Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 Aralık 2011 Cuma 390 13 İKLİM ÖNGEL A NKARA Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) deneyimli sanatçısı ve Sürü, Bereketli Topraklar Üzerinde, El Kapısı, 72. Koğuş gibi Türk sinemasının klasikleşmiş pek çok filminde rol alan Erol Demiröz, hastane odasından Cumhuriyet’e film projesini anlattı. Demiröz, iyileşir iyileşmez çok özlediği sahnelere dönmeyi ve ilk sinema filmini çekmeyi planlıyor. Demiröz, tiyatro ve sinemaseverlerin yakından tanıdığı bir yüz. Yeni yılda sahnede 50. yılını kutlayacak. Mahsun Kırmızıgül’ün izleyiciyle yeni buluşan dizisi “Hayat Devam Ediyor” için İstanbul’a giden Demiröz, dönüş yolunda sancılanması üzerine doktora başvuruyor ve kanser başlangıcı tanısı konuyor, diziyi bırakmak zorunda kalıyor. Tedavi sürecinde direncini yitirmeyen ve gülümsemeyi yüzünden eksik etmeyen Demiröz, iyileşeceğinden emin.“Hastaneden çıkar çıkmaz ilk iş sinema filmimi çekmek” diyor... Hastanede filmprojesi S manzarayı görmem tüm hayatımı değiştirdi” diye anlatıyor. AST’ta 120 oyunda rol aldığını söyleyen Demiröz, İstanbul’daki birçok şöhretin AST’tan gittiğini vurguluyor. Demiröz, AST’ta, “Hiçbir devlet ve şehir tiyatrosunda cesaret edilemeyen oyunları sahnelediklerini” anımsatıyor. “Biz oynarız, onlar bizden 20 sene sonra oynar” diye konuşuyor. Demiröz, diğer Ankaralı tiyatrocuların tersine çok sayıda filmde rol aldı. Bir yandan “Başımı kaşıyacak vaktim yoktu” diyor, bir yandan da ekliyor: “Sahnelere döneceğim” Demiröz, hastanede yalnızlık da çekmemiş. “Ankara’da gelmeyen kalmadı. İstanbul’dan ise Tarık Akan, Rutkay Aziz, Altan Erkekli, Bülent Kayabaş, Güler Ökten geldiler” diyor. GÖRÜNÜM A. Celal BİNZET Mekanik Dünyadan İzler ‘Işıklar hayatımı değiştirdi’ Demiröz 1961’de üniversite eğitimi için Ankara’ya gelmiş. Geliş o geliş, “Trenle Sıhhiye Köprüsü’nden geçiyorduk. Bulvarın ışıklı halini ilk kez gördüm. O ‘Anı’dan bir sahne... Demiröz, 50. sanat yılını kutlamak için kendisinin bir girişimi olmayacağını, arkadaşlarının sürpriz yapabileceğini söylüyor. Demiröz’ün minik bir beklentisi var: “İlk kez 1 Mayıs Marşı AST’ta söylendi. Anı adlı oyundaki marşın söylendiği sahneyi oynasalar bana yeter.” ‘Ankaraiçinde göçoldu’ Demiröz, Ankara’da eskiden öğrencilerin ilk işinin AST’ın oyunlarını izlemek olduğunu söylüyor. “Öğrenciliğin ardından oyunlara gelmez oldular” diyen Demiröz, “Altındağ Ulus’a, Ulus Kızılay’a indi. Kızılay ise Gaziomanpaşa ve Ümitköy taraflarına gitti. Ankara içinde bir göç yaşandı. Kızılay artık eski Kızılay değil” diyor. Kızılay’da tiyatro izlemenin zorluğuna dikkat çeken Demiröz, “Dünyanın parası verilip bilet alınmış. Üzerine taksi parası eklenirse çok pahalı oluyor. Arabayla gelirse park yok. Geceleri ise tinerciler dolaşıyor. Artık Kızılay sokakları pek çok açıdan zor” diye anlatıyor. Demiröz, “Bir Ankara polisiyesi Behzat Ç”yi, “Dizide başkentin caddelerini görüyoruz ancak yaşayan bir Ankara göremiyoruz” diye eleştiriyor. Demiröz, “Daha çok karakol ve nezarethane görüyoruz. Seçilen mekânlar Ankara’yı tanımlayan mekânlar değil” diyor. anat yapıtının ortaya çıkma sürecinde nasıl bir etki zinciri içinde yapılandığını söylemek her zaman kolay olmasa gerek. Baştan tasarlayarak çıkılan yol üzerinde ilerlerken her şey önceden planlansa bile o tasarım kalıplarının dışında yeni sapaklardan gidilecek hedefler ortaya çıkabilir. Burada belirleyici olanın, sanatçının bilinci gerçeği olduğu su götürmez bir gerçektir. Onun algı dünyasını besleyen ırmakların hangi yataklardan kopup akarak hangi dönemeçlerden geçtiğini bilemeyiz elbet. Bu duruma bir de tekniğin getirip dayattığı olanakları eklediğimizde durum daha da karmaşık bir hal alır. Yusuf Demirtaş’ın Galeri Akdeniz’deki gravürlerini izlerken değinilen endişelerin pek de uzağında bulunduğumuz söylenemez. O endişeler sanatçının düşünce dünyasına egemen olan plastik biçimleme kaygısının dışavurumundan başka bir şey değil. Önceleri yağlıboya ile başladığı resim serüvenini uzun yıllardan beri metal gravüre doğru çeviren sanatçının alanında önemli aşamalar geçirdiği, bugüne değin açtığı sergiler aracılığıyla izlenebiliyor. Demirtaş, Pazarören İlköğretmen Okulu’ndan sonra katıldığı 1970 İstanbul İlköğretmen Okulu Resim seminerini ve ardından da Gazi Eğitim Enstitüsü Resimİş Bölümü’nü bitirdi. (1983) Daha sonra lisans tamamlama ve Yüksek Lisans programlarını da bitiren sanatçı Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde uzun yıllar görev yaptı. 1965 yılında katıldığı Devlet Resim ve Heykel sergisinde Özgün Baskı dalında ödüle değer bulundu. Bugüne değin çok sayıda kişisel sergisi yanında katıldığı karma etkinliklerle tanıdığımız sanatçının yapıtlarında iki temel eğilimin ağır bastığı gözlemlenebiliyor. Bunlardan ilki doğa motiflerine dayalı betimleme anlayışı. Öteki ise tümüyle doğanın saf dışı bırakıldığı, geometrik biçimler arası ilişkilerin irdelendiği düzenlemeler. Kimilerinde yer yer doğa izlenimleri sezilse bile bu düzenlemelerde biçimlerle rengin geçişme noktalarında girişik bezeme tarzı bir anlayışın izleri yer alıyor. Bazı gravürlerinde bu düşünce oluşumunun geriye itildiğini, onun yerine kunt biçimlerin egemenliğinde tek parçanın öne çıkarıldığı dikkatlerden kaçmıyor değil. Baştan da vurgulandığı gibi, bu farklı gibi görünen yönelmeler aslında sanatçının çalışma sırasında değişikliğe uğrayan düşüncesinin bir tür çeşitlemesi sayılabilir. Çukur baskı türünün bir uygulaması olan metal gravürün uzun bir ön çalışma isteyen hazırlık evresi akla getirilirse söz konusu değişikliği doğal saymak gerekeceği açıktır. Ama sonuçta, sanatçının tüm yapıtlarına sinen asıl havanın, günümüzün katı ve biraz da sevimsiz gerçekliğini içselleştiren bir anlayış olduğunun altını çizmek yanlış sayılmamalı. İnsanı otomatlaştıran, bir tür mekanik bir aygıt olmaya zorlayan dış baskıların etkisinde ortaya çıkarılan durumlara karşı göndermede bulunan resimler bunlar.