapaşa'nın sağına soluna dağılmış iki katlı, beyaz evleri geziyoruz. Bu evlerin kapıları mutlaka yuvarlak. Çoğu mavi. Ka1 pıların üstünde kat aralarında, pencere kenarlarında mutlaka bir dantel gibi işlenmiş süslemeler var. Bir zamanlar, özene bezene takmış takıştirmış bir güzele benziyor bu evler. Ama şimdi çoğu yıkllmış, dökülmüş. Bazı pencerelerin camları yok. Koca evlerin sadece bir iki penceresinde sallanıyor dantdli perdeler. Diğer odalarında yaşanmıyor mu ne? Ya şu ev? Bir ön yüzü kalmış. Şimdi sadece bir duvar o. Hey sen! Güzel ev? Sana ne oldu? Kim kırdı seni? Kim üzdü? Artık samanlık olmak ne denli ağır geliyor sana bıliyorum. Seni de duyuyorum güzel okul. Kim duymaz ki seni? Çocuk sesleri çıkmıyor usundan. Şimdi yalnızlık zor. Böyle, birbaşına kalıvermek ürkünç! Yüreğim cızediyor. Şöyle bir bakıyorum Mustafapaşa'ya. Mustafapaşa, terk edilmiş bir sevgili gibi. Bu evler terk edilmiş, değeri bilinmemiş birer sevgili. Mustafapaşa, dokunsan ağlayacak. Sonra tık tık çalıyoruz kapıları. Tertemiz, güzel mi güzel insanlar açıyor kapıları. Hepsınin gözlerinin içi gülüyor. "Buyurıın gönlunüzce gezin" diyorlar. Biz evi gezerken, kimi kahve yapıyor, kimi ayran, kimi fırından yeni çıkmış, mis gibi kokan kurabiyclerinden veriyor bize. Doğrusu, şaşırtıyor bu evler bizi. Göreme'nin yanı başında "Hilmi Dede"nin evinde: 87 yaşındaki Hilmi Akgöz'un evkıin duvarlan eskl resimlerle süslü. Bunlardan biri. bir Rumun 1866da vaotırtı istanbul resmi Çünkü, büyük büyük avluları geçtikten sonra girdiğirniz odalar boş, bomboş. "Peki bu insanlar nerede yaşıyor?" derken, bir iki dolu oda görüyoruz da rahat ediyoruz. Odalarda, duvarlara çizilmiş resimler karşılıyor bizi. 1800'lü yıllarda Yunanlılann çizdiği resimler bunlar. Hepsi birbirinden güzel. Sonra o tavanlar? Ayrıntı oya gibi ince ince işlenmiş, bir güzel de boyanmış o duvarlara, tavanlara. Bu evler birer şiir. Biz büyüyü bozmamak için çıt cıkarmadan geziyoruz. Sanki birazdan Costa çıkacak karşımıza. Sonra Eleni'yi göreceğiz arkasından. "Kalosarisate" (Hoşgeldiniz!) diyecekler bize, "Puminate?" (Nerelerde kaldınız?) Sarılacağız. "Hey Eleni" diyeceğim ben, "Bak gözyaşın şurda duruyor. Hey agapite (Sevgili) Costa! Eleni'yi tam gerdanından öptiiğün kapının csiginde durııyorııın. Görüyor musun?" Sonra Mustafa Dede girecek içeri, eski günlcrdcki gibi. Elinde bir şişe şarap. Sincsos'a içeceğiz biz. Mustafapaşa'ya içeceğiz. Dostluklara, "Hey gidi günler"e içeceğiz. Bizim "şerefe"lerimize onların "yassu'Marı karışacak. "Koca ev" diyorum, "Koca evin sadece İki odasında oturuyorlar!" ömer Tosun gülüyor. Tosun, doğma büyüme Mustafapaşalı. Otuz beşinde ya var ya yok. Filinta gibi. Bizim yol göstericimiz, "1923 mübadelesinde buradan 800 Rum gidiyor Yunanislan'a. Ordan da 100120 Türk geliyor. Turklerin sayısı çok az. Rıımların evleri kocaman kocaman. Tiirkler yoksul. İki odaya yerleşiyorlar. Diger odalan kapatıyorlar. Kullanılmayan, bakılmayan odalar (,abuk yıpranıyor tabii. Sonra yoksulluk dayanılır gibi degil. Böyle olunca sokuyor kapıyı, sadyor adam. Çıkarıyor camı satıyor. Satılacak salılmayacak ne varsa satıyor. Ama şimdikilcr? Şimdi yaşayanlar öyle bir sahip çıkıyorlar ki Mııstafapaşa'ya. Gözii gibi bakıyorlar. İşte şurası emekli ögretmen Fııal Öztiirk'ün evi. Geçen yıl, 150 milyon verdiler bu koca evc. 'Bu evin bir odası 150 milyon eder' dedi ve vermedi Özliirkler" diyor ömer Tosun. Sonra bir nefcs alıp, "Babaannem anlatırdı" diye sürdürüyor konuşmasını: "1923 öncesinde burda yaşayan Rumlar zengin, çok zengin. Hatta Türkiye'nin en zengin Rumları yaşıyor burda. Zalen, Sinesos'u sayfiye yeri olarak kullanıyorlar. Hemen hemen hepsi İstanbul'da çalışıyor. Balıkpazan, Karaköy bunlardan .soruluyor. llanımları, çocuklan kalıyor burda. Keııdileri, yazdan ya/a geliyor. Öyle de iyi insanlar ki... Ne bir hırsızlık, ne bir kavga olmıış burda." Gülümsüyorum. Eee Sinesos, Kapadokya'nın ortasında. Kapadokya da Farsça Katpadukya'dan geliyor. O da "Doslça konuşan insanlar iilkesi" ya da "Hoş isimler diyan" demek değil midir? Daha Nevşehir bir köy iken... Peki, Sinesos ne demekti? Bunu en iyi Belediye Başkanı Şakir Korkmaz yanıtlardı: "Aydınlatıcı, birlesmiş, buyiik köy. Işık (utan demek Sinesos. Yani köyde bir vaha, kutuplarda gündiiz. Nevşehir kıiçıicük bir köyken, burası kocaman, gelişmis bir köymiis. 12