Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 YANSIMALAR ŞeŞk KAHRAMANKAPTAN seŞk@kahramankaptan.com / www.kahramankaptan.com 28 Ocak 2011 Cuma 343 Timurlenk: E Aksak ve Yıldırım’a ‘Barok’ Bakış ngin kültürü ve araştırma gücüyle yapılmamışlara yönelen, zoru seven, başarısızlık ve eleştiriden korkmayan bir opera rejisörümüzdür Mehmet Ergüven... Bir süredir bizde pek denenmeyen “barok opera”lara gözünü dikti. Son olarak G. F. Haendel’in “Tamerlano”sunu Ankara’da sahneledi. Süreç içinde değerlendirildiğinde, operanın “emekleme çağı” diye nitelendirebileceğimiz barok operalar, bir tür “aryalar resmigeçidi” gibidir, günümüz izleyicisine durağan gelebilir. Ama Türkiye’deki müzikseverlerin “barok”a gösterdikleri ilgi, Haendel müziğinin güzelliği, iyi icrası Timurlenk operasını çekici hale getirmektedir. Nicola Haym’ın librettosunda tek “tarihi gerçek”, Yıldırım Bayezid’in 1402’deki Ankara Savaşı’nda yenilerek Timurlenk’e esir düşmesidir. Bu olayın çevresi, hayal gücü sayesinde aşk ve entrikayla doldurulmuştur. Timurlenk A Çocuklariçin‘Dansedeneşek’ Minikler en son Yenimahalle Belediyesi Dört Mevsim Salonu’nda sahnelenen “Dans Eden Eşek” adlı oyunu seyretti. Erıc Vos’un yazdığı Can Gürzap’ın Türkçeye çevirdiği oyun, eşeğinin dansıyla para kazanan bir gezginin hikâyesini anlatıyor. Oyunu keyifle izleyen çocuklar, oyun bitiminde selam veren oyuncuları uzun süre alkışladı. Yenimahalle dışındaki okullardan gelen talepleri de geri çevirilmezken, tüm öğrencilere tiyatronun kapıları açılıyor. Çocukların tiyatroyla büyümesi gerektiğinin altını çizen Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar, “Yeni neslin sosyal bireyler olabilmesi için sanatın her dalıyla tanışması gerekiyor. Biz de sosyal belediyecilik anlayışıyla geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza bu imkânları yaratıyoruz” diye kaydetti. NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yenimahalle Belediyesi, tiyatroyu sevdirmek için çevre okullarla işbirliği yapıp, çocuklara en güzel oyunları izlettiriyor. Operada altı şancı ve iki figüran sahne üstünde görev yapmaktadır. Altı karakterin dördü erkek, ikisi kadındır. Ama izleyici, dağılımı, iki erkek dört kadın olarak görünce merakla, “erkek rollerinde niye kadınlar var?” diye sormaktadır. Sorunun yanıtı bir başka “tarihi gerçek”tir. Barok dönemde çok sayıda “kastrato”, yani hadım edilmiş soprano sesli erkek şarkıcı vardı ve besteler bunlar göz önünde tutularak yapılıyordu. Dolayısıyla işin özüne sadık kalınmış, alto Ferda Yetişer de sesi ve fiziğiyle Timurlenk rolüne yakışmıştı. Yunan Prensi Andronico’da mezzo soprano Şebnem Algın, canlandırdığı kişiliği, “kukla duruşları”yla yansıttı. Herhalde rejisör böyle istemiş olmalıydı. Karadeniz’le düeti güzeldi. Bayezid’i, bir “helden tenor” olarak Almanya’da Wagner operalarında başarıyla sahneye çıkan, Saygun’un Kerem operasında da zoru başaran Ünüşan Kuloğlu canlandırıyordu. Barok aryaların özelliklerinden biri olan çok kısa aralıklarla inişçıkışlarda biraz zorlandı ama uzun soluğu ve güçlü volümüyle Bayezid’in müzikli konuşmaları ve ikinci perde aryalarında göz doldurdu. Asteria’da soprano Mehlika Karadeniz rolünü iyi içselleştirmişti, hem müzikli konuşmalarda, hem aryalarında barok tarzı yakalamaya çalıştı, hayli başarılı oldu. Prenses Irene’de mezzosoprano Zeynep Pınar Çakıt, sesi ve yorumuyla kulak doldurdu ama sahnesi yeterli olamadı. Leone’de bas bariton Cem Beran Sertkaya, rolünün kısalığına karşın temiz artikülasyonu, özgün ses rengi ve volümüyle kendini bir kez daha kanıtladı. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta, üç başarılı isim, Kuloğlu, Karadeniz ve Sertkaya’nın, kendilerini geliştirme çalışmalarını Finli bariton, pedagog Tom Krause ile yapmış olmalarıdır. Nihat Kahraman, rejisörün simetri ve perspektif isteyen yalın sahne istemini yerine getirmiş, ışığın ve Sevda Aksakoğlu’nun göz dolduran giysi tasarımının katkısıyla albenili bir görsellik yaratılmıştı. Genç şef Alessandro Cedrone yönetimindeki küçük orkestra, birinci perdede obuadaki aksama gibi birkaç ufak tefek kaza dışında, barok müziği elektronik çelestada Sean Kelly’nin önemli katkısıyla başarıyla seslendirdi. Mart sonuna kadar toplam 5 temsil var programda. Sadece müzik ve şarkılar için bile gidilebilecek bir yapım. Akmehmet’tenyeniresimler NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ressam Nihat Akmehmet’in yeni sergisi pazartesi günü Ankara Üniversitesi Kültür ve Sanat Evi’nde sanatseverlerin beğenisine sunulacak. Genellikle soyut imgeler üzerine resim yapan ressam, yeni sergisi için “Hayallerimi tuvallerle yansıtırken, görüneni görsellikte değil, düşüncede yaratıyorum” diyor. İstanbul’da, 1958 yılında dünyaya gelen ressam Nihat Akmehmet, Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Bölümü’nden mezun oldu. Üniversiteden mezun olduktan sonra Ankara’da A yaşamayı tercih eden sanatçı, bir süre özel sektörde yönetici olarak çalıştı. 2000 yılından bu yana da “serbest proje danışmanı” olarak çalışan sanatçının sanata olan ilgisi 1975 yılında, fotoğraf ile başladı. Manzara, mimari, arkeoloji ve tanıtım, dans fotoğrafları çekti. Resim çalışmalarına 2006 yılında Haluk Evitan Atölyesi’nde başlayan sanatçı, sanat altyapısını ağırlıklı olarak soyut tarzda oluşturdu. Çalışmalarını kendi atölyesinde sürdüren sanatçının ikinci kişisel sergisi de pazartesi günü Ankara Üniversitesi Kültür ve Sanat Evi’nde sanatseverlerin beğenisine sunula cak. Sanatçı sergide yer alan eserleri hakkındaki görüşlerini şöyle dile getiriyor: “Kendimi sanatçı zannetmeden, estetik ve teknik kurallar içinde kalarak, doğru işler çıkarmaya çalışıyorum. Hayallerimi tuvallerle yansıtırken, görüneni görsellikte değil, düşüncede yaratıyorum. Resim fikirle başlıyor, birikimle besleniyor, görme kültürüyle pekişiyor, yaparak gelişiyor. Fikret Otyam üstadın şu sözü aklımda: Sel gider, kum kalır. Bakalım senden ne kalacak...” Akmehmet’in sergisi 11 Şubat’a değin görülebilir.