Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 231/5 Aralık 2008 ANKARA ANKARA Talât HALMAN aşkentimizin nüfusu 4 milyona yakın. Bu nüfusun neredeyse bir buçuk milyonu yoksul olarak tanımlanıyor. Asya, Ortadoğu, Afrika ve Güney Amerika başkentlerinin yoksul kesimi, Ankara’da sayı, oran ve yaşam düzeyi bakımından çok daha beter durumda. Bizim için bir çeşit teselli sayılabilir bu. Beterin beteri var. Yine de kendi açımızdan üzülmeliyiz, utanmalıyız, öfkelenmeliyiz. “Muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşmayı şiar belleyen Cumhuriyetimizin başkenti için, böyle bir yoksulluk oranını kabul edemeyiz. Sorunun temel nedenlerinden biri, elbette, yarım yüzyıldan uzun süren, hızı eksilmeyen göçlerdir. Anadolu’nun dört bucağından, kırsal kesimden gelen birkaç yüz bin yoksul insanımızı Ankara’da daha iyi kazanca ve yaşama kavuşturmanın yollarını aramadık. Onların büyük çoğunluğu gecekondulara, kötü AKKARA Yoksul Ankara beslenmeye, mahrum yaşamaya mahkum edildi. Bugün bir buçuk milyon Ankaralının, yani başkent nüfusunun yüzde 2530’unun sefil, işsiz, kötü beslenen, umudu ve güveni yıkılmış yaşamaktan olması bu yüzdendir. Ve yoksul Ankara, bir yandan yaman zamlarla sömürülürken, bir yandan da oy avcılarının gayri meşru eylemleriyle iane ve sadaka komplolarına kurban gidiyor. Bu hale düşecek miydi Atatürk’ün başkenti? B J orn Utzon, dünyamızdan göçtü. Modern mimarinin birçok şaheserini, Avustralya’nın Sydney kentindeki görkemli opera binasını yaratmıştı. O eseri uçaktan ya da yakından görüp de heyecanlanmayan yok gibidir. Geçen yüzyılın ortasında binanın tasarımı gerçekleşirken muhafazakâr kesim, planı baltalamak için ellerinden geleni yapmıştı. Ama Utzon, kültür gericilerine karşı galip geldi. Opera binası, Sydney limanında dolaşıp okyanusa açılan o güzelim yelkenlerin üslubunda tasarlanmıştı. Bina, kentten ummana yelken açıyor gibi. Coşku ve huşu ilham eden bir şiirdir o bina. Modern mimarinin en muhteşem Utzon’un sonu örneklerinden biridir. Ankaramızda keşke bizim de öyle güzel bir hatta birçok binamız olsa. Eskiden bazı fırsatları kaçırdık. Vedat Dalokay’ın Kocatepe Camisi için tasarımı birinci seçildiği halde muhafazakârın müdahalesiyle engellenmişti. Öyle bir “sabotaj” olmasaydı, Ankara dünya mimarlık tarihinde müstesna bir yer kazanmış olacaktı. Başkent için acıklı bir kayıp olmuştur bu. İstanbul’da bir Frank Gehry eseri, kasdî geciktirmeler yüzünden yapılamıyor bir türlü. Gehry, yaşayan dünya mimarlarının en ünlülerinden biridir. İstanbul, Gehry şaheserinden mahrum kalmasa. İ TV’de Geveleme rirse ekran kararacak mı? “Hadi” dilerseniz, “şimdi 7 çocuğun katilinin demecini dinleyelim.” Dinlemeye razı olmayanların itirazı kabul görecek mi? “Mezbahada bir gezinti yapmaya var mısınız?” Kesin cevap: “Hayır, yokuz!” Ekran tutkunlarından saçma sapan izinler istemeye son verilse iyi olmaz mı? Zırt pırt sunucular, spikerler, konuşmacılar “Dilerseniz”, “İsterseniz”, “Var mısınız” gibi laflar ediyor. Gereksiz, yanıtı imkânsız, doldurma sorular bunlar. Sayın TV’ciler, dilerseniz vazgeçseniz, dilemeseniz de... Yasal Öldürü “ÖTENAZİ” bize yabancı bir terim, bir kavram, bir işlem. Pek az ülkede yasal olarak uygulanıyor. Ölümcül bir hastalık ya da kaza yüzünden, tıbben kurtarılmasına olanak kalmayanların “asude” son ülkeye gönderilmesi veya bilinçli olarak intiharı seçen umutsuzları ıstıraplı yaşamdan kurtarmaya yardımcı olmak demek. Buna ülkelerin çoğunluğunda yasalar izin vermiyor. Pek az ülkede başta Hollanda’da yasal. Şimdi İspanya, ötanaziyi meşrulaştıracak bir yasa hazırlıyor. Genellikle, nüfusunun çoğunluğu Katolik olan ülkeler, ötanaziye şiddetle karşı çıkıyor. Türkiyemiz bu konuda dünyanın en aydın ve anlayışlı devletleri arasına girse... Yıllarca, bilinçsiz, bitkisel yaşamdan çıkmasına hiçbir ihtimal kalmamış nice hastaları ve kaza kurbanlarını canlı tuttuk. Üstelik, bilinci açık olup da çeşitli nedenlerle yaşamını sürdürmek istemeyen kişileri hayatta kalmaya mahkum ettik, ediyoruz. Bu, bireylerin iradesine ve ölümü seçme hakkına karşı gelmek demektir. Ötenaziyi (belki daha iyi bir Türkçe deyimle yasal öldürüyü) TC’nin kabul etmesi isabetli bir hareket olacaktır. Yaşam herkesin hakkı olduğu gibi, yaşamak istemeyenin ölümünü yasaklamamak, yasallaştırmak bir hak olarak tanınmalıdır. sterseniz televizyonlardaki abuk sabuk laflardan birine kulak verelim, göz atalım. Bir haber programında şöyle bir “davet”: “Dilerseniz, bu olayı yerinde izlemek üzere Everest’e tırmanalım.” Nedense izni isteniyor izleyicinin. Laf ola beri gele. İzleyici, Everest’e tırmanmak istemiyorsa bunu nasıl bildirecek spikere? Farzedin ki telefonla ulaştı ve “Hayır, istemiyorum” dedi. Ekranda Everest’in gösterilmesinden vaz mı geçilecek? “Uçuş becerilerini değiştiren penguenleri görmek için kuzey kutbuna gitmeye ne dersiniz?” TV’yi izleyenler koro halinde “Gitmek istemeyiz” diye yanıt ve CSO’ya And Onur Ödülü evdaCenap And Müzik Vakfı’nın ülkemizde çoksesli müziğin gelişmesine olağanüstü değerli hizmetleri var. Bunların başında her yıl başarıyla sunulan ve tüm zorluklara karşın yıldan yıla güçlenip zenginleşen Ankara Uluslararası Müzik Festivali geliyor. En güzel katkılarından biri de, 21 yıldır kesintisiz vermekte olduğu Onur Ödülü “Cumhuriyet mü S zik devriminin önemli bir kurumu olarak” Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na değer görüldü. 1826’da “Mızıkayı Hümayun” adıyla başlayan orkestra, Atatürk tarafından ihya edildi. Cumhuriyet tarihimiz boyunca Türk ve yabancı şefler ve solistler bakımından, CSO’nun şanlı yaşantıları, öve öve bitiremeyeceğimiz etkinlikleri ve hizmetleri oldu. Şimdi Rengim Gökmen ile yeni bir altın çağ yaşıyor. Kültürümüzün bir “medarı iftiharı” olan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı, And Vakfı’nın ödülünü ve madalyasını kazandığı için yürekten alkışlarken, vakfın mükemmel çalışmalarını canla başla ve büyük özveriyle sürdüren Mehmet A. Başman ile eşini ve çalışkan çocuklarını heyecanla kutluyoruz. 19