Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
25 Şubat 2011 Cuma 347 09 Tenten 19 Mayıs Stadı’nda IŞIK KANSU 9 Mayıs Stadı’nın altına gizlenmiş ilk gençliğimizi aramaya çıktık. Bacaklarınıza sürdüğünüz anda tüm kaslarınızı ateş tuğlası kıvamına getiren Kapsolin, tere bulaşmış toz ve toprağın kokusunu yeniden duymak istedik... 19 Mayıs’ın altındaki izbe soyunma odalarındaki akmayan musluklara, neredeyse yüzyıllardır hiç çalıştırılmamış gibi duran duşlara takmazdık o zamanlar. Zımpara taşı gibi sahada kaydığınızı düşünün bir kere. Baldırlarınızdan sızan kanın üzerine oksijenli suyu döküverirdi bir sıhhiyeci, o da bulunursa. Kan ter içinde kalmanın ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmiştik. Mülkiyespor’da oynardık. Sol bektik. Çelimsiz, ama dirençli olduğumuzu söylerlerdi. Takım kaptanımız Hürol ağabey Adanademirspor’dan gelen GS’li Fatih Terim’e benzerdi top tekniğiSağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü yapardı. Kulüp başkanı Fazıl Kafadar, kız basketbol takımına özel özen gösterirdi de, her nedense, bize, Ankara Üçüncü Amatör Lig’de oynayan futbol takımına bakan pek olmazdı. Cebeci’de, Mülkiye’nin arkasındaki kapalı spor salonunda haftada bir gece yaptığımız kültürfizik, bir kaç tur koşu, ağırlık çalışması ile çıkardık maçlara. Ruh amatördü, formalar amatördü bir kaç yırtılmış, annem kendi elleriyle örmüştü mavibeyaz formamı kramponlar bile fare dişlemiş gibi delikler vardı üzerlerinde amatördü. Ama, 19 Mayıs dış sahasına çıktığımızda aslanlar gibi koşardık. Bağıra çağıra, ite kaka oynanırdı 1 maçlar. Hakemler bile amatördü. Çöp bacaklı, tozlukları yıpranmış, kartları bile eğri büğrü hakemler yönetirdi maçlarımızı. Sporcuyduk, ama aynı zamanda çocuktuk. Maç sonrası 19 Mayıs’ın çevresindeki ters dutla rın siyah sulu meyvelerine dalardık. Susuzluğumuzu giderir miydi? Gidermezdi. Yüzümüz gözümüz mor, dilimiz buruk, ellerimizde spor çantalarımız, başımızda güneş, sanki gürbüzleşirdik. Stadyumun kapısında bol kuy ruk yağlı, halis eşek etinden köfte satarlardı. Eşekler, zaman içinde evrim geçirdi, önce öküz, sonra ayı, daha sonra insansıya dönüştüler. Tükürük köftesinin bile tadı kalmadı. Sonbaharlarda stadın önünden sulu ayva alırdık. Alamaz olduk. Saatsiz kale arkasından izlediğimiz maçlarda kar tepemize tepemize yağarken şişesi arka cebimize uygun yapılmış kanyaktan bir fırt çekerdik. Çekemez olduk. Kimsenin aklına sahaya ayva çöpü, kanyak şişesi atmak gelmezdi... Seyircinin ayrıcalığı yoktu. Soğuktan korunmak için herkes sırtına, göğsüne gazete, ayağının altına da matris kartonu. Metin Oktay, fileleri yırtardı, ama efendiydi. Babalar, çocuklarını maça götürürken kin aşılamazlardı. Galatasaray, 19 Mayıs’a çıktığında, “Bak oğlum” derlerdi, “Galatasaraylı olmak bir ayrıcalıktır. Sarıkırmızı. Saha da yeşil. Gül bahçesine benzemiyor mu?” Ankaragücü’nün saatsiz kale arkasındaki gecekondusunda bile, kollar ileriye uzatılarak söylenen “Cim cim cim, dal dal dal ..... (öbür takım hangisiyse) al, al, al” gibi şimdikine oranla çok masum ünlemelere tanık olu nurdu. Gençlerbirliği’nin ateşli taraftarları arasında düzgün giysileri, olağanüstü ciddiyetleriyle ODTÜ’nün öğretim kadrosundan iktisatçı, matematikçi hocalar hemen seçilirdi. PTT’den Galatasaray’a geçen Metin Kurt vardı. Sağ kanadın karayeliydi, tıpkı delikanlı yüreği gibi. Devrimciydi üstelik. Öyle futbolcu göremez olduk. Yanlış anımsamıyorsak, Arap Samim (siyah tenliydi) de PTT’den Galatasaray’a gitmişti. Bıçak gibi savunmacıydı, ama hiç kimsenin ayağını kırmamıştı. Takım başkanlarının mafyaya bulaşmış olanları bile efendi efendi otururlardı yerlerinde. Aralarından bir teki bile ayağa kalkıp hakeme ya da karşı takımın oyuncusuna sövmezdi. Evet, yine hakemler yanlış karar verdiğinde onlara homoseksüelin Arapça karşılığı olan bildik söz uygun görülürdü ama, o da işin bir tür şakası gibiydi. Toprakspor vardı. Köylünün omuzdaşı Toprak Su Kurumu’ndan gelirdi. Kurumu kapattılar, köylüyü unuttular. Koyu kahverengibeyaz Toprakspor da toz oldu, gitti. Güneşspor vardı. Ankara’daki üniversiteli gençlerin takımı, fırtına gibiydi. Tüm güneşlerimizle birlikte karardı, gitti. Tıpkı bayrakların büyüyüp bağımsızlığımızın küçüldüğü gibi; oyun alanları, saçılan paraları, takım başkanları, parlatılmış futbolcuların ünleri büyüdükçe büyürken... Top oyununun ve oyunculuğunun gönüldenliği, takım tutkusu, kardeşliği ve canına diş takılmış temiz başarıları küçülüyor, küçülüyor, küçülüyor.