Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 25 Haziran 2013 Salı Ekonominin Gerçek Yüzü İçinde yaşadığımız ekonomik sistem insanlığı büyük bölümünü onursuz ve yoksul bir yaşama zorlamakla kalmıyor; yaşamın kendisini tehdit ediyor. Bir fizikçi ile bir ekonomist arasındaki uzun süreli diyaloğun ürünü olan “Ekonominin Gerçek Yüzü’ adlı bu kitap egemen ekonomik paradigmanın inandırıcı bir eleştirisini sunarak çözüm yolları öneriyor o ÖZLEM YÜZAK “G üç ve açgözlülükten şefkat ve ortak faydaya” diye başlıyor kitap. Gezi direnişinden bir hafta kadar önce başlamıştım bir fizikçi ile bir ekonomist arasındaki uzun süreli diyaloğun ürünü olan “Ekonominin Gerçek Yüzü’ adlı bu kitaba. Gezi parkındaki ağaçlara sahip çıkma ile başlayan ancak iktidarın söylemi ve polisin şiddeti ile toplumsal bir direnişe dönüşen olaylar; AVM’lere, bankalara, aşırı tüketime, çevre duyarsızlığına hatta hatta ekonomik sistemin bütününe karşı bir bilinç uyanışına dönüşünce elimdeki kitap da daha ilginç hale geldi. Fizikçi Philip Bartlett ile economist Manfred MaxNeef’i bu kitabı yazmaya iten neden dünyadan toplumsal adaletin hızla yok olmasıydı. Bartlett ve MaxNeef bu durumu şöyle özetliyor: “Ekim 2008’de BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) 1 milyar insanın aç olduğunu bildirdiği ve bu hayatları kurtarmak için 30 milyar doların yeterli olacağını söylediği sırada özel bankaları kurtarabilmek için 6 Merkez Bankası (ABD; AB; Japonya, Kanada, İngiltere ve İsviçre) güçlerini birleştirmiş ve finans piyasalarına 180 milyar dolarlık kaynak aktarmıştır. Buna ek olarak ABD Senatosu önce 700 milyar dolar ve 2 hafta sonra 850 milyar dolar daha vermeye karar vermiştir. Eylül 2009’a gelindiğinde aktarılan para miktarı 17 trilyon dolara ulaşmıştır. 17 trilyon doları açlığı önlemek için öngörülen 30 milyon dolara böldüğümüzde 566 yıl boyunca açlığın olmadığı bir dünya yaratılabilmektedir. Sefaletin olmadğı bir dünya herkes için, hatta bankalar için bile daha iyi bir dünya olmaz mıydı? “ Bugün karşı karşıya olduğumuz durum sadece ekonomik ve mali bir kriz değil bir insanlık krizidir. Ekonomik ve mali krizin yanında siyasette, dinde, sporda yolsuzluk, açgözlülüğün temel bir değer haline gelmesi, dev teşebbüslerin sadece kendi çıkarları ile ilgilenmesi, adaleti unutan adalet sistemleri, ne pahasına olursa olsun büyüme takıntısı, doğanın yok edilmesi ve gezegenin sınırlarının önemsenmemesi, eğitim ve sağlık sistemlerinin çöküşü, hipertüketimcilik, küresel ısınma, iklim dğişikliği, güç hırsı ve yaşamın hor görülmesi sayılabilir. Üst üste gelen Ve yanlış efsaneleri sıralıyorlar: 1 Kalkınmanın tek etkili yolu küreselleşmedir 2 Dünya ekonomisine daha iyi eklemlenmek yoksullar için iyidir 3 Karşılaştırmalı üstünlük başarılı bir dünya yaratmak için en etkili yoldur 4 Daha fazla küreselleşme daha fazla istihdam demektir 5 Dünya Ticaret Örgütü demokratik ve hesap verebilirdir. 6 Küreselleşme kaçınılmazdır 21.yüzyıla uygun insancıl bir ekonomi hayal mi? İnsan ölçekli bir ekonominin en önemli getirisi açgözlülük, rekabet ve birikime dayalı paradigmadan dayanışma, işbirliği ve şefkate dayalı bir paradigmaya geçişi mümkün kılmasıdır.İnsan ölçekli bir ekonominin parametrelerinden bazıları şunlardır: 1 Paranın mümkün olduğunca ortaya çıktığı yerde akması ve dolaşımı için yerel para birimlerinin kullanılması. Paranın ortaya çıktığı yerde en az beş kez dolaşımı ile küçük bir ekonomik patlama yaratılabileceği ekonomik modellerle ortaya konulabilmektedir. 2 Tüketimi piyasaya yaklaştırmak için mal ve hizmetlerin mümkün olduğu kadar yerel ve bölgesel olarak üretilmesi. 3 Tarife ve kotalar aracılığıyla yerel ekonomilerin korunması. 4 Tekelleşmeden kaçınmak için yerel işbirlikleri kurulması. 5 Enerji, kirlilik ve diğer olumsuz etkiler için ekolojik vergiler. 6 Yerel ekonomilere geçiş sürecinde verimliliği ve eşitliği sağlamak için daha fazla demokratik kararlılık. Ekonomi disiplininin uzun ve etik olmayan gelişim süreci artık durmalıdır. Mevcut egemen modelin bütün eşitsizliklerini giderecek yeni bir ekonomi yaratılmalıdır. Varsayım 1. insanlar ekonomiye değil, ekonomi insanlara hizmet etmelidir. Varsayım 2. Kalkınma nesnelerle değil insanlarla olur. Varsayım 3. Büyüme ile kalkınma aynı şey değildir ve kalkınma için büyüme şart değildir. Varsayım 4. Ekosistemin sunduğu hizmetler olmaksızın ekonomi mümkün değildir. Varsayım 5. Ekonomi daha büyük ve sonlu bir sistem olan biyosferin alt sistemidir; bu yüzden kalıcı büyüme mümkün değildir. Günümüzün egemen ekonomi modeli büyük ölçüde bu beşim varsayımın tam tersi üzerine kuruludur. Ancak yukarıdaki varsayımlar üzerine kurulu bir ekonominin çalışmayacağını varsaymak saçma olur. Çünkü bu tür ekonomiler yerel, bölgesel ve belediyeler düzeyinde birçok ülkede zaten uygulanmaktadır İsveç’teki EkoBelediyeler hareketi bunun göz alıcı bir örneğidir. bu sorunlara çözüm bulmak için öncelikle dünyanın taşıma kapasitesinin sınırlarını kabullenmeye başlayan yeni modellere ihtiyaç var. Verimlilik yerine yeterlilik ve refaha yönelmek gerekiyor. Ve Eşitlik olmadan barışcıl çözüm mümkün değil. Peki bunu için ne yapılması gerekiyor? Yazarlar bu paradigma değişimi için ne pahasına olursa olsun ekonomik büyümeden vazgeçilmesini ve (özellikle zengin ülkelerde) daha düşük üretim ve tüketim düzeylerine uyum sağlayabilen toplumlara; ve gelişmekte olan uluslarda yerelleşmiş ekonomik örgütlenme sistemlerini uyaracak toplumlara doğru bir geçişin başlaması gerektiğini vurguluyorlar. Diğer bir deyişle küresel pazara değil yerele odaklanmayı... Tabii bu geçişin önünde ciddi engeller var. Yazarlar egemen ekonomik modele ait bir dizi savın tartışmasız gerçekler olarak sunulduğunu ancak bunların efsaneden başka bir şey olmadıklarını söylüyorlar.