02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 247/27 Mart 2009 ANKARA ANKARA Talât HALMAN erel seçimler, demokratik yönelim ve topluma hizmet ruhu içinde, kentleri geliştirecek yeni yapılanmalar ve doğru dürüst yönetim yaratmak amacıyla yapılır (hiç değilse öyle yapılması gerekir). Oysa, 29 Mart 2009 belediye seçimlerine yönelik parti kampanyaları, kentlerimizi hayırlı bir geleceğe kavuşturmak anlayışını göz önüne almak yerine, “kıyasıya kavga” gibi bir çirkinlikle yetindi, halka haksızlık yaptı göz göre göre. Meydanlardaki dalaşmalarda kentlerin hayrı düşünülmedi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesine aldırış edilmedi, “belediye” terimi bile pek az telaffuz edildi. Genel partizanlık, halkın yerel özerklik iradesini ezdi, geçti. Ülke çapında bir politik ölümkalım mücadelesine tanık olduk – üzülerek, utanç duyarak. Büyük kent alanlarında kalabalıkların ve televizyonlarda milyonların izlediği AKKARA Kentlere ihanet Y lider saldırıları, siyasal yaşamımızı yaman sarstı, yıprattı. Sataşmalar ve didişmeler ayıptı. Şirretlik, bu kertede, şer olur. Umarız, bundan sonra, hiçbir kampanyada böyle kulak tırmalayıcı, yüz kızartıcı kavgalar görülmez. TV’lerde son günlerde görülen ürkütücü bir reklam var – bir spor ayakkabısının... Vahşi yaratıkların tehditkâr ağızları, yırtıcı dişleri bir erdemli kuvvet gibi gösteriliyor. Nedense ne yazık ki kendisine milletçe saygı ve sevgi duyduğumuz Fatih Terim’e bu reklamda “kaba kuvvet”i, azgın kavgacılığı âdeta öven bir söz söyletiyorlar. Bu reklamı gördükçe, meydanlardaki liderlerin haşin haykırışlarını duymuş gibi irkiliyor insan. Yerel seçim kampanyalarında, yapıcı ve yaratıcı öneriler yok gibiydi. Adayların pek çoğu, (uygulanırlarsa) halka mükemmel hizmetler getirebilecek olan düşün celeri dile getirdiler. Kimisi, büyük ve küçük şehirlerimizi ihya edebilecek tasarılardı. Ne var ki, olumlu tasarılar yumuşak, rasyonel ifadelerle anlatılırken, karizmatik siyasal önderlerden kopan çığlıklar bastırdı, boğdu onları. Aklın sesi, savaşçı sayhalara kurban gitti. Eski Roma’da “gladyatörler” vardı. Günümüzdeki stadyumlara benzer “arenalar”a çıkartılıp öldüresiye dövüştürülürlerdi. Binlerce, onbinlerce izleyici bu kanlı gösterileri heyecanla daha doğrusu marazî bir coşkuyla seyreder, gladyatörler kan revan içinde kalınca, hele gözler önünde ölünce, kalabalık şehvani bir mutluluğa kapılıp alkışlar, sevinçle güler, âdeta bayram ederdi. Roma tarihinin sonraki yüzyılları da sarsmış olan bir utancıydı bu. Nitekim, bizim parti mitinglerinde kendinden geçen, rakipleri yuhalayan, hakaretleri alkışlayan kalabalıklarımız da haftalarca yüzümüzü kararttı. Sizler bu yazıyı okuduktan saatler sonra, meydan çığrışmaları ve lider saldırıları sona ermiş olacak, iki gün içinde tüm sonuçlar kesinleşecek. Bizlere, kala kala, kampanyaların burukluğu ve üzüntüsü kalmış olacak. Ne yazık! Keşke seçmenlerin büyük çoğunluğu, haykıra haykıra partilere değil de, aklı başında, terbiyesi yerinde, yapıcı yerel adaylara oy verse (vermiş olsa). Ve keşke olumlu öneriler yapan adaylar seçilmiş olsa da belediyelerin hiç değilse bazıları iyi bir geleceğe yönelse. Yerel seçimler dolayısıyla (bahanesiyle?) yürütülen genel seçim kampanyalarında, ülkenin dört bucağındaki mahallî iradeler hiçe sayıldı. Kentlerimizin bugününe ve yarınına ihanet edildi. İhanetin özünde, temelinde “İktidarla özdeş olan belediyeler kazançlı ve başarılı olur” düşüncesi vardı. Ulusumuzu merkezî erke bağlı kılan (mahkum tutan) bu zihniyeti, yanlış kampanyalarıyla iktidar ve muhalefet partileri perçinleştirdiler. Zaten cılız kalan, bocalayan demokrasimize tarihî bir ihanet oldu bu. İşte telâfisi zor, affı imkânsız bir eylem. Bari, yanılgıya düşmüş liderler, şimdi ülkemiz ve demokrasimiz için bir barış jesti yapsalar: Bir araya gelip de, bir siyasal olgunluk hareketiyle, birbirlerinden özür dileseler, “bundan sonra kavga ve hakaretten uzak duracağız, uygar ve yapıcı eleştiriye yöneleceğiz, demokratik olgunluğa hizmet edeceğiz” diye ulusa ciddi bir vaatte bulunsalar. Ülke için, ulus uğruna iktidar ve muhalefet, kavga etmeden, gırtlak gırtlağa gelmeden işbirliği yapmaya and içseler... Genel aşkanların böyle sözlerini ve hep birlikte bir belge olarak çektirecekleri “aile fotoğrafı”nı özlüyoruz. Gerçekleşirse alkışlayacağız, milletçe mutlu olacağız. Ankara Başkent Olmasa aşlıktaki “olmasa” dilek ifadesi değil, “eğer olmasa”, hatta “olmazsa” anlamına. Atatürk’ün yaptıklarını bozmaya kalkışan bir kesimdeki umut ve tasarımlardan biri bu elbette. Merkez Bankası’nı İstanbul’a taşımak için harekete geçenler, başkenti de oraya nakletmek istiyor olsa gerek. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin ikinci döneminin ikinci toplanma yılını açarken yaptığı konuşmada (1 Mart 1924) Ankara’nın yaşamsal işlevini şöyle belirliyordu: “Anadolu’nun ortasında süratle vücude getirilecek çağdaş ve Adalet Merdiveni B imar edilmiş bir Ankara, asırlarca ihmal edilen Türk vatanı için başlıbaşına bir medeniyet merkezi, Türk devleti için pek mühim bir dayanak olacaktır.” Ankara, Gazi’nin vizyonunu gerçekleştirebildi mi, buna olumlu yanıt vermek zor. Eskiden “farzımuhal” derdik, şimdi bunun yerine “atıyorum” gibi bir argo deyim kullanılıyor. “Olmaz, olmaz” demeyin, başkent olmaktan çıkarsa, nasıl bir kent olur Ankara? Büyük olasılıkla geriler, küçülür, cılızlaşır. Ankara organik ve işlevsel bir şehir olarak gelişemedi; gitgide kadroları şişen bir bürokrasi ve servis odağı hâlinde büyüdü, o kadar. Ankara, sanayiden ve tarımdan yoksun... Liman değil, ticaret merkezi değil. Turizmi kıt, kültürü cansız. Devlet bürokrasisi Ankara’dan tümüyle ayrılsa, kent çökmez, bitmez ama, sanırım, nüfusu iki yıl içinde yarı yarıya azalır. Belki şimdiki üniversitelerden dört beş tanesi kalır, o kadar. Ankara’yı devlet sistemiyle baki kalmaktan kurtarıp bir sanayi, ticaret, turizm ve kültür kenti yapmak gerek. Başkentlikten çıksa da kendine yeterli olabilmeli. Ne gariptir ki adaylardan hiçbiri bunu söz konusu etmedi bile. A dalet, merdiven gibidir. Toplumlar, o merdivenle yukarı çıkar, yükselir. Ya da aşağı iner, alçalır, düşer. Adalete güvenimiz, hayranlığımız elbette sağlam. Dürüst ve iyi niyetli adalet, başımızın tacı... Ne var ki, son zamanlarda, birtakım politikacılar savcılık basamağına çıktılar. Kimi savcılar “önyargıç” oldular. Kendi önyargılarıyla hüküm veren bazı yargıçlar gibi davranıyorlar. Kimi hâkimler terimin ikinci anlamını öne alarak kendilerini “egemen” sayıyorlar: infazcı oldular. Adalet merdivenine yanlış tırmananlar var. İnmezlerse bazıları düşecek. 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle