Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 231/5 Aralık 2008 Mustafa / Karşı Mustafa B ? Prof. Dr. Necdet ADABAĞ CanDündar’ın filmdeyaptığı... CAN Dündar ne kadar çok Atatürk düşüncesi üstünde yoğunlaşmış, ne kadar çok Atatürk resmini beyaz perdeye aktarmışsa Gani Müjde o kadar çok Atatürk’ü resmetmekten uzak kalmıştır. Ama arkasında O’nun olduğunu hiç unutmamıştır. Atatürk görünürde yoktur ama her olayın içindedir. Filmi her izleyenin kafasında çağrışımlar yaratacak olan, o büyük insanın ayak sesleridir. Belgesel bir film ile konulu bir film arasında böyle farklılıkların olabileceği söylense de, bana göre, Gani Müjde’nin burada yapmak istediği izleyiciyi spotsal darbelerle koşullandırmak ve kendi yanına çekmek gayreti içine girmek yerine kafa yormaya ve nesnel düşünmeye yönlendirmek içindir. O nesnel yoğunlaşmanın sonucudur ki izleyiciler arasında sinema salonlarında çokca görünmeyen alkışlara yansıyan bir oydaşlık bütünlüğüne tanık olunmaktadır. Filmin her karesinde kendini gösteren bu oydaşlık, olumsuzluklara karşı, toplumca ortaya konmak istenen bir direnişin simgesidir. Bu film, yönetmeni kabul etmese de bir ideolojinin, güldürü öğeleriyle süslenerek halka sunulmuş önemli bir belgesidir.Kendi içinde özgündür ve kalıcıdır. Gördüğümüz, kötü ve gözümüzü açtığımızda bitecek olan bir düş gibi algılanmamalı. Mutlaka o bir düştür, deniliyor ve düş yerine konulmak isteniyorsa o zaman yüreğimizi koparan, bizi uykularımızdan hoplatan ve gün ışığında bile süredurduğunu bilerek yaşadığımız bir düş olarak algılanmalıdır. ir sanat yapıtı yapmak için yola çıkanlar perdeye ya da sayfalara aktardıklarını “belki”lere bıraktıkları ya da salt başkalarının yorumuna açtıkları sürece sanat yapıtı vermiş sayılmazlar. Başyapıtların hepsi, başkalarının yorum ve yargısına açık olduğu gibi, mutlaka yazarın ya da sanatçının kendi iletisiyle donanmıştır ve bu iletinin arkasında duran bir sanatçısı ya da yazarı vardır. Eğer bu sanat yapıtı bir yargıya dayalı değilse ve de arkasında bir sanatçı ya da bir yazar yoksa o yapıtın bir sanat yapıtı olduğu savunulamaz ve ölümsüzlüğü de söz konusu olmadığı için çabucak yok olup gider. Öte yandan o sanat yapıtının içerdiği bir gerçeklik olmalıdır. Gerçekliğin yansıtılmasında öznellik aranabilir ama çarpıtılmışlığın yeri yoktur. Dahası, belgesel olduğu iddia edilen bir sanat yapıtının da nesnel olması gibi bir zorunluluğu vardır. Ancak çok az sayıda belgenin arkasına ya da zamansızlığa sığınarak yaşanmışlıkları gerçeklik bağlamında yorumlamaktan kaçınmak da yansıtılan yaşanmışlıklara yapılabilecek en büyük haksızlıktır. “Mustafa”, Can Dündar’ın kendi deyimiyle, Atatürk’e daha yakın olmak adına yapmış olduğu ve onun için de adını Mustafa olarak koyduğu bir filmdir. Ancak Can Dündar, benim payıma, sözüm ona, Atatürk’le içtenlikli olmak adına, Atatürk’ü sorgulamaya dönük bir eğilim içine girmiştir. Böyle bir niyetini yarım bıraktığı,askıya aldığı, yarım tümcelerinin arkasına gizlediğini anlamak güç değil. Ne ki doğanın yasasıdır: Etki tepkiyi çeker.Tepki insanların bilincinde saklı olarak sonsuza kadar kalabileceği gibi kimi zaman da dışavurabilir. Çok geçmedi aradan Can Dündar’ın “Mustafa”sına bir karşı tepki geldi. O da bir film. Yönetmeni Gani Müjde. Filmin adı “Osmanlı Cumhuriyeti.” Yönetmen,Can Dündar’ın tersine söylediklerini kararlı bir biçimde söylüyor ve kararlı bir biçimde arkasında duruyor. Söylediği çok net ve açık: Atatürk olmasaydı ne olurdu? Kocaman bir soru sokmuştur insanların aklına ve kendisi de çok çarpıcı bir biçimde yanıtlamıştır. Atatürk’ün hiç doğmadığını varsayalım ya da kargaların yerine ötücü kuşların arkasından giderken ağaçtan düşüp öldüğünü… Ne olurdu? Türkiye yaşadığı Sevr cehennemini oldum olası yaşardı, demek istiyor Gani Müjde. Gani Müjde, Türk insanının, yaşamak zorunda bırakılacağı bu can yakıcı tarihsel olumsuzluğu trajikomik bir anlatımla verirken, kendi deyimiyle, “dramkomedi dengesini” zorlamadan sergilemek becerisini göstermiştir. İnsanlar filmi izlerken gülmüşlerdir. Güldürü öğeleri aşırıya kaçmadan filmin içine usturupluca serpiştirilmiştir. Espriler yerli yerince yerleştirilmiş hepsinin kendi içinde bir siyasal iletisi vardır. Gani Müjde bundan kaçmak istese de kaçamamıştır. Anlatımda geçmişle güncel arasında bir bağ kurmak gibi gizli bir ereğe dönük sataşmalara yer verdiği gözden kaçmaz. Sanki geçmiş bağlamında günceli yakalamak gibi bir sevda taşır içinde. Filmin düşündürücü yanı burada ortaya çıkar. Bugünlere Atatürk olduğu için gelmediğimizi, Atatürk’süzlük yaşadığımız için geldiğimizi ince ancak dokunaklı satır aralarıyla verir. Hüzün tam da orada başlar ve zaman zaman üzüntüye,dahası gözyaşına dönüşür. İnsanına ihaneteden birpadişah GANİ Müjde toprağına, insanına ihanet eden bir padişahı günahsız ve “sütten çıkmış kaşık” olarak göstermek çabası içine girmek yerine pişmanlıklar içinde kıvranan, yer yer etkisini göstermese de tepkiler koyan ancak hep ülkesini düşman işgalinden kurtaracak bir kahramanın özlemiyle yanan bir padişah imgesi yaratmayı yeğlemiştir. Bu imge insansal yanıyla da perdeye aktarılmıştır. Tüketim sarmalı içinde sıkışıp kalmış, kendisine yüz vermeyen karısının sokağa ittiği padişah kendisine gönül arkadaşı olarak sanat okulundan bir genç kız bulmuştur. Aralarındaki gönül bağı kimi pürüzlere karşın mutlu bir sona ulaşır ama padişah tahtını ve saltanatını küçük yeğenine bırakmak zorunda kalır. Saray entrikaları bunu gerektirmiştir. Ne ki padişah, beceriksizliklerinin, başarısızlıklarının bedelinin ayrımında olarak sonucunu çekmeye razıdır. Razıdır çünkü yerine gelecek olanın en azından kendisinin başaramadığını başaracağını ummaktadır. 2