13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

27 Ocak 2012 Cuma 395 17 Mumcu,aydınlarınardınankalemealdığıyazılarındanoluşansergiyleCumhuriyetKültürMerkezi’nde ‘Uğur Mumcu bugüne sesleniyor’ ¦ Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu’nun katledilişinin üzerinden ¦ Sergide, Mumcu’nun Cumhuriyet’teki köşesinde yazdığı 19 yıl geçti. Cumhuriyet de Mumcu’yu, Ankara Temsilciliği’nde yer alan Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde açılan sergiyle anıyor. GÖZLEM yazılar ve kitapları yer alıyor. “Uğur Mumcu’nun Kaleminden Siyasi Cinayetler” başlığını taşıyan sergi, 9 Şubat’a değin görülebilecek. GÖZLEM ¦ Abdi İpekçi Ey hükümet, “karınca ezmez” hükümet, uyan artık! Bu aymazlıktan uyan artık! İstanbul’da kan kusan çetelerin hakkından gelemiyorsan, onurunla çekil git. Senin iktidarında insanlar kurbanlık koyunlar gibi birer birer öldürülüyor. Ve istihbarat örgütlerin tek satır rapor bile veremiyorsa, bu olaylardan sorumlu olan sensin! Ya çek git, ya da görevini yap! GÖZLEM UĞUR MUMCU Kanlı katil çeteleri şimdi de Türk basınının seçkin bir yazarını, bir gazete yöneticisini hedef aldılar.Yaşamı boyunca, anayasal düzenin, düşünce özgürlüğünün ve demokrasinin savunuculuğunu yapmış olan Abdi İpekçi, kahpece kurulan bir tuzağa düşürülerek öldürülmüştür. Hepimizin ve hepinizin başı sağ olsun! Abdi İpekçi, uygar bir gazeteci, aydın bir yazardı. Milliyet; İpekçi’nin yönetiminde Türkiye’nin en etkin ve en önemli gazetelerinden biri olmuş, “Durum” köşesi, düşünce özgürlüğünün yılmaz kalelerinden biri olarak saygıyla selamlanmıştır. İpekçi, her türlü şiddet eylemine karşı bitmez tükenmez bir kavga vermiş, sonunda ne acı ki, evine dönerken vücuduna saplanan beş kurşunla can vermiştir. Bunlar biliniyordu! Bugünlerde tanınmış bazı gazetecilerin öldürüleceği, kulaktan kulağa yayılmaktaydı. Bir kaç ay önce, Milliyet Gazetesinin karikatüristi güler yüzlü dost, Bedri Koraman, bir silahlı saldırıdan rastlantı sonucu kurtulmuştu. Kanlı katil çetelerinin bir başka gazeteciye saldıracakları biliniyordu, seziliyordu ve duyuluyordu. Ve olan oldu! İpekçi öldürüldü!.. Bir hükümet, iktidar koltuğunda“iktidar” olmasını bilmezse, sonuç bu olur! Bir hükümet, güvenlik örgütlerine sözünü geçiremezse, sonuç bu olur! Bir hükümet, olup bitenleri, kapalı tribün seyircisi gibi izlerse sonuç bu olur! Bu hükümet,Trabzon’da can güvenlikleri UĞUR MUMCU TÜRKLER (Cumhuriyet, 23 Temmuz 1980) ¦ İlhan Erdost ANTER VE SOYSAL... (Cumhuriyet, 22 Eylül 1992) GÖZLEM UĞUR MUMCU İLHAN ERDOST... (İlhan İlhan/Onur Yayınları, 1983) UĞUR MUMCU İşçi sınıfımızın yiğit savaşçısı Kemal Türkler, teröristlerin açtığı ateş sonunda yaşamını yitirdi. Türkler, 1960'tan sonra kurulan Türkiye İşçi Partisinin kurucu üyelerindendi, DİSK'in ilk genel başkanıydı ve de Madenİş Sendikasının genel başkanlığını yürütmekteydi. Yaşamı, işçi sınıfının bilinçlenip örgütlenmesi ve demokratik yollarla siyasal iktidara ağırlığını koyması kavgası ile geçmiş ve bu uğurda karanlık örgütlerin alçak kurşunları ile can vermiştir. DİSK, kurulduğu günden bu yana demokrasinin sınırlarını genişletme savaşı verirken, silahlı eylemlere, maceracılığa karşı da en etkin ideolojik savaşı yürütmüş, Anayasa ve demokrasi dışı yol ve yöntemlerden ısrarla kaçınmıştır. Kemal Türkler, bu sağlıklı siyasal görüşün en önde gelen temsilcilerinden biriydi. ABDİ İPEKÇİ... (Cumhuriyet, 3 Şubat 1979) İşçi sınıfını, sınıfsal güç ve sendikal örgüt olarak, bu çalkantı ortamında terör odaklarının dışında tutmak, başlıbaşına kararlılık, inanç ve güven sorunuydu. İşte böyle bir sendika lideri, alçakça kurulan bir pusu sonunda yaşamını yitirmiş bulunuyor. Bunun ayrı bir anlamı vardır. Son günlerin kanlı olayları, bir planın adım adım uygulandığını kanıtlıyor. Önce MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak öldürülüyor, sonra ülke çapında faşist terör estiriliyor; sonra Çorum olayları, daha sonra Fatsa baskını, bu olayları izleyen günlerde CHP İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu'nun öldürülmesi, üç gün sonra 12 Mart döneminin başbakanı Prof. Nihat Erim'in alçakça düzenlenen bir suikaste kurban gidişi ve Erim'in cenazesinin kaldırıldığı gün, Madenİş Sendikası Genel Başkanı ve işçi sınıfının yiğit ve unutulmaz savaşçısı Türklerin faşist teröristlerce öldürülmesi... Bu bir kanlı plandır. Evet,hepimizbusoruyusoruyoruz:Terörünyarınkikurbanıkim?.. Bir plan, bir kanlı plan adım adım uygulanıyor. Kurbanlar seçiliyor, izleniyor, vuruluyor, öldürülüyor. Bu kanlı hesaplaşmada devlete yalnızca öldürülen kurbanlar için "devlet töreni" düzenlemek düşüyor. Devletin o tartışılmaz, bölünmez, parçalanmaz gücü yalnızca cenaze töreni düzenlemeye yetiyor. Bu kanlı planı bozmak devletin başlıca görevidir. Devlet bu görevi yerine getirmezse, devlet olmaktan çıkar. Devletin varlık nedeni, beş on yurttaşımızın öldürüldüğü, kanlı terör halkalarının milletvekillerine, eski başbakanlara, polislere, generallere, askersivil savcı ve yargıçlara, anarşi ve terörün dışında kalmış, teröre karşı bilinçli, kararlı ve en amansız savaşımları vermiş bulunan ilerici sendika liderlerine kadar uzanması, devletin yok olduğunu, hükümetin yok olduğunu göstermez de neyi kanıtlar acaba? İşçi sınıfımız, büyük bir liderini, inanmış ve kararlı bir savaşçısını yitirmiş bulunuyor. Böyle günlerde misillemelerin, öç duygularının duygusal tepkilerinden sıyrılıp demokrasi kavgasına barışçı yöntemlerle ve olanca soğukkanlılıkla devam etmek gerekiyor. Çünkü, terör, işçi sınıfımızı kanlı bir tuzağa, acımasız bir kısır döngüye itiyor. Çünkü terör, işçi sınıfımıza ve emekçi halkımıza karşı her gün yeni bir tuzak kuruyor. Ölüm haberlerini, bir savaşta yaşıyorcasına, artık cephe haberleri gibi almaya alıştık. Evet, KemalTürkler dün alçakça öldürüldü. Demokrasi, bağımsızlık, barış ve sosyalizm kavgasında en ön cephede,işçisınıfınınbayrağınıbarışçırüzgârlarladalgalandırırken, alçakça vurularak öldürüldü, işçi sınıfımızın bir yiğit savaşçısı, sosyalizm şehitleri arasında yerini alarak "güneşe gömüldü"!.. İşçi sınıfı, başın sağolsun!.. Kürt aydınlarının simgesi, güler yüzlü, sevecen ve çelebi kişilikli Musa Anter ile Atatürkçü, yiğit gazeteci ve yazar İlhami Soysal, aynı gün, aynı saatlerde öldüler. Biri hain ve alçak kurşunlarla Diyarbakır’da, biri Ayvalık yakınlarında trafik kazasında. Her ikisinin yaşamı da acılarla, hapislerle, işkencelerle geçti. Musa Anter, 1917 yılında Mardin ili Nusaybin ilçesi Akarsu bucağı, eski adı “Zivinge” olan Eskimağra Köyü’nde doğdu. Genç yaşında“Dicle Kaynağı”,“Şark Mecmuası”ve tarafından yüzüne kırbaç vurularak dövülüyor ve sonra da işkencecilere teslim ediliyordu. Bir Kürt aydını ve yazarı ile, Kemalist bir Türk aydın ve yazarı aynı dönemde“Ziverbey Köşkü”nde aynı işkencelerden geçmişlerdi. İlhami Soysal, 1928 yılında Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde doğmuş, Bursa Lisesi’ni bitirmiş, Ankara Hukuk Fakültesi’ne girmiş ve 50’li yılların başında gencecik yaşında gazetecilik yaşamına adımını atmıştı. İlhami Soysal, “Büyük Doğu”, “Pazar Postası” ve “Son Havadis” gazetelerinde çalıştı. Diyarbakır’da yayımlanan“İleriYurt”adlı dergilerde yazarlık yaptı. 1959 yılında 49 arkadaşı ile birlikte tutuklandı. Mahkum oldu ve Çanakkale’ye sürgün edildi. 1963 yılında da 22 arkadaşı ile birlikte yeniden tutuklandı. 1965 genel seçimlerinde önce TİP’ten Mardin milletvekilliği için adaylığını koydu, parti örgütüyle uyuşmazlığa düşünceTİP’ten ayrılıp bağımsız aday oldu. Ancak seçimleri kazanamadı. 1970 yılında “Doğu” adlı dergiye yazdığı bir yazı nedeniyle yeniden tutuklandı. 1971’den sonra“Devrimci Doğu Kültür Ocakları” davası nedeniyle tutuklanarak Diyarbakır’da yargılandı. Musa Anter’in İstanbul’da 1971 yılında sorgu için götürüldüğü“Ziverbey Köşkü”nde aynı günlerde İlhami Soysal, bir tümgeneral Milliyet gazetesinin Ankara temsilciliğini yaptı. 1961 yılında Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Aynı yıl, sosyalist eğilimli“Yön”dergisi kurucuları arasında yer aldı. Akşam gazetesinin Ankara temsilciliğini yaptı. Bu görevini sürdürürken zamanın Genelkurmay Başkanı CemalTural’ı eleştiren bir yazısı yüzünden bir albay ve iki astsubay tarafından Ankara’da evinin önünden kaçırılarak dövüldü. 12 Mart döneminde “Madanoğlu Davası”, 12 Eylül döneminde de“DİSK Davası”nedeniyle hapis yattı. Mert, açıkgözlü, gözünü budaktan sakınmayan bir gazeteciydi. Solcuydu, devrimciydi, Atatürkçüydü. İlhami Soysal ile Burhaniye’nin Ören ilçesindeki yazlık evinin balkonunda daha geçen ay uzun uzun konuşmuştuk. Son konuş malarında birkaç yıl önce geçirdiği kalp krizinden, hastalıklardan ve ölümden söz eder “tak diye ölmek isterim arkadaş”derdi.“Kriz ya da trafik kazası, fark etmez.” Musa Anter ile de geçen Mayıs ayında bir açık oturum için çağrıldığım“Yeni Ülke”gazetesinin Ankara bürosunda tanışmıştık.Tanışınca da hemen Türkçülük, Kürtçülük üzerine karşılıklı şakalar yapmıştık. Musa Anter “Gel Uğur arkadaş,Yalçın hoca ile beraber resim çektirip düşman çatlatalım”demiş,“Yeni ülke”muhabiri, Musa Anter, Yalçın Küçük ve benim birlikte fotoğrafımızı çekmişti. Anılarını ve yazılarını hep okurdum. Kendi davasının inançlı, dirençli ve yürekli bir savaşçısıydı. Aziz Nesin’in kendi yaşamını anlatırken yazdığı gibi Musa Anter de“gözyaşlarından kahkahalar süzen”kişilikte bir insandı. Davasına katılır ya da katılmazsınız, savunduğu görüşlere karşı olursunuz ya da olmazsınız. Ne fark eder? Hangi ideoloji, hangi görüşü savunursanız savununuz, Musa Anter gibi insanlara saygı duymalısınız. Musa Anter, örneklerini son yıllarda sık sık gördüğümüz türden, devre göre kişilik ve görüş değiştiren ideoloji tüccarlarından değildi. Anter, yaşamını kendi davasına adamış bir Kürt aydınıydı. Böyle bir insana kim kurşun sıkar? Kim kıyar 75 yaşını aşan bir yaşlı delikanlıya? Türkiye’yi bir kan gölüne sürüklemek ve Türk’ü Kürt’e, Kürt’ü Türk’e, Alevi’yi Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye düşman etmek isteyenler! İlhami Soysal ile son görüşmemizde bu yaz hep bu konuları konuşmuştuk. Türkiye, görünmez ellerce kan gölüne doğru sürükleniyor. Hain ve alçak kurşunlar, başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde can alıyor. Halkları birbirine kırdıracak kanlı ve uğursuz bir plan adım adım uygulanıyor. Hükümet de bütün bu olayları, kapalı tribün seyircisi gibi izliyor. Ölümün “tesellisi” olmaz. İşte İlhan Erdost, gencecik, yağız bir insan, arkasında gözü yaşlı genç bir kadın ve iki küçük yavrunun “baba, baba” diye ağlayışlarını durduramaz, gözyaşlarını dindiremez. (...) Savaşlarda tutsak düşmüş düşman askerlerine bile böyle davranılmaz. Nedir Tanrım, nedir insanın insana böyle düşmanlığı? Nedir, nedir, nedir? dan böyle bu tür korkunç olayların yinelenmesine engel olmuştur, kim bilir? Savaşlarda tutsak düşmüş düşman askerlerine bile böyle davranılmaz. Nedir tanrım, nedir, insanın insana böyle düşmanlığı? Nedir, nedir, nedir? Not: Uğur Mumcu’nun bu yazısı, 12 Kasım 1980 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nin Sıkıyönetim tarafından kapatılması nedeniyle yayınlanamamıştır. Ancak Uğur Mumcu, bu yazıyı İlhan Erdost’un ağabeyi Muzaffer Erdost’a teleks olarak çekmiştir. Ankara Ankara Sıkıyönetim Komutanlığının yaptığı açıklamada, yayıncı İlhan Erdost’un, Ankara Emniyet Müdürlüğünden, Mamak AskeriTutukevine götürülürken, yolda askeri aracın içinde, bir er tarafından dövülerek öldürüldüğünü, içimiz acıyla burkularak öğrendik. İlhan Erdost, ağabeyi, yayıncı ve yazar Muza er Erdost ile bazı yayınları nedeniyle gözaltına alındıktan sonra, Mamak Askeri Tutukevine götürülürken yolda öldürülmüştür ve ağabeyi Muza er Erdost, kardeşi İlhan Erdost’un dövülerek öldürülüşünü, çaresizlikten çırpınarak, belki de ağlayarak,gözleriyle görerek tanık olmuştur. Bundan daha acı bir tanıklık,bundan daha çok yürek kavurucubir sahne olabilir miydi? İlhan Erdost, ağabeyi Muza er Erdost gibi yayıncıdır. Eğer işlemişse, bu suçun cezasını yasalar verirdi, kaldı ki, yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğini aştığımız bir dönemde, bir çağda, insanların düşüncelerinden, yayıncıların yayınlarından ötürü yargılanmaları, demokrasiye, insan haklarına, uygarlığa aykırıydı… Öyle ya da böyle, bir sanığın, yaşama hakkı da, onuru da, kişiliği de “güvence” altındaydı, suç işlemişse, suçun cezasını yargıçlar verecekti. Neydi bu saldırı, neydi, neydi? Bir bunalım dönemi yaşıyoruz, olağanüstü koşulların içinden geçiyoruz; devlet, teröre, katil çetelerine, ölüm tacirlerine, silah kaçakçılarına, arsıza, hırsıza, uğursuza karşı savaş verirken, terör ile uzaktan yakından ilgileri bulunmayan, bütün yaşamları boyunca, teröre karşı çıkmış insanların, aydınların, yazar ve çizerlerin, böylesine acımasızca öldürülmelerine ya da sokak ortalarında aç bırakmalarına, hangi insan yüreği dayanır? “Kurunun yanında yaş da yanar” diye böylesi olaylara göz yummanın olanağı yoktur. Devletin görevi, kuru ile yaşı ayırmak, suçlu ile suçsuzu ayırdetmek, ve devlet gücünü yalnızca suçluya, teröriste, kardeş katiline, terör tüccarlarına karşı kullanmaktır. bu olgu bir kez şaştı mı, adalet terazisini bir daha dengede tutmak, bir daha bu terazide, suç ile suçluyu tartmak güçleşir. Ölümün “tesellisi” olmaz. İşte İlhan Erdost, gencecik, yağız bir insan, arkasında gözü yaşlı genç bir kadın ve iki küçük yavru bırakarak gitti.. artık kimse, bu iki küçük yavrunun“baba, baba”diye ağlayışlarını durduramaz, gözyaşlarını dindiremez. Bir yayıncı, kitap yayınlamaktan başka bir suçu olmayan genç bir aydın, elleri kelepçeliyken, dövülerek öldürüldü. “Teselli”olmasa, “teselli”sayılmasa bile, bu korkunç, tüyler ürpertici olayın sorumlularının yargılanmak üzere gözaltına alınmaları, çekilen acıları, hiç olmazsa, bir ölçüde dindirebilir. Belki İlhan Erdost, geride bıraktığı kanlı paltosu ile bun ¦ Musa Anter Türkiye, görünmez ellerce kan gölüne doğru sürükleniyor. Hain ve alçak kurşunlar başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde can alıyor. Halkları birbirine kırdıracak kanlı ve uğursuz bir plan adım adım uygulanıyor. Hükümet de bütün bu olayları, kapalı tribün seyircisi gibi izliyor. kalmayan POLDER üyesi polisleri açığa al tanbul’da düzenlenen bir açık oturumda iş makla uğraşsın. Çünkü başka işi yok, çünkü çevreleri önünde, beraberce düşünce öziktidara gelmesinin amaçlarından biri, ilerici gürlüğünden söz ediyor; vergi adaletsizlipolislere gözdağı vermektir!.. ğinden örnekler veriyorduk. Ve MİT içinde bir tek taşı, şuradan şuraya O uygar gazeteci, o en yetkin gazete yöneticisi, kanlı kefenler içinde ilerici Türk basınının namusunu simgeliyor şimdi... Ey hükümet, “karınca ezmez” hükümet, uyan artık! Bu aymazlıktan uyan artık. İstanbul’da kan kusan çetelerin hakkından gelemiyorsan onurunla çekil git. Senin iktidarında insanlar kurbanlık koyunlar gibi, birer birer öldürülüyor ve istihbarat örgütlerin tek satır rapor bile veremiyorsa, bu olaylardan sorumlu olan sensin! Ya çekil git, ya da görevini yap! Ve ey CHP’li milletvekili ve senatörler! Size verilen oylar haram olsun! Çoğunuz, parlamentoya girdiğiniz günden beri, ön seçim hesaplarından başka ne yaptınız? Hiç... Ülkeyi bir kan denizine çeviren terörizme karşı çıkmanız gerekirken, küçük siyasal oyunların içinde büsbütün küçüldünüz. Hiç inkâr etmeyin! Milletvekili ve seoynatamayan bu hükümet, elbette İstan natör olmanızda Abdi İpekçi gibi yazarların bul’daki bir kaç katil çetesinin üstesinden payı vardır. Ve bu insanlar, sizin iktidarınızgelemeyecektir. Ve de sonuç bu olacaktır. da vurulup vurulup öldürülüyorlar. Haram Önce bilim adamları, cumhuriyet savcıları, olsun!Verilen oylar ve aldığınız aylık ve ödesonra da Türk basınının yetiştirdiği en seç nekler de haram olsun sizlere!.. kin, en yetenekli ve en uygar yazarları, dü Ve ey okuyucular! Abdi İpekçi’yi her gün şünce özgürlüğünün ve çok partili yaşamın okuyan sevgili okuyucular! Onu, Türk basıdiyetleri gibi, kanlı katil çetelerinin önüne nının uygar yazarını, Türk basınının bu en sürülecektir. yetkin yöneticisini son yolculuğunda yalnız Abdi İpekçi’nin ölüm haberini alınca, içim bırakmayın. kan ağladı. Daha geçen cumartesi günü, İs Gözyaşlarınızı,gözyaşlarımızlabirleştirin... ¦ KemalTürkler Evet, hepimiz bu soruyu soruyoruz. Terörün yarınki kurbanı kim? Bir plan, bir kanlı plan adım adım uygulanıyor. Kurbanlar seçiliyor, izleniyor, vuruluyor, öldürülüyor. Bu kanlı hesaplaşmada devlete yalnızca öldürülen kurbanlar için “devlet töreni” düzenlemek düşüyor. Devletin o tartışılmaz, bölünmez, parçalanmaz gücü yalnızca cenaze töreni düzenlemeye yetiyor. ¦ Ümit Kaftancıoğlu Yazar Ümit Kaftancıoğlu ölümünden bir gün önce MHP Genel Başkanı Türkeş’in “Sağ terör yoktur” GÖZLEM SAĞ TERÖR YOK(!) diyen konuşmasını televizyondan izleyip, belki de bu konuda bir yazı yazmayı düşünüyordu. Belki de namlular üzerine çevrildiğinde aynı konuşma beyin hücrelerinden öyle, yıldırım hızıyla gelip geçiyordu, kim bilir! Evet, sağ terör yok! Onun için Abdi İpekçi öldürüldü! Sağ terör yok, onun için Doğan Öz öldürüldü! Sağ terör yok; bu nedenle Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul öldürüldü! Prof. Cavit Orhan Tütengil, Prof. Ümit Doğanay, Prof. Fikret Ünsal bunun için öldürüldüler. (...) İçimizde insan yüreği taşıyorsak şunu çok açık, çok net görelim. Bu terörün sağı da var solu da var. Soldaki terörü, devlet terörü ile ezmeye çalışıp sağdaki teröre göz kırpmak, devletin meşru temellerini sarsar. UĞUR MUMCU (Cumhuriyet, 15 Nisan 1980) ¦ Doç. Dr. OrhanYavuz Bunca yıl, bin bir güçlükle oku, üniversiteyi bitir, en güzel YETER ARTIK... çağında yurduna ve ulusuna en yararlı olacağın bir günde eşkıya çetesinin kanlı bıçaklarına hedef ol, bir pusuda vurulup öldürül! Yok mu, yok mu hesap soran? Bilinsin artık, bıçak kemiğe dayanmıştır. Bu koşullar böyle sürüp giderse, herkes kendi başının çaresine bakacaktır. Orhan Yavuz’un bedeninden akan o kan, gencecik bilim adamının kanı, ülkemizi bu koşullara sürükleyenleri bir gün boğmayacak mıdır? GÖZLEM UĞUR MUMCU Artık ne polis, ne adliye, ne de hükümetten hiçbir şey beklemiyoruz. Her an öldürülme tehlikesiyle karşı karşıyayız... Erzurum Atatürk Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Orhan Yavuz bu satırları yazdıktan bir süre sonra alçakça, hunharca ve namussuzca kurulan bir pusuda bıçaklanarak öldürülmüştür. Devlet utansın, devlet!.. Düşünün bir kez... Bir öğretim üyesi evinde bile rahatça oturamıyor. Her an öldürüleceğinden korkuyor,“tek başına dışarı çıkamıyoruz” diyor ve korktuğu da başına geliyor. Bıçaklanıyor ve öldürülüyor. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz biz?.. Öğrenci kanı ile beslenen“siyasal vampirler”doymamışlar, şimdi öğretim üyelerinin kanlarını emecekler. Adım adım bu noktaya tırmandılar. Kaç yurttaşımız öldürüldü iki yıldır; yüz elli mi? İki yüz mü? İki yüz elli mi?.. Kaç kişi yaşamlarının en güzel yaşlarında cephe milliyetçiliğine adanan kurbanlar gibi birer birer öldürüldüler; işkenceyle öldürüldüler, kanlı planlarla öldürüldüler, arkalarından vurularak, sırtlarından hançerlenerek öldürüldüler. Ve bunca tabut, kanlı kefenlerle cephe partilerinin sırtında bir utanç yükü gibi asılıp durmaktadır. Ama kim dinler, kim aldırır bunlara?.. Eğer gelecek seçimde de bu hükümet gibi bir hükümet iktidara gelirse, burada bize yaşama hakkı yok... Doç. Dr. Orhan Yavuz sanki öld rak öldürüleceğini bilmiş gibi yazmış bu satırları. Bir öğretim üyesi üniversitesinde özgürce dolaşamıyorsa, neye yarar üniversiteler, amfiler, sını ar, laboratuvarlar?.. Neye yarar diplomalar, doktoralar, cüppeler? Neye yarar rektörler, dekanlar, profesör kurulları? Ne içindir bütün bunlar?.. Devlet yoksa, devlet üç buçuk eşkıyaya teslim olmuşsa, ne yapsın rektörler, dekanlar, profesörler? Eşkıyanın kökü üniversitenin dışındadır. Bir çete, alçak, hunhar bir çete, ellerine verilen silahlarla bütün yurdu kana buluyor da, bunca etkili ve yetkili hep birlikte susuyor. Ne biçim ülke olduk? Hepimizin üzerine gencecik çocukların mezarlarından alınan bir avuç ölü toprağı mı serpildi yoksa?.. Savcılar, valiler, emniyet müdürleri, insanlık adına konuşun hiç olmazsa. Bunca yıl, bin bir güçlükle oku, üniversiteyi bitir, en güzel çağında yurduna ve ulusuna en yararlı olacağın bir günde, eşkıya çetesinin kanlı bıçaklarına hedef ol, bir pusuda vurulup öldürül!.. Yok mu, yok mu bir hesap soran?.. Biliniz artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Bu koşullar böyle sürüp giderse, herkes artık kendi başının çaresine bakacaktır. Orhan Yavuz’un bedeninden akan kan, gencecik bilim adamının kanı, ülkemizi bu koşullara sürükleyenleri bir gün boğm (Cumhuriyet, 18 Haziran 1977) Yazar Ümit Kaftancıoğlu, ölümünden bir gece önce MHP Genel Başkanı Türkeş’in, “sağ terör yoktur” diyen konuşmasını televizyondan izleyip, belki de bu konuda bir yazı yazmayı düşünüyordu. Belki de namlular üzerine çevrildiğinde, aynı konuşma beyin hücrelerinden öyle, yıldırım hızıyla gelip geçiyordu, kim bilir! Evet, sağ terör yok! Onun için Abdi İpekçi öldürüldü! Sağ terör yok; onun için Doğan Öz öldürüldü! Sağ terör yok; bu nedenle Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul öldürüldü! Prof. Cavit Orhan Tütengil, Prof. Ümit Doğanay, Prof. Fikret Ünsal bunun için öldürüldüler!.. Sağ terör yok; herhalde Doçent Orhan Yavuz, Doçent Bedrettin Cömert, Doçent Necdet Bulut bunun için öldürüldüler! Sağ terör yok; 7TİP’li genç bu nedenle evlerinde boğazlandılar! Politika Gazetesi yazıişleri Müdürü Ali İhsan Özgür, Gani Bozarslan, bu nedenle öldürüldü. İlerici öğretmenTalip Öztrak bunun için vuruldu!Ve ilerici işçiler, köylüler ve de devrimci öğrenciler birer birer bunun için öldürüldüler!.. Sağ terör yoksa, bu kanlı tabutların anlamı ne? Kim öldürüyor bunca insanı? Kahramanmaraş’ta akıtılan yurttaş kanını kim dökmüştü, kim?!.. Bu insanların dirilerine saygı göstermeyen bir parti lideri, hiç olmazsa bu terör kurbanlarının, yurdumuzun şimdi her biri sessiz birer mezar taşı olan bu en seçkin, en yetişmiş insanlarının anılarına olsun saygı göstermelidir diye beklemeyin boş yere!.. Televizyon ekranına çıkacak ve kırk milyonun gözünün içine baka baka“sağ terör yok” diye hiç çekinmeden, hiç iç sıkıntısı duymadan konuşacaktır, ne bekliyorsunuz başka?! Bay Türkeş, üç yıl MC hükümetlerinde yor dedirtemezsiniz” diyen AP Genel BaşBaşbakan Yardımcısı olarak Milli Güvenlik kanı’nın kafası ile, bunca ilerici aydının, öğKurulu’na girmiş; Genelkurmay Başkanı ve rencinin, işçinin ve köylünün kanlı tabutlaKuvvet Komutanları önünde, devlete bu dü rına bakıp “Türkiye’de sağ terör yoktur” diyen Türkeş’in değil devlet yönetmek, bu düşüncelerle yirminci yüzyılın ikinci yarısında parti yönetmesi bile yeterli ayıp sayılmalıdır!.. Ama ne yaparsınız ki burasıTürkiye’dir; ne yaparsınız ki insan kanı, çok partili hayatın bir sebil suyu gibi akıtıldıkça akıtılmakta ve bu tabutlar üzerinde parlak demeçlerle politikalar yapılmaktadır... Bu terör sürdükçe,Türkiye’de demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından, anayasal düzenden söz etmeye olanak yoktur. Bu terör sürdükçe yapılan seçimlerin kusura bakılmasın sonuçları şüpheli, meşru olup olmadığı tartışmalıdır! Bir basit sözleşmede bile zorlayıcı etkenlerle atılan imzaları geçerli saymayan hukuk teorileri, kan kusan namlularla engellenen özgür düşünceyi, seçmen iradesini, seçşüncelerle yön vermeye çalışmıştır; gerisini me ve seçilme hakkını nasıl geçerli, nasıl siz düşünün artık... “meşru”, nasıl olağan sayacaktır bilemiyoHer gün, ortalama beş on can alan bu te rum. rör ortamında insanların vicdanlarıyla baş Yazar Ümit Kaftancıoğlu da acımasız tebaşa kalmaları gerekir. Ölenler, bizim in röre kurban gitti. Ve sanki, “sağ terör yoksanlarımızdır; sağcısıyla, solcusuyla, öğren tur” sözlerini sıcağı sıcağına “tekzip” edercisi, öğretmeni, subayı, askeri, memuru, iş cesine öldü... çisi, polisi, savcısıyla bizim insanlarımızdır Çanakkale Savaşı için eski yazarlar,“oraya bunlar! bir üniversite gömdük”derler. Şu beş on yılİçimizde insan yüreği taşıyorsak şunu çok dır, toprağa kaç üniversite gömdük düşünaçık, çok net olarak görelim. Bu terörün sa senize!.. Yazarlar, savcılar, yargıçlar, profeğı da var solu da var. Soldaki terörü, devlet sörler, doçentler, doktorlar, avukatlar, erler, terörü ile ezmeye çalışıp sağdaki teröre göz subaylar, polisler, komiserler, emniyet mükırpmak, devletin meşru temellerini sarsar. dürleri, kimler, kimler!.. Katilin sağcısı, solcusu, devrimcisi, ülkücü Böyle bir dönemin başbakanı, bakanı, sü olmaz! Katil katildir! parti başkanı olmak bir yana, bütün bu Kahramanmaraş sokaklarında oluk oluk olayların yalnızca tanığı olmaktan bile inakan akarken, “bana milliyetçiler suç işleti nın, utanç duyuyorum!.. GÖZLEM UĞUR MUMCU BAHRİYE ÜÇOK... (Cumhuriyet, 9 Ekim 1990) FRANKFURT– Laikliğin dirençli ve imanlı savunucusu Bahriye Üçok’un ölümünü Frankfurt’ta öğrendim. İçim acıyla doldu. Bahriye Üçok, Ankara Hukuk Fakültesinin emekli siyasal tarih profesörü Atatürkçü aydın, tarih ve dil bilgini Coşkun Üçok’un eşiydi. Karı koca Üçoklar, bütün yaşamları boyunca hep laikliği savundular. Prof. Coşkun Üçok, iki yıl önce aramızdan ayrıldı; son yıllarda sürekli ölüm tehditleri alan Bahriye Üçok da profesyonelce düzenlenen bir suikast ile öldürüldü. Üçok, 26 Eylül günü Almanya’nınTübingen kentinde“İslamda Kadın ve Laiklik” konusunda bir konferans vermişti. Üçok, Berlin Türk Bilim ve Teknoloji Merkezi tarafından düzenlenen “laiklik ve demokrasi”konulu bir konferans vermek üzere önümüzdeki günlerde Berlin’e gidecekti. Turan Dursun da, öldürülmeseydi Almanya’nın çeşitli kentlerinde din ve laiklik konularında konuşmalar yapacaktı. Bahriye Üçok niçin öldürüldü? Bu sorunun yanıtı bellidir. Atatürk ilkelerini savunduğu için! Evet bunun için. Üniversite ve yüksekokullarda kız öğrencilerin başörtü takmalarının İslam dini ile ilgisinin bulunmadığını, türban ve başörtünün birtakım tarikatların bayrağı gibi kullanıldığını kanıtladığı için. Ne acı ve ne yazık ki, ülkemizde cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün ilkelerini savunmak artık bir cesaret işi olmuştur! Prof. Muammer Aksoy da Atatürk ilkelerini inançla ve dirençle savunduğu için öldürüldü. Ülkemizin aydınlık yüzlü, ilerici ve namuslu aydınları karanlık güç ve örgütlerce art arda öldürülüyorlar. Kubilay’ı kör testere ile boğazını kesip öldürenler, bugün birer birer hortlayıp Ata türkçü aydın avına çıkıyorlar. Devlet, bütün bu olup bitenleri, tribünlerden seyrediyor. Soygun, gasp ve cinayet gün geçtikçe çoğalıyor ve terör her gün biraz daha artıyor. Devlet, bu kanlı gösterileri gözünün ucuyla izliyor. Tıpkı 12 Eylül öncesinde olduğu gibi! İslami Hareket adlı örgüt Aksoy’u da Üçok’u da öldürdüklerini açıklıyor. Bu örgütü kimler yönetiyor? Bu örgüt, bir komşu ülkeden mi yönetiliyor? Bu örgütün Almanya’da adamları ve silahlı militanları mı var? Kim bunlar? Bunların kim olduklarını bulup ortaya çıkartmak devletin görevidir. Devletin görevi bu gibi konularda teori üretmek değil, cinayetlerle ilgili somut kanıtlar bulmaktır. Aksoy cinayeti susturucu takılmış bir silah ile işlendi... Çetin Emeç cinayetinde de susturucu kullanıldı. Cinayetlerde izlenen yöntem bu cinayetlerin profesyonel ellerce işlendiğini gösteriyor. Kimler uçlarına susturucu takılmış silah kullanır? Kimler bu tür bombaları yapabilir? Ve daha da önemlisi; kimler cinayetlerden sonra polisin giremeyeceği yerlere gizlenebilir? İslamcı terör örgütleri kimler? Bunları kim kurmuş? Teröristlerin rahatça girip çıktıkları yabancı elçilikler var mı?Türkiye’de son yıllarda öldürülen yabancılar kimler? Kimlerin Avrupa’da ve özellikle Almanya’da bu tür örgütlerle ilişkileri var? Bunlara benzer cinayetler, nerelerde, ne zaman ve kimler tarafından işlenmiş? Bu cinayetler önlenmezse; yalnızca Prof. Aksoy gibi, Doç. Bahriye Üçok gibi, gazeteci Çetin Emeç gibi ve Turan Dursun gibi Atatürkçü aydınlar değil demokrasinin kendisi de terör kurbanları arasına girecektir! ¦ Bahriye Üçok Ne acı ve ne yazık ki, ülkemizde Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün ilkelerini savunmak artık bir cesaret işi olmuştur! (...) Kubilay’ı kör testere ile boğazını kesip öldürenler, bugün birer birer hortlayıp, Atatürkçü aydın avına çıkıyor. GÖZLEM UĞUR MUMCU ÇETİN EMEÇ... (Cumhuriyet, 8 Mart 1990) ¦ Çetin Emeç Ülkemiz, örgütlü suç çetelerince yeniden 12 Eylül öncesi koşullarına sürükleniyor. Peki önlem? Önlem yok! Evet yok... 12 Eylül öncesinde terör nasıl devleti teslim almışsa bugün de hemen hemen aynı yöntemlerle teslim almak üzeredir. Hürriyet gazetesi yazarı Çetin Emeç, dün sabahİstanbulSuadiye’deşoförüSinanErcan ile birlikte evinden çıkıp arabasına binerken maskeli iki kişi tarafından uçlarına susturucu takılmış tam otomatik silahlarla açılan ateş sonucu öldürüldü. Saldırganlarınikiayrısilahkullandıklarıbelirlendi. Emeç ve şoförü Ercan, Göztepe Hastanesine götürülürken yolda can verdiler. Emeç’in vücudundan yedi kurşun çıkarıldı. Katiller, olay yerinden bir gece önce Etiler’dençaldıklarıAvukatErdoğanTuncer’in34 FFE 21 plaka sayılı Doğan marka araca binip kaçtılar. Suçta kullanılan bu araç, olaydan yaklaşık4saatsonrabirihbarsonucucinayet yerine pek de uzak olmayan bir yerde, Bostancı Karakoluna yakın bir sokakta bulundu. Bir ipucu yok! Sabah gazetesini arayan bir ses cinayetin “Türkİslam Komandoları”tarafından işlendiğinisöylemiş.Buaddabirörgütbilinmiyor. Katiller, önceki gece saat 22.00 sularında avukatTuncer’i silahla tehdit edip aracı zorla almışlar. Tuncer, saat 22.30’da Etiler Karakoluna başvurarak durumu bildirmiş. Bildirmiş, ama araba ele geçmemiş. Polisçe plaka numarası bilinen aracı kullanan katiller, hiçbir engel ile karşılaşmadan köprüyü geçiyorlar ve cinayeti işleyip kaçıyorlar. Bu bir aymazlık değil de nedir? Bugünlerdeki her kuyumcu soygunu, her gasp olayı terör ile doğrudan bağlantılı görülmelidir. 12 Eylül öncesi suç grafikleri soygungaspterörilişkisiniyeterinceortayakoymuştu. 12 Eylül 197912 Eylül 1980 arası 2202 soygun olmuş; aynı dönemde 2612 kişi öldürülmüş, yine aynı süre içinde 735.925 çeşitlicinsvemarkasilahve580.284mermiele geçirilmişti. Soygunlar ve gasp olayları terörün habercisidirler. Hem MİT’in hem polisin bu bilinçte ve duyarlıkta olmaları gerekir. Kaldı ki Aksoy cinayeti, terörün tırmandırılacağıkuşkusuverençokönemlibirgöstergeydi. Bugünlerde her olay bir de bu açıdan değerlendirilmeliydi. Olay nasıl tırmandırıldı? İstanbul’daönceBinbaşıEsatKayaYıldıran PKK teröristlerince öldürüldü. Sonra da emekli Albay Rıfat Uğurlutan bilinmeyen kişilerce kurşunlandı. Aynı günlerde kuyumcu soygunları ve bombalamalara tanık olundu. 1 Mayıs olaylarında kalabalığa ateş ederken çekilmiş fotoğrafları gazetelerde yayımlanan polis memuru Kâzım Çakmakçı’nın kimliği bilinmeyen kişilerce evinin önünde öldürülmesini, Prof. Muammer Aksoy cinayeti izledi; Emeç de Aksoy cinayeti üzerinden henüz bir ay geçmişken evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü. Bütün bu olaylar terörün kanlı grafiğidir; bu grafikten açıkça anlaşılıyor ki önümüzdekigünlerdeterördahadatırmanacak;çokdaha başka hede ere yönelecektir. Türkiye, 12 Eylül öncesindeki cinayetleri andırır bir süreç içine itiliyor. 12EylülöncesindeMilliyetgazetesibaşyazarı Abdi İpekçi niçin öldürülmüşse, Prof. Aksoy ve gazeteci Emeç de herhalde aynı nedenlerle öldürülmüşlerdir. Amaç, bu gibi cinayetlerle terörü daha da tırmandırmak ve tırmanan bu terör ile toplumu yılgınlığa sürüklemektir. Emeç,songünlerdelaiklik veterörüzerine yazılaryazmıştı.Ençokduyarlıolduğukonular bunlardı. Emeç, son bir ay, çek ve senet mafyası... Hayali ihracatçılar... PKKErmeni terör örgütlerinin işbirlikleri gibi konular üzerinde durmuştu. ÇetinEmeç“Manzara” başlığındakisonyazısında uluslararası terörden Suriye’yi sorumlututmuşveşukuşkusunudilegetirmişti: –Bulutlardannemkapan,hayvanlaşanbir kaçık mantık... KomşusuTürkiye, su musluklarıyla fazla oynuyor diye aklını bozmuşsa... Ondan olmadık belalar beklememiz gerekmez mi? Enhaincinayetlerden...Bizihedefalan,en aşağılık işbirlikçilerine kadar... Emeç, aynı yazısında şunları da yazıyor: – Aralarında Prof. Aksoy’un hayatını da noktalayan suikast... O gündür bugündür sıraya, üç anarşi kurbanın kanı, hala yerlerde. Olmadıksaatlerdecaddeleri,araçlarıateşe verenler... Üniversite basıp ortalığı kıranlar, dökenler... Kuyumcu soyup esnafı haraca bağlayanlar... Çetin Emeç, bütün bu olayların arkasında “Kır canavarları”diye nitelendirdiği PKK’nın ve PKK’yı “fişeklendirdiğine” inandığı Suriye’nin bulunduğunu yazmıştı. Ülkemiz, örgütlü suç çetelerince yeniden 12 Eylül öncesi koşullarına sürükleniyor. Peki önlem? Önlem yok! Evet yok... 12Eylülöncesindeterörnasıldevletiteslim almışsa bugün de hemen hemen aynı yöntemlerle teslim almak üzeredir. GÖZLEM UĞUR MUMCU ¦ Prof. Dr. Muammer Aksoy Prof. Aksoy, isteseydi yabancı şirketlerin ve holdinglerin gözdesi olurdu. Bütün bunları elinin tersiyle itti. Çileli yola, devrimciliğe, Atatürkçülüğe baş koydu. Ve bu uğurda da baş verdi. (...) Aksoy’u öldüren kurşun Atatürk ile o Atatürkçülüğe sıkılmıştır. PROF. AKSOY... (Cumhuriyet, 1 Şubat 1990) Hukuk devletinin yılmaz savunucusu, Atatürk devrimlerinin ödün vermez savaşçısı, laikliğin simgesi, onur ve inanç anıtı Prof. Muammer Aksoy, dün akşam, “Atatürkçü Düşünce Derneği”nin toplantısından çıkıp evine girerken karanlık kurşunlara hedef oldu. Katiller olay yerinden hiç iz bırakmadan kaçmışlar. Olayı gören de yok, duyan da! Prof. Aksoy’un katının bulunduğu apartmanın zemin katındaki çiçekçi de “O sırada karşıda bakkalda”olduğunu söylüyor. Ne kaçanlar görülmüş ne silah sesi duyulmuş. Cinayetten sonra Anadolu Ajansı’nı arayan bir kişi, Prof. Aksoy’un“türban konusunda takındığı tavır nedeniyle öldürüldüğünü” söylemiş. Prof. Aksoy’un bürosu evi ile aynı cadde üzerindedir. Aksoy, her gün evinden bürosuna, bürosundan evine yürüyerek gider, gelirdi. Dün akşam da Prof. Aksoy başkanı olduğu “Atatürkçü Düşünce Derneği”nin toplantısından çıkmış, bürosundan evine kadarki yaklaşık birbir buçuk kilometrelik yolu yürüyerek apartmanın önüne gelmiş, apartman girişinde merdivenin hemen başında öldürülmüş. Olayı duyar duymaz evine gittim. Aksoy, bu aksaçlı inanç ve onur heykeli kör kurşun 1960 öncesinde Prof. Turhan Feyzioğlu, Menderes Hükümeti’nce bakanlık emrine alınınca hükümeti protesto ederek üniversiteden ayrılmış; DP Hükümetine karşı, demokrasiyi, hukuk devletini, temel hak ve özgürlükleri savunmuştu. DP Hükümeti Aksoy’u susturmak için bu inanç adamını bir kez tutuklatmıştı. Aksoy, 27 Mayıs İhtilalinden sonra oluşturulan Kurucu Mecliste Anayasa Komisyonu Sözcülüğü yapmış, 1961 Anayasasının yazımında etkin görevler üstlenmişti. 196070 döneminin milli petrol kavgası yine Prof. Aksoy’un inançlarının imzasını taşırdı. Gözaltına alınan, tutuklanan ilerici öğrencilerin ücretsiz avukatıydı Muammer Aksoy. Öğretmenlerin örgütlenme özgürlükleri konusunda çalıştı, çabaladı, yazılar yazdı, konferanslar verdi, o bitmeyen enerjisi ile açıkoturumlara katıldı, kitaplar yayımladı. Sosyal demokrasinin ülkemizdetanınması, yerleşmesi, kökleşmesi için savaşanların başında yine Prof. Muammer Aksoy vardı. 12 Mart cuntası, bu inançlı, bu kararlı, bu y hapis yattı. Düşünce özgürlüğünün, üniversite özerkliğinin, yargı güvencesinin yılmaz savunucusuydu Aksoy. 1970’li yılların ortalarında üniversiteden ayrılmış, 1977 seçimlerinde de CHP’den İstanbul Milletvekili olarak parlamentoya girmişti. Prof. Aksoy, 12 Eylül günlerinde Ankara Barosu Başkanıydı. Bu dönemde de hukuk devletini ve demokrasiyi savundu. İsteseydi yabancı şirketlerin ve holdinglerin gözdesi olurdu. Bütün bunları elinin tersiyle itti; çileli yola, devrimciliğe, Atatürkçülüğe baş koydu. Ve bu uğurda da baş verdi. En son çabası laikliğin savunulmasıydı. Bu amaçla“Atatürkçü Düşünce Derneği”ni kurmuş, dernek adına yapılacak açıklamayı kaleme almıştı. Prof. Aksoy, bir inanç ordusunun adıydı. Öylesine yiğit ve öylesine inançlıydı. Aksoy’u öldüren kurşun, Atatürk ile, 0Atatürkçülüğe sıkılmıştır. Alçakça kurşunlanan Aksoy, gittikçe sayıl
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle