25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

31 Aralık 2011 Cumartesi 3 çıkan belirsizlikler kaygıyı arttırıyor Durban ve Ekoloji Mücadelesinde Kadınlar... “Ülkelerin alması gereken önlemlerin 10 yıl ertelendiği” karar ile Durban’daki iklim zirvesi sona erdi. Hükümetler, hukuki bağlayıcılığı olan ve tüm ülkeleri kapsayacak ancak 2020 yılında yürürlüğe girecek bir anlaşmaya yönelik görüşmelere gelecek yıldan itibaren başlama konusunda uzlaştı. Zirvenin sona ermesinden 2 gün sonra ise Kanada, hedefe ulaşamazsa ödemek zorunda kalacakları cezayı gerekçe göstererek Kyoto Protokolü'nden çekileceğini açıkladı ve yeni anlaşmaya katılmak için anlaşmanın her ülkeyi kapsaması şartını getirdi. Bu kararını neden zirvede açıklamadığı, bu davranışı ile tüm insanlıkla alay mı etmeye çalıştığı sorusu ise her zaman ki havada kaldı. Bu arada konferansın gündemlerinden biri de yoksul ülkelerin kullanımına açılacak yıllık 100 milyar dolarlık bir fon oluşturulmasıydı. Tabii ki bu fonun oluşturulması konusunda da anlaşma sağlanmadı. Sadece söz konusu fonu toplamakla görevlendirilecek bir idari birimin kurulmasına karar verildi… Bundan 2 yıl önceki iklim zirvesi sırasında Dünya Kadın Yürüyüşü sekretaryası koordinatörü Miriam Nobre, iklim değişikliği konferansını, herkesin, asıl sorun olan kalkınma modelini değiştirme gerekliliğini tartışmaktan kaçındığı bir "büyük çözümler fuarı"na benzetmişti. Aradan 2 yıl geçti hiçbir şey değişmedi. Çünkü üretim ve tüketim modellerinin radikal değişimi gibi gerçek çözümler masaya yatırılmadıkça yol alınabilmesi mümkün değil.. ??? Yeşiller Partisi tarafından 10 gün kadar önce düzenlenen Yeşil Diyalog’ kapsamında gününde “Ekolojik mücadeleler ve bu mücadelelerdeki kadın deneyimi” toplantısına katıldım. Hintli kadın aktivist Medha Patkar, Yeşil Gerze Platformu sözcüsü Şengül Şahin, Büyük Anadolu Yürüşü ‘nün temsilcilerinden yörük Pervin Çoban, Munzur’u Koruma Platformu’ndan Gül Kapar’ı dinledim. Aslında şurası bir gerçek ki insanların ÖZLEM kendi yaşam alanlarını, doğal çevrelerini koruma YÜZAK konusunda verdikleri mücadelede kadınlar hep ön saflarda. Save the Narmada Movement hareketi aktivisti Patkar bunu “çünkü sebat etme yetenekleri, yaratıcılıkları erkeklerden daha yüksek. Biz mücadele ve yeniden yapılandırma üzerine çalışıyoruz. Hem yeşil, hem kırmızı ideolojiye inanıyoruz. Yani hem eşitlik hem de doğal ekosistemlerin korunması için mücadele ediyoruz..” diye açıklıyor. Patkar konuşmasında Hindistan’da yapılmakta olan büyük barajlara karşı verilen kadın mücadelesinden örnekler vererek “Birçok sürdürülebilir yaşam tarzı olan kırsal bölge, şehirleşme ve bütün kaynakların hunharca özelleştirilmesi veya kamulaştırılmasından dolayı tehlike altında. Devlet ‘kalkınma’ adı altında yalnızca doğal kaynakları değil, insanların yaşama hakkını da elinden alıyor. Hindistan’da 200 bin kişi tek bir barajın kurulduğu alanda su altında kalabilir. Buna karşı uzun mücadeleler veriliyor, açlık grevleri yapılıyor” dedi. Hintli kadınların mücadelesi Türkiye’nin dört bir yanında Gerze’de Munzur’da Toroslarda verilen mücadaleden farklı değil.. Keşke kendi yaşam alanlarını korumak için canlarını dişlerine takan kadınların öyküleri hükümetlerin iklim zirvelerinde de kendine bir yer bulabilse, keşke asıl görevi ”toplumu bilgilendirmek” olan medyada da seslerini duyurabilseler… 2011’in bu son sayısında hepinize daha yeşil, daha eşitlikçi bir yeni yıl dileklerimle… da büyüyor... Türkiye’yi bekleyen tablo vahim... Peki biz ne yapıyoruz? ngiltere Enerji ve İklim Bakanlığı tarafından İngiltere Meteoroloji Ofisi’ne hazırlattırılan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 21 ülkeyi kapsayan raporlar Durban’da açıklandı. Bakın Türkiye’yi neler bekliyor: ? Türkiye’de 1960’tan bu yana bir ısınma eğilimi var. Serin gecelerin sayısı azalıyor, sıcak günlerin sayısı ise artıyor. Bir projeksiyona göre, bu yüzyılın sonuna kadar ortalama sıcaklıktaki artış kuzey bölgelerinde 2,5 – 3, merkez ile güney/güneydoğu bölgelerinde 33,5 ve Türkiye’nin doğusunda ise 4 dereceyi bulacak. ? Sıcaklık artışıyla birlikte yağış rejimi değişecek. Güney bölgelerinde yağışlarda yüzde 20 azalma bekleniyor. Kuzeyde ise yüzde 10’ları bulabilir. 2100’de Türkiye’de su sıkıntısı çeken nüfusunun oranı yüzde 45’i bulabilir. ? Deniz seviyesindeki yükselme Akdeniz’de 428 bin, Ege’de 208 bin, Marmara’da 842 bin ve Karadeniz’de 201 bin kişiyi etkileyecek. Peki, beklenen bu tablo karşısında Türkiye ne yapıyor? Öncelikle bir sitemde bulunmalıyım. Çevre Bakanı sayımız ikiye çıktı ama bir tanesi bile Durban’a gelmedi. İklim Baş Müzakerecisi Mithat Rende’nin belki de yüzyılın en önemli iklim toplantısında olmayışı da anlaşılır gibi değildi. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Türkiye adına genel kurulda konuşma yapan tek kişiydi. Umarım hükümet iklim değişikliği sorununu daha fazla “kalkınarak” çözmeye çalışmaz. Müzakereler açısından Türkiye daha önceki taraflar toplantılarında olduğu gibi yine ortalarda görünmemeyi tercih etti. Bildiğiniz gibi garip bir durumumuz var. Türkiye gelişmiş ülkelerle aynı grupta yer alıyor. EK1 ülkesi ancak 2001 Marakeş’te alınan kararla “özel bir İ *Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 17. Taraflar Konferansı (COP 17) ile Kyoto Protokolü 7. Taraflar Toplantısı (CMP 7). durumu” olduğu da kabul edildi. Türkiye bu özel durumu yükümlülük almama şeklinde yorumluyor ve yeni bir anlaşma yapılmazsa 2020’ye kadar da böyle yorumlamaya devam edecek gibi görünüyor. 2020 tarihi ise kritik. Çin bu tarihte yükümlülük alabileceğine dair sinyaller verdi. Böyle bir durumda kimse Türkiye’ye dönüp, “Sen hâlâ gelişme yönünde bir ülkesin” demeyecektir. Çünkü Türkiye’nin seragazı salımı 19902009 arasında yüzde 97 oranında arttı. EK1 ülkeleri içerisinde böyle bir artışın yanına dahi yaklaşan yok. Kişi başına düşen yıllık salım miktarı da 5,2 ton civarında. Neredeyse Çin kadar ve dünya ortalamasının üzerinde. Planlanan kömür santralları, karayolları vs. hayata geçirilirse bu rakam daha da yukarılara çıkacak. Herkes azaltırken biz artırmış olacağız ve tabii ki ileriki müzakerelerde çok zor anlar yaşayacağız. Fikir vermesi için Almanya’nın bugün 10 ton olan yıllık kişi başına düşen salım miktarını 2050’de 3 tona düşürmeyi hedeflediğini anımsatayım. Düşük karbonlu yaşama doğru gidilen dünyada Türkiye’nin avantajlı bir pozisyondayken kendisini dezavantajlı bir pozisyona koymaya çalışması çok saçma. Açılan her bir kömür santralının 4050 yıl faaliyet göstereceğini unutmamalıyız. İklim değişikliğini önlemek için petrol, kömür ve doğalgazdan uzaklaşmak, rüzgâr, güneş, biyokütle gibi temiz enerji kaynaklarıyla enerji verimliliğine önem vermek gerekiyor. Türkiye zaten fosil yakıt zengini değil ve dışa bağımlı, diğer kaynaklar ise bolca var ve yerli. Sahi, Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda daha aktif bir rol almasını kim engelliyor acaba? ozlem.yuzak@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Editör: Özlem Yüzak Görsel Yönetmen: Tutku Talınlı Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74, Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam, Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Tel: 212251 98 7475 Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Yerel Süreli Yayın
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle