Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 YANSIMALAR ŞeŞk KAHRAMANKAPTAN seŞk@kahramankaptan.com / www.kahramankaptan.com 19 Kasım 2010 Cuma 333 SİNEMA TİYATRO ELEŞTİRİ Eren AYSAN ardaş Prensesi’nin ikinci temsili de yapıldı ve böylece ikinci kastı da görmüş olduk. Peki, operalarda, balede neden kast sistemi uygulanıyor? Neden bir rol için iki hâttâ bazen dört kişi hazırlanıyor ve bu şarkıcılar temsillerde sırayla rol alıyor? Pek çok nedeni var.Opera zor bir sanat. Açıklanmış temsillerin iptal edilmemesi lazım. Şarkıcılar hastalanabiliyor, sesleriyle ilgili sorun yaşayabiliyor. Bu durumda hazır olan ikinci şarkıcının süratle devreye sokulup temsilin yapılması sağlanıyor. Ayrıca oyunun üst düzeyde olabilmesi için, eşitler arasında bile olsa en iyinin, oyunun tanıtımı sayılan ilk gece çıkması bir gelenek. Saptanan oyunculardan bazılarının daha hazırlık evresinde ve ilk provalarda belirlenen rol için, ses rengi ve özellikleri bakımından uygun olmadığı anlaşılabiliyor. Kast sistemi bir rol için belirlenen çok sayıdaki şarkıcının hazırlanmasıyla, eldeki kadronun genel anlamda repertuvarının zenginleşmesini de sağlıyor. Başlangıçta rol için belirlenen ve çalışan isimler arasından, son provalarda ilk gece çıkacak isimleri kurumlardaki işleyişe göre, orkestra şefi ve rejisör birlikte belirliyor, ya da ağır basan biri seçiyor. Bizde yönetimin tercihi de etkili oluyor. Hele orkestra şefi yabancıysa, bu etki biraz daha fazla olabiliyor. Çardaş kadrosu selamda... Ç Çardaş Prensesi’ndeki kastlar... New York’ta Beş Minare’de Cemaatin Ele Alınışı M Müziksiz uzun konuşmalar bulunan Çardaş Prensesi’nde, çoğu rol için iki isim saptanmıştı. İlk gece “operatik yönü ağır basan”, ikinci temsilde ise “daha doğal izlenim veren” birer kast izledik. Başrol varyete şarkıcısı Slya Varescu’da (soprano) ilk gece Funda Ateşoğlu aryalarında, ikinci temsilde Selva Erdener sahne performansında daha “doğal” algılandı. Erkek başrol Edwin’de (tenor) Murat Karahan kendiliğinden tek kast kalmıştı. İtalyan operaları ve operetler için giderek biçilmiş kaftan olma yolunda ilerleyen Karahan, hem ses, hem sahne olarak başarılıydı. Operetin kilit karakterlerinden Boni’de (tenor) Arda Doğan, oyunculuk anlamında “ham” bir görüntü verdi. İkinci temsilde Semih Bayraktar fiziğini ve deneyimini iyi kullanarak sahneyi doldurdu. Kontes Stasi’de (soprano) Sema Özer aşırı mimikli ve abartılı bir oyun sergilerken, genç Begüm Mengü daha doğaldı. Feri von Kerekes’de (bariton) İnanç Makinel ve Berkant Coşkun, birbirlerini aratmadılar. Prens’de (Bariton) Aydın Toksoy, sahnesi ve diyaloglardaki tonlamalarıyla başarılıydı. Yaptığı bir erken giriş, akışı engellemeyince pek farkedilmedi. Serhat Güngör ise biraz tutuktu. Prenses’te (soprano) Seza Deneme ve Güzin Yıldız, kendi fiziksel özelliklerini ve farklı oyunculuk yaklaşımlarını yansıttılar. Generalde (bariton) Emre Uluocak tek kast olarak, rolünü benimsediğini gösterdi.Viyanalı şef Wolfgang Scheidt’ın yönetimindeki orkestra, müziği temiz seslendirdi. Nilgün Bilsel Demireller’in hazırladığı danslar, Viyana operetine yakıştı, rejiyle bütünleşti ancak kalabalık sahnede, gerideki oyuncularla çok içiçe kaldı. Belki de bu, rejisör Recep Ayyılmaz’ın tercihiydi. Uzun ve lüzumsuz, özü hiç etkilemeyen diyalogların kesilmesiyle bu operetin aralar dahil 3.5 saatten 2 saat 45 dakikaya kısaltılması, hem izleyici, hem de oyunun etkisinin artması bakımından çok yararlı olacak. ahsun Kırmızıgül’ün senaryosunu yazıp, yönettiği “New York’ta Beş Minare” son zamanların üzerinde durulan, eleştiri oklarına hedef olan yapımlarından biri... Kimi, filmi dramatik yapının zayıflığı, kimi vasat ya da altında oyunculuk Mustafa Sandal ve Mahsun Kırmızıgül sergilenmesi, kimi de son derece didaktik bir söylem içermesi nedeniyle eleştirdi. Sinema tekniğinin başarılı sunumundan, aksiyonun izleyiciyi elinde tutmasından dolayı beğenenler de oldu. Ama filmdeki cemaat yapısı tartışmaya açılmadı. Açanlar da toplumsal bir olgu olan cemaatin tartışılmasının önemi üzerinde durdular! Film, faili meçhul gazeteci cinayetlerinden biriyle başlıyor. Polis teşkilatında cinayeti çözmeye çalışan, çeşitli dini cemaatleri izlemekle görevli polisler bulunuyor. Anlayacağınız cemaat içi ilişkileri olan bir teşkilat yapısından söz etmek mümkün değil. Bu yapı, acaba film Türkiye’de mi geçiyor sorusunu akla getiriyor. Yıllar yılı aranan Deccal kod adlı İslami terör örgütünün başı Amerika’da yakalanıyor. Onu ülkeye getirmekle görevli iki polis bilinmedik bir maceranın içine sürükleniyor. Nedeni ise liderin cemaat içi ilişkiler nedeniyle muazzam bir tuzakla Amerikan polisinden kaçırılması. Sosyolog Tönnies, cemaatleri, ilişkilerin hatır için desteklendiği, duygusal olduğu, geleneklerin egemen olduğu, daha çok mekanik dayanışmanın görüldüğü topluluk olarak ele alır. Tönnies’in cemaati modern öncesi olarak yorumlamasına karşın, Weber cemaatin sanayi toplumlarında da varlık gösterebileceğini öne sürer. Bunlar, cemaatin varlık bulma biçimlerine yönelik temel anlayış. Hatta ister istemez, filmde de bulunabilecek öğeler. Ancak atlanan, insanın erdemini, insana hoşgörüyü savunan bir cemaat liderinin Amerikan polisini bile şaşkına çevirecek bir kaçırılma olayının içinde olması. O zaman Haluk Bilginer’in lideri olduğu cemaat yeraltı örgütlenme biçiminde yer almıyor mu? Bu yöntem bugün ya da olası bir zaman dilimi içinde illegal bir yapıyı desteklemez mi? Filmde, ortalığı kan gölüne çeviren gerçek Deccal’ın bulunmasıyla her şeye karşın, yeraltı örgütü içinde yer alan lider bir kere daha aklanıyor! Şunu söylemeden geçmeyeyim, böylesine çok katmanlı bir örgütlenme biçimini gerçek bir polis teşkilatı rahat bırakmaz! Sonrasında da dramatik yapı, daha gelenekçi bir yorumla töre cinayetine doğru evriliyor. Tuhaf kodlamaları olan film, neden basit bir cemaat tartışması içinde bırakılıyor dersiniz? Karar sizin… S BULMACA’NIN YANITLARI 1 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 İ Z T U Z U H A T T U Ş A Ş S A U N A S İ D E M L A H İ T R A T E K A R A İ N A D P A T A R A R E Ş K E M E R P U R O A N T İ O K H O S Ü R E R Ş U B R E L A L A N Y A A R M A D A İ S K E T E A S E C U A S T A R M O D A T Ç A A R E R D E A R A S E N K O P L E K E A Y D I N A F Y İ İ N Ç İ I H L A R A Ö L Ü D E N İ Z R A S P A T A K R A P E R G E M İ M L P E R A T O Hazırlayan: Sedat Yaşayan