Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 263/17 Temmuz 2009 ANKARA ANKARA Talât HALMAN stanbul’da, varlığıyla ve görkemleriyle haklı olarak övündüğümüz, İngiltere’nin “The London Times” gazetesinin kırk yıl önce “Dünyanın sekizinci harikası” diye tanımladığı Topkapı Sarayı’nda geçen hafta üzüldüğümüz, utandığımız, kınadığımız bir rezalet oldu: 60 yıldır dünyanın kültür ve müzik merkezlerinde Türk milletinin yüzünü ağartan, göğsünü kabartan İdil Biret’in bir dinletisini iptal ettirmeye kalkışan bir güruh, çirkin bir gövde gösterisi yaptı. İdil Biret’e, Topkapı Sarayı’na, Atatürk’ün hatırasına, AKKARA Saray’da Saygısızlık İ Türk kültürüne, Dünya müziğine, yaman bir saygısızlık... Maziden, bugünümüzden, hattâ yarınımızdan milletçe özür dilemeliyiz, diliyoruz. Başımızın tacı İdil Biret ve değerli eşi Şefik Büyükyüksel, sizler bu saygısızlığı hoşgörün. Bağışlamışsınızdır zaten. Siz, tanıdığım, tanımaktan onur duyduğum en iyi, en hümanist, en anlayışlı insanlardansınız. Ne yazık ki (ve ne kadar ayıptır ki) iyilere, iyiliğe sataşmak, saldırmak isteyen kötü niyetliler vardır her zaman. Neredeyse 38 yıl önce, 1971 Eylülü’nün başında Topkapı Sarayı tarihinde ilk kez “halka açık” bir müzik programı düzenlemeye karar verdiğimizde, gürültüler kopmuştu. Zamanın yüce Türk musikisi üstadı rahmetli Münir Nurettin Selçuk’tan bir konser rica ettikti. Elbette Münir Nurettin her zamanki nezaketiyle, Türk musikisine sevgisiyle kabul etti. Gel gör ki, her hayırlı işi eleştirmeyi marifet sayan bazı gafiller veryansın ettiler. Batı musikisi partizanları, Türk musikisine saldırmak için yaylım ateşi açtılar. Eski bir İstanbul Vali ve Belediye Başkanı, kendi döneminde böyle bir etkinliği gerçekleştirmemiş olduğundan kıskançlık duymuş olmalı ki konsere karşı yaygara kopardı. “Sarayı yakacaklar” gibi naralar atıldı. Oysa açık havada yer alacak konserin ses sistemi için Saray dışından araçlar getirilmiş, Sarayın elektriği kullanılmamıştı. Yine de, bir tehlike olabilir diye, itfaiyeden olağanüstü önlemler alınması istenmişti. Sonra 1971 Ekim’inde İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, resmî ziyaret için İstanbul’a geldiğinde yine Münir Nurettin Selçuk, bir Türk musikisi konseri sundu. O zaman da kızanlar ve sızlananlar olduydu. İstanbul Festivali başladıktan (1973’ten) sonra Topkapı Sarayı’nda, Aya İrini’de yüzlerce konser sunuldu. Ve Saray konserleri on yıllardır hiçbir sorunla karşılaşmaksızın devam ediyor. Sanatı baltalamak için fırsat kollayan ideoloji şaşkınları ve yaratıcılık düşmanları vardır her zaman. İdil Biret’e gösteri yapmaya kalkışanlar “Sarayın içinde şarap içilecek” gibi bahane uydurmuşlar. Topkapı Sarayı’nda, beş buçuk yüzyıla yaklaşan tarihi boyunca, ne zaman içki içilmemiştir ki! Bir gerici gazete Topkapı Sarayı’ndan “Mukaddes Mekân” diye söz etmiş. Kutsal bir tarafı yoktu o Saray’ın, bugün de yoktur elbette. Günümüzde taassup, Osmanlı’ya taş çıkartacak kadar vahim. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay’ın İdil Biret’e sataşan yobazlara verdiği yanıt, sanat ve ileri düşünce açısından çok güçlü ve sevindirici oldu. Bağnazlıktan kurtulursak Cumhuriyetimiz rahata kavuşacak ve tam bir uygar ülke olacak. KabîneKabiiine? lkemizin siyasal yönetimi, Başbakanın başkanlığını yaptığı Bakanlar Kurulu’ndadır. Resmî adı Bakanlar Kurulu olmakla bereber, politikacılar da, halk da, daha çok “kabine” terimini kullanır. Altı heceden iki sözcük yerine, bir tek kelime... Ses uyumuna uymadığı için dilimizin temel ses yapısına aykırıdır ama, kısa ve kolay gelir bize. Fransızcadan almışızdır: cabinet (sondaki t okunmaz). İngilizcesi de aynen öyle yazılır ama, t okunur. Her iki dilde bu kelimenin ortasındaki i kısadır, hiçbir zaman uzun î gibi telaffuz edilmez. Oysa bizde, nedense yanlış olarak, son zamanlarda kabîne telaffuzu dillere düştü. Geçen hafta (genelde telaffuzu doğru ve güzel olan) Başbakan da i’yi uzatarak kabîne demesin mi? Neden oluyor bu garip ve gülünç hata? İnsanlarımız, Arapçadan aldığımız Balta’nıneseri ayın Ahmet Cevat Balta, çok yönlü, kıdemli bir aydın. Evliya Çelebi’nin uzun uzun anlattığı Sadrazam Melek Ahmet Paşa ile Cumhuriyetimizn önde gelen hukukçularından ve Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’ndaki TC üyesi Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta’nın ailesinden. İktisat okumuş, üst düzey devlet memuru ve müfettiş olarak çalışmış. Kırıkkale Belediye Başkanlığı yapmış, kenti ihya etmiş. Yakın tarihimize ilişkin kitapları var. Şimdi de “Batılılaşmanın Tarihi: Batılılaşmanın Nedenleri ve Sonuçları” başlıklı bir eser yayınladı. Geniş okumaların, derin düşüncelerin, isabetli teşhislerin bir araya geldiği çok değerli ve yararlı bir kitap bu. Ulusumuzun Batılılaşma serüveninin hayırlı sonuçlarına, hâlâ sıkıntısını çektiğimiz başarısızlıklara ve bocalamalara ışık tutuyor. Ü kabile ile Fransızcadan gelen kabine’yi karıştırmaya başladıkları için. Kabile’nin i’si uzun okunur, doğrusu budur. (Yazık ki kabile’deki i’yi kısaltanlarımız da var.) Bakanlar Kurulu anlamına gelen kabine, hiçbir zaman kabîne (kabiiine) gibi uzatılmamalıdır. Başbakan ve bazı Bakanlar bu hatayı yaparlarsa vatandaşlar, gençler, çocuklar doğrusunu nerden, nasıl öğrenecek? Devlet büyüklerimizin Türkçemizi kullanırken özenli olmaya gayret göstermelerini istemek hakkımızdır, değil mi? Ama, bu konuda, iyimser olmak zor. Millî Eğitim sistemimiz, gramer, imla ve telaffuz öğretiminde yeteri kadar başarılı olamamıştır. Medyamızda yanlışlar sürüp gidiyor. Hataları düzeltmeye çalışan uzmanlarımızın sesleri pek duyulmuyor. Ben, hiç değilse, en yaygın yanlışların giderilmesi için basit bir öneride bulunmak istiyorum: TRT, devletimizin eğitici kanallarının sahibi olarak şöyle bir hizmet sunamaz mı? En hatalı söylendiği bilinen sözcük ve terimlerden 1520 tanesini seçip bunların doğru telaffuzunu TV’de ve radyoda programların arasına, 1015 saniyelik düzeltmeler hâlinde serpiştirseler... Ve bunları Türk Dil Kurumu Başkanı Sayın Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın veya Prof. Dr. Doğan Aksan gibi dil uzmanları, Jülide Gülizar gibi telaffuz ve diksiyon ustaları, Yıldız Kenter ve Haluk Bilginer gibi sanatçılar hazırlayabilirse çok etkili olur. Hangi sorunlu kelimeler düşünülebilir: kabine, vaka, demokrasi, dahi, meşale, muhalefet, meclis, saha, vaha ve başkaları. Belki böylelikle kabiiine, vakâ, demokrâsi, dâhi gibi yanlış söyleyişlerden kurtuluruz. Hiç değilse belki bozuk telaffuzlar biraz azalır. S 19