Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İşgal, Hüzün, Hazırlık 6 AY Alev COŞKUN Ahmet Rasim Sokak No:14 06550 Çankaya Tel: 442 30 50 CUMA PARASIZ EKİ ’ ! a m l O i l e ‘Deli D ? Prof. Dr. Necdet ADABAĞ ürk sineması on yıllar boyu, birkaç film dışında, melodram filmleriyle insanları oyaladı. İnsanlar sinemalardan gözü yaşlı çıktı. Varsıl oğlan fukara kız ikilisi ya da tersi üzerine kurulu filmlerle ne yapanlar ne de izleyenler mutlu oldu. Filmi yapanlar mutlu olmadılar çünkü sanat adına bir şey vermediklerinin kendileri de ayrımındaydılar; kendileri ancak akçasal olarak doyum sağlıyorlardı, tıpkı bugün kimi televizyon kanalları gibi. İzleyiciler mutlu değillerdi çünkü hiçbir kazanımları olmuyordu. Akıttıkları gözyaşları da cabasıydı. O zaman bir şey kazanamadıklarının ayrımında değillerdi, bugün de değiller. Televizyon kanallarına boş boş bakan izleyeciliklerinde bir şey değişmemiş gibi. Oysa o filmleri yapanlar Batılı meslektaşlarından ne denli geri kaldıklarının ayrımında olmalarına karşın o düzeye gelebilmek çabasını da göstermiyorlardı. Ne ki onlara şimdi sorsanız bin dereden bin su getirerek kendi beceriksizliklerine gerekçe ararlar. Kimi konularda hakları da yok değildi. Örneğin, sansür konusunda. O melodramlar sansüre takılmayacak, herhangi bir yasal yaptırıma uğramayacaktı. Ne diye uğraşsınlardı ki! İyi bir pazarları vardı akça getiren. Sansür kurulunu yakından bilen biri olarak üyelerin nasıl da öküzün altında buzağı aradıklarına çoğu kez tanık oldum. Her yerde, her şeyde kızıllık arayan sansür kurulu şarabın kızıllığından bile rahatsız oluyordu. Şimdi onlar kalktı mı? Bir başka uygulamalar var. Kimi yörelerde oyunların, filmlerin yasaklandığı sık sık görülmekte. Belediye başkanlarının, valilerin insafına kalmış bir şey. Her şeyi yerli yerine oturtan yasalar, yönetmelikler T gene yok. Keyfi yönetimlere dur di‘Deli Deli Olma’ o insansı ve inyecek… Oysa şimdiki yönetmenler, sancı yaklaşımının arkasında yaşanyapımcılar çok yürekli. Çağdaşlaş mamış ve gizli kalmış bir aşkı sakmanın gereği olanı yapmaktan ka lamıştır. Bu aşk birbirlerine kavuşaçınmıyorlar. İnsana yakışanı yapı mamış ve kimselerin bilmediği bir aşyorlar… kın öyküsü de olabilir. Bu aşk Ma‘Deli Deli Olma’ çok yüreklilik lakan bir gençle Tarık Akan Karsgerektiren bir film değil ama Murat lı Popuç adındaki genç bir kızın ŞeSaraçoğlu anlatımındaki rahatlığı du rif Sezer aşkıdır. Bu aşk, uçsuz buyan ve duyuran bir yönetmen. Sara caksız uzayan dümdüz bir alanda yer çoğlu, kamerayı istediği yöne iç ra yer kerpiç evlerle kesilmiş bir düz çizhatlığıyla çevirebilmiş, istediği man gi üzerinde filizlenmiş gibidir. Bu çizzarayı kareye oturtmuş ve çekim yap ginin başında kocaman taş bir bina tığı köyün tüm yoksunluk ve yok (değirmen); sonunda Ani Harabelesulluğunu gocunmadan sergileyen bir ri’ndeki bir başka taş bina (Ermeni kifilm ortaya koymuştur. İnsanların za lisesi) vardır. Bu çizginin kopuk vallılığı, fukaralığı, o soğuk kışa ve yerlerinde zaman zaman bir araya gekara karşın paltosuz, atkısız ve yır len ama kavuşamayan bir çift. Katık pırtık bir ayakkabılarıyla buzun üs vuşamamış olmalarının vermiş oltünde fink atan insanlarını filme ta duğu sıkıntıyı tüm yaşamları boyunca şıyarak toplumsal gerçekçilik adına kadın, kin ve öfkesiyle yansıtmış olbir ileti verirken sanki bizi yöneten masına karşın, erkek bu kin ve öfkeye lere “boş işlerle uğraşmayı bırakın hoşgörüsüyle karşılık vermiştir. Ne da yıkık dökük kerpiç evlere ba ki insan insanla yaşar, darda kalınca kın, insanınızın perişanlığını gö öfke ve nefret en azından görünüşrün” der gibidir. Yaşam tarzları bu te kustuğu insana yaklaşmak geredur deyip geçmenin bir anlamı yok ği duyar. Onu arar ve bulur. İki tur. Onlar, bunlara alışıktır demek an adım ötede de olsa onu aramak cak vurdumduymazlığın göstergesi gibi bir uğraş vermek olabilir. İşte bu tür filmler de iç sız zorunluluğu duyar. latır, insanı ağlatır, ağlatacak olanlar böyle filmler olmalı… Ülkenin, insanlarımızın perişanlığına, zavalılığına ağlamak gereği vardır. Ne ki tüm olumsuzluklara karşın –iklimsel, toplumsal, çevresel, ekinsel, ekonomik– insanların dayanma gücü şaşırtıcı. İnsana ilişkin iyimserlik kanallarını açacak gizilgücün varlığına ilişkin ipuçları veren bir film. Işığa hasret ama ışığa koşmaMalakanlar “süt içtikleri” ya sevdalı insanların filmi. Geiçin Rusya’dan kovulmuşlardır celeri aç susuz yer yatağınve doksan yıl boyunca Kars ve cida, tezek sobasının ılıklıvarındayerleşikkalmışlarancakyağında, toprak damın disak kalkınca kimileri Rusya’ya dönreklerini sayarak geçilen müş kimileri başka yerlere göç etuykuya karşın kendi çamiştir. Şu anda onlardan iz yok ama pında heyecanı, coşkusu anı kalmıştır.Türkiye’de kendi töreleyarını getirecek kadar rini, geleneklerini, çalışkanlıklarını sürgene de etkili. dürmüşlerdir. Filmin başında bir cenaze töreni görüyorum. Yüzü açık tabuta konulmuş olan ölmüş kişi. Bana Nâzım’ın bir şiirini anımsatıyor. “Buralarda ölüyü yüzü açık tabuta koyuyorlar; bir de bakıyorsun bir güvercin geçerkenüstündenbirkısmetyolluyoralnına… Şansı mı açılıyor yoksa!”Böyle demiyorsa da buna benzer bir şeydi Nâzım’ın söyledikleri… Piyano örgesi filmin sürükleyici öğesidir. Sanki başkahramanı gibi. At arabasının üstünde köyün karlı sokaklarında bir oradan bir oraya sürüklenmesi insanın içini burkan bir olay. Kimsenin kıymetini takdir etmediği ancak köyün öğretmeninin sahip çıktığı ve Popuç’un torunu Alma’nın ilgilendiği piyano borçlualacaklı kavgasındayatıştırıcıbirmalzemeolmuştur.Piyano,Mişka’nın baba ocağından kalan bir armağanıdır. Görülmeye Derler ya Rusya’da her evde bir piyano vardır diye. Belki de ondandır. Rusya’dan gelirken hiç üşenmeden onu getirmişlerdir. Köye yabancıdır piyano. Bu bağlamda Beethoven da “karşı köyün imamı”olmuştur.NekiPopuç’un ailesini ışığa kavuşturaneldeneledolaşan o piyano olmuştur. Mişka’yı da esenliğe kavuşturacaktı ama… Olmadı. ‘Deli Deli Olma’ güzel bir film. Tarık Akan, Şerif Sezer muhteşem ikili. Ve diğer oyuncular başarılı. Senaryo iyi ve ilginç olunca oyuncular daha rahat çevreyle özdeşleşiyor ve daha etkileyici oluyorlar. Görülmeye değer.Yılgınlıkgetirenbugerginortamdakaranlıktablolarınakarşıninsanıniçiniısıtan birfilm.Nekifilmbittiğinde“Ahkeşkeböyle bitmeseydi”diyen yüzler vardı sinema salonunda. Yapacak bir şey yok… Bu da yaşamın bir başka yüzü… değerbirfilm