22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 ELEŞTİRİ Eren AYSAN 25 Kasım 2011 Cuma 386 Neden Şehrazat Olmasın? erkesin “Binbir Gece Masalları”nı okuduğu zamanlara ilişkin anıları vardır. Çocukluk yıllarının toyluğunda, yahut gençlik yıllarının coşkusunda saklı kalan döneme dair hatıralar masalların büyüsüyle harmanlanır. Orhan Pamuk henüz kısa pantolonluyken Avrupa tatilinde, Batılı gibi Binbir Gece Masalları’nı okuduğunu belirtirken, Murat Gülsoy da çocukluğunda derin izler bıraktığını düşündüğü masallarının izini, “ölüm” temasını ön plana alarak öykülerinde sürer. Kendini zaman zaman Avrupalı zaman zaman da Doğulu hisseden bizlerin Binbir Gece Masalları algısının son derece Batılı olduğu düşüncesindeyim. Bunun ardında, erken Cumhuriyet döneminde hedeflenen Türk kültürünün “gözü kapalı”, Batılı olma isteği yatmaktadır. Sadece resmi ideoloji taraftarlarının değil, aynı zamanda Avrupa ile ilişki kurmaya çok hevesli Türk aydınının da isteğidir bu. Avrupa’nın herhangi bir kentinde doğmamış olmanın dayanılmaz üzüntüsü her zaman acıyla taşınacaktır. Dolayısıyla neredeyse bir “Doğu miti” olarak karşımıza çıkar Binbir Gece Masalları. Doğu’ya Avrupalı bakışını akla getirdiğimizde de önce on dokuzuncu yüzyıl Avrupa romantiklerinin heyecanlı arayışlarını, Byron’dan Goethe’ye, Hugo’dan Musset’e kadar uzanan akıl sır ermeyen merakını görmemiz gerekir. Bunu ister bir zamanlar “Doğu rönesansı”nın da var olduğu savunusuyla, ister oryantalist bir bakışla ele alın. Masallara yönelimin ardında ebedi ve değişmez Doğu’yu algılama, hatta yeniden var etme çabası yatar. Bugün bilimsel bakış açısına duyulan saygıyla Edward Said’in, her konuda olduğu gibi Doğu’nun da istenildiği gibi “nesne”leştirildiği, oryantalizmin de böyle “nesne”leştirilmiş olduğu savı, aslında masalların Batılı gözüyle nasıl alımlandığını daha iyi görmemizi sağlar. Batı’nın, Doğu’yu yeniden üretme çabası içine girdiği düşüncesi, aslında masalların hakkında yaratılan algının bozulmadan günümüze kadar sürdürüldüğü bilgisini verir. Yeniden üretimlerde bile, uçan halılar, şişeden çıkan cinler, buhurdanlıklar, mistik kokular, erotik danslar, peçeler dışında yeni bir şey yoktur. Zihinsel algı, görsel algının kaynağıdır derler ya! Bugün çizgi filmlerde, gösterimlerde Doğu’ya yönelik kaba bakış açısından sıyrılamamamızın ardında bu klişeleşmiş yan yatar. Oysa Şehrazat Doğulular için ürkünçtür. Sözünü dinlettiği için erkeksi, bir o kadar da baştan çıkartıcıdır. Anlattığı hikâyelerle Şehriyar’ın zihnini bulandırmaktadır. Şehriyar ki ülkenin en kudretlisidir. Şehrazat, Şehriyar’ı oyalayarak bir anlamda onun gücünü çalmaktadır. Öte yandan dilbaz bir kadın tehlikelidir. Bu tavır düşünüldüğünde karşımıza dehşet verici çelişkiler çıkar. Ancak Passolini’nin Binbir Gece Masalları’ndaki tavır ile Korsakov’un onu yorumlaması arasında neredeyse bu oryantalist yan nedeniyle fark yoktur. Bizlerin Binbir Gece Masalları’na bu denli yakınken onu sahnede yorumlamaya neden bu kadar mesafe koyduğumuzu anlamış değilim. H ‘İnsanınruhu aşklakurtulur’ SELDA GÜNEYSU ‘Tannhäuser’, ADOB’un iddialı yapımları arasında A NKARA Bestelediği operaların librettosunu (eser metni) da yazan Richard Wagner’in ilk kez 1845’te Dresden’de sahneye taşınan eseri “Tannhäuser”, 166 yıl sonra, Ankara Devlet Opera ve Balesi’nce sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. ADOB’un, “bu yılın en iddialı yapımları” arasında gösterdiği eser, Ortaçağ Alman efsanelerinden olan “Tannhäuser” ve “Wartburg Şatosu müzikciler yarışması”ndan yola çıkarak, kutsal ve kutsal olmayan aşk arasındaki ilişkileri konu ediniyor. Wagner’in eseri, Heinrich Heine’nin Venüs Mağarası’nın çekiciliğini konu alan “Elemetarqeister” adlı şiirinden, Hoffmann’ın “Şarkıcılar Yarışması”ndan ve Johann Ludwig Tieck’in “Sarışın Eckbert” adlı yapıtlarından esinlenerek üç perde olarak bestelediği biliniyor. “Tannhäuser”, aslında tipik iyi kötü mücadelesini anlatan mitolojik bir eser. Eserde, Elizabeth’in saf aşkı ile aşk tanrıçası Venüs’ün şehvet dolu hisleri arasında kalan Tannhäuser’in yaşadığı gelgitler, iki temel ilkenin savaşı da anlatılıyor. Eseri sah neye koyan Prof. Hans Peter Lehmann, esere ilişkin şu bilgileri veriyor: “Wagner’in yaşamında odak noktası olan konu, bencillik karşısında aşkla elde edilebilecek bir zaferdi. Bu aslında bütün operalarının ağırlıklı odak noktasıydı. ‘Aşkın varlığını nasıl gerçekleştirebilirsiniz, kimin gücü yeter, kim onu en layık olduğu şekilde şarkıya döker? Elizabeth’den istediği bedel ne kadar yüksek ve ne kadar cüretkarsa da aşkını sunmasını sağlayacağım.’ Alman prensi bunu, Tannhäuser’in ikinci perdesinde Wartburg’ta toplanmış trubadur şarkılarından talep ediyor. Şarkıcılar arasında başlayan çekişme hakkında farklı görüşler var. Yüksek trubadur (sadece hizmet eden, erotik olmayan aşk) temsilcileri, Tannhäuser’in sanat özlemiyle karşılaşıyorlar ki bu aşkın tadını çıkarma özlemi, zevkle gerçekleşiyor. Aşk tanrıçası Venüs’ten aldığı karşılık, onu seven Elizabeth’i öldürücü bir biçimde hasta ediyor. Suçunun farkına vararak, papadan günahlarını affetmesini istemek için hacılarla birlikte acilen Roma’ya gidiyor Tannhäuser. Papa ise onu affetmeyi reddiyor ve böylece Tannhäuser tekrar aşk, çağıltı ve aşkınlık tanrıçası Venüs’e geri dönmenin yolunu arıyor.” Faust etkisi Lehmann, eser için Fransız şair ve eleştirmen Charles Baudelaire’nin “Tannhäuser, insan kalbinin ana savaş haline getirdiği iki farklı ilkenin savaşını anlatıyor. Yani etin ruhla, cehennemin cennetle, şeytanın Tanrı’yla olan savaşı bu...” sözlerini anımsatarak, eserin tamamı boyunca, “Meryem, gökyüzünün annesi; Venüs, yeryüzünün annesi; Düzen, çağıltı ve aşkınlık; Wartburg, Venüs Dağı; Gelenek, devrim; Kesin ahlâk (Wartburg), çile ve şehvet” ikiliklerinin belirdiğine dikkat çekiyor. Wagner’in bütün eserlerinde “kurtuluş düşüncesinin mevcut” olduğuna değiniyor. Lehmann, “Suçlu erkeğe kurtuluşu sunan her zaman için kadındır. Burada Goethe’nin Faust’u ile bir paralellik var. Onun şiirinde şöyle denmektedir: ‘Kim çaba gösteriyorsa, onu kurtarabiliriz.’ Tannhäuser’in son sözleri ise şöyle: ‘Kutsal Elizabeth, benim için dua et.’” diyor. 166yılsonra... Eserin dünya prömiyeri 19 Ekim 1845’te, Dresden’de gerçekleştirildi. Türkiye prömiyeri ise 7 Mayıs 2011’de... ADOB yetkililerine, eserin neden 166 yıl sonra Türkiye’de prömiyer yaptığını soruyoruz. Şöyle yanıtlıyorlar: “Richard Wagner dünyanın sayılı opera eseri bestecilerinden biridir. Eserleri de genellikle opera izleyicisi açısından deyim yerindeyse ‘ağır’ kabul edilir. Biz, Ankaralı izleyicilerin, Wagner operaları için hazır olup olmadığını düşündük. Ancak bu eser sahneye konulduğunda gördük ki, Ankaralı izleyici Wagner operalarına hazır. Müthiş bir ilgi var esere...” “Kanımı ve sinirlerimi harekete geçiren çoşkulu ve yürek parçalayıcı bir heyecanın içinde Tannhäuser’i besteledim” diyen Wagner’in eseri, bu yıl son kez 3 ve 10 Aralık’ta, saat 19.00’da, Opera Sahnesi’nde sanatseverlerle buluşacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle