28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 262/10 Temmuz 2009 AÜDK mezunları rektörü dinliyor AÜDK: Bir Diploma Töreninin Anımsattıkları iploma törenlerini oldum olası pek severim. Gençlerin içlerindeki gelecek kaygısından, gördükleri eğitimin güvenilirliği, Avrupa’ya denkliği konusundaki kuşkularından bir an için sıyrılıp, diploma sevincini yaşamalarına, keplerin havaya fırlatılmasına tanıklık etmekten büyük keyif duyarım. Geçenlerde, Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın diploma töreninde ise olup biteni izlerken keyif aldım ama bir taraftan da derin düşüncelere daldım. Usuma askerlerin pek sevdiğim deyişi geldi: “Harp başlangıcında yığınakta yapacağınız hata harp boyunca devam eder. Siz o harbi kazanabilirsiniz ama başlangıçtaki hatalarla malul olarak!” Bir an için gerilere döndüm. Değerli dostumuz Prof. Dr. Günal Akbay, “Nihayet konservatuvarı resmen kuruyoruz” dediğinde takvimler 1998’i gösteriyordu. Rahmetli müzik insanımız, şef Hikmet Şimşek de heyecan içinde kuruluşun danışmanlığını yapıyor, Mamak’taki Cumhuriyetin ilk konservatuvar binasının geri alınıp bu okula tahsis edilmesinin düşlerini kuruyordu. “OperaKoro ve Modern Dans diye iki bölümle konservatuvar mı kurulurmuş?” diye Şimşek’in damarına bastığımda, “Cancağızım, hele bir başlasın da, Taluğ, AÜDK Müdürü ve ilk dereceleri paylaşanlarla D Yans malar Şefik KAHRAMANKAPTAN sefik@kahramankaptan.com öbür bölümler de var şemada... Şimdilik birkaç oda, birkaç piyanoyla başlanır, göç yolda düzülür” yanıtını bugün gibi hatırlıyorum! Okulun ilk kadrolu hocalarının piyanistbesteci Anjelika Akbar ve halen konservatuvarda koro şefliği yapan Dilruba Amanullaeva olduğunu anımsıyorum. Unuttuğum varsa beni bağışlasın! Tandoğan’da sekiz katlı bir binanın bir buçuk katına tıkılmış bir “konservatuvar”dı bu! YÖK kural ve zorunlulukları nedeniyle bir “diş hekimi”nin müdürlüğünde başlayan kuruluş sürecinde ve aradan geçen 11 yılda, göç bir türlü düzülemedi! Bir başka değerli dost, Prof. Dr. Nusret Aras, iki dönem süren rektörlüğünde çok iyisi olmayacaksa bu sevdadan vazgeçilip konservatuvarın kapatılması gerektiğine inanıyordu. Kapatmayı da pek göze alamadığından olsa gerek, hep mesafeli durdu konservatuvara... Yardımcısı Ramazan Arslan’ın önerisiyle koro şefi Mustafa Apaydın’ı profesör ünvanıyla müdürlüğe getirdi. Konservatuvar ancak ikinci döneminin sonuna doğru, Gümüşdere Yerleşkesi’nde Zirai Donatım’dan kalma ses yalıtımı bulunmayan yetersiz odalara ve garajdan bozma konser salonuna sahip binasına taşınabildi. Rektörlük, istese iki dönem içinde konservatuvara özgü tasarımlanmış, gerekli donanıma sahip bir bina yaptırabilir, çalgı dallarını da devreye sokabilirdi. Şimdi 11’inci yılında konservatuvarın geleceği, üniversitedeki hiyerarşi ve yapı gereği, gene öncelikle “rektör”e bağlı! Bu kez koltukta, bir başka değerli dost Prof. Dr. Cemal Taluğ oturuyor. Ziraat Fakültesi’ndeki dekanlık döneminden, tüm üniversite Taluğ’un sanata ve müziğe büyük değer veren, sıkça etkinlik düzenleyen, sanatçılarla iyi ilişkiler kuran bir kişilik olduğunu biliyor. O yıllarda konservatuvardaki etkinlikleri de izlediği için, duruma pek yabancı olmasa gerekti. Taluğ önce bir süre konservatuvarın yönetimini bir süre için rektörlük uhdesine aldı, ardından Indiana Üniversitesi’nden doktoralı bariton Doç. Dr. Hasan Yener’i müdürlüğe getirdi. Öğretim görevlileri besteci İsmail Sezen ile şancı Özlem Rumeli müdür yardımcılıklarını yapıyor. Ama konservatuvarın esas gereksinimi, yönetselden ziyade eğitsel kadrolar. Yıllardır yük çeken, okulun hamallığını yapan kimi piyano hocaları, hâlâ kadrosuz, cansiperane görev yapıyor. Artan öğrenci sayısına karşın temel müzik derslerini verecek kadrolu ve “yetkin” hocalara gereksinim var. taya çıkanın ne olabileceğini diploma törenindeki gösteride gördük! Temel eğitim aldığı sahneye yansıyan kişi, hocaları Özgür Adam İnanç’tı. Sundukları dansta hareketlerin eşzamanlı perdeye yansıtılması “fikir” olarak iyiydi ama “sahneüstü” seçilen müzikten giysi ve hareketlere daha çok “piyasa işi” bir izlenim bırakıyordu! Modern Dans diye bir bölümün, ancak lise ve lisans öğrenimini klasik balede yapmış bir mezuna yüksek lisans için açılabileceğini düşünüyorum. Bunu lisans eğitimi olarak düşünürseniz, iyi sonucu ancak, ilköğretimden itibaren klasik bale eğitimi alarak bölüme gelmiş öğrencilerden bekleyebilirsiniz. Ötekiler profesyonel bale topluluklarına giremez, “gösteri sektörü”nde iş bulabilir. HER MEZUN ‘SANATÇI’ MI? Yeri gelmişken, tüm akademisyenlerin dikkat etmesi gereken bir “nüans” var. Hocaların, konservatuvarı bitiren tüm gençleri “sanatçı” diye nitelendirmelerini garipsiyorum. Onlar ancak sanatçı olabilmek için gerekli kültürelsanatsal altyapı, birikim ve tekniğin bir bölümünü öğrenerek sadece diploma sahibi oluyorlar. Sanatçı kimliğine başka donanımlar ve duygulara da sahip olarak yıllar içinde ulaşabilirler. Ama peşinen onları sanatçı diye nitelendirdiğinizde, gidip “kartvizit” bastıranlar bile çıkabiliyor! Zaten memlekette ne yazık ki, eğlence sektöründe görev alan herkese sanatçı damgasını yapıştırıp duruyorlar! Gazetelerin magazin ekleri “çıplak” fotoğraflı “sanatçı”lardan geçilmiyor! Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın diploma töreninin bana anımsattıkları kısaca böyle. Bu arada garipsediğim başka şeyler de oldu. Piyasa ve eğlence sektörü, magazincilik üniversiteyi de mi etkilemiş? Sunucunun anonsları, harcıâlem TV’lerdeki yarışmaeğlence programlarına taş çıkartıyordu! Koro dinletisinde son sınıf öğrencileri için seçilen Rossini’nin “Kedi Düeti” herhalde gelen velileri eğlendirmeyi amaçlıyordu! Koro, şef Mustafa Apaydın tarafından genelde çok yüksek perdeden (forte) söyletildi ancak birliktelikleri iyiydi. Değerli bestecimiz Muammer Sun’un “Sevgi Her şeydir” parçasının ise hayli ağır tempoda söyletilerek, özgün yapısının korunmadığını düşünüyorum. Tabii, besteci salonda bulunmasına rağmen, eseri seslendirildikten sonra özel olarak selamlanmaması, sahneye davet edilmemesi de önemli bir eksiklikti. Kendisinin orada bulunduğunu, diplomalardan birini vermek üzere sunucu tarafından sahneye davet edildiğinde anladık. Rektör Taluğ’un dekanlığı döneminde “danışma”ya önem verdiği anımsanıyor. Herhalde rektörlük makamında da bu özelliğini geliştirerek sürdürecektir. Konservatuvarın nasıl geliştirilmesi gerektiği konusunda “gerçek ve deneyimli uzman”lardan kurulu bir bağımsız kuruldan rapor isterse, yol haritasını kolaylıkla hazırlar. Ankara Üniversitesi’nin elindeki arsalardan birine, gereksinime göre planlanacak bir konservatuvar binası inşa ederse, büyük hizmet yapmış olur. Ama öncelikli olan herhalde, eğitici olarak iyi isimlerin konservatuvara kazandırılması, hak edenlere kadro verilmesi ve büyük bir sıçrama için gerekli mekanizmanın oluşturulmasıdır. YIĞINAKTAKİ HATA GİDERİLMELİ En önemlisi “başlangıcta yığınıkta yapılan hata”yı daha geç olmadan telafi etmek. OperaKoro diye bölüm olmaz, adam gibi Şan Bölümü, bunun altında Koro dersi olur! Öncelikli olan şarkıcılık tekniğinin öğretilmesidir. Şarkıcı solo da söyler, koro da! Nitekim operadan yetkin hocaların “kaçmadan” önce görev aldığı dönemde yetişenlerden sınav kazanıp operaya kabul edilenler, yurtdışı yarışmalarda iyi derece alanlar oldu. Modern Dans diye de bölüm olmamalıdır. Bu ancak Bale Bölümü’ne bağlı bir dal olabilir. Zaten bale ve dans, temel eğitimi küçük yaştan itibaren alınması gereken bir sanat dalı. Liseden sonra modern dans adı altında alınan eğitimle or 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle