06 Ocak 2025 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 14 ŞUBAT 2021 Yazar ve eğitmen Sepin İnceer’in otobiyografik anlatısı Ağıtların Tanrısı, Türkiye’ye bir çağrı Yüzleşmezsek delireceğiz HİLAL KÖSE Fotoğraf: Cumhuriyet Pazar “N asıl sabah oldu bilmiyorum. Olan bir sabah mıydı? Okan’ı toprağa bırakacağım günün sabahı var mıydı? Okan, ölü, yatakta yatıyordu. Perşembe gecesi beraber yattığımız yatakta. Sağdık ikimiz de, daha perşembe gecesi sağdık. N’oldu da pazartesi gecesi ölü ölü yattık o yatağa? Ölü olmak yetmedi, bir de salı denen o lanet günde, ölülerin bir tanesini toprağa mı koyacaktık?..” Bu satırlar Sepin İnceer’in kaybettiği eşi Okan İnceer’in ardından yaşadıklarını kaleme aldığı, Doğan Novus’tan çıkan otobiyografik anlatı kitabı “Ağıtların Tanrısı”ndan... Kitabın her sayfası darmadağın ediyor, “Bu nasıl bir aşk?” diye hayranlık duyuyorsunuz ve böyle bir sona kahroluyorsunuz... Acı, İnceer’in içine eşi hayattayken düşmüş. Yazmaya başlar başlamaz kaleminden ölümler, cenazeler, mezarlıklar dökülüvermeye başlamış. Geriye dönüp bakınca ölümün usul usul kıyılarına sokulduğunu fark edemediğini düşünüyor. “Anlasaydım asla göndermezdim Okan’ı” diyor. Sansürsüz, samimi bir dille ilerliyor kitabına, sanki her şey daha birkaç gün önce olmuş, o ağlaya ağlaya anlatıyor, siz de nefesinizi tutmuş dinliyorsunuz okumaktan ziyade. İzledikleri filmler, gittikleri konserler, seyahatler, en sevdikleri şarkılar da var kitapta. Geri dönüp tek tek bütün şarkıları dinlemek için kitabın yapraklarını kıvırdım ben... u Okuduktan sonra kendime gelemedim... Ne diyor okuyanlar? Tepkiler çok iyi, ben açıkçası biraz şaşkınım, çok sahiplenildi. Vahşi bir dille yazdım, küfür de var içinde, devlet kurumlarına, Türkiye erkekliğine, sisteme, düzene ağır eleştiriler de var... u Ne hissediyorsunuz, iyi geldi mi yazmak? Değişik bir his. Çok anlam yüklediğim bir yazma süreciydi ister istemez. Şimdi anlam ve anlamsızlık arasında salınıyor gibi hissediyorum. DAĞ VE OKAN ÖZDEŞ u 16 yıllık birlikteliğinizde aşkınız hiç sönmemiş. Nasıl başardınız bunu? Az bulunur bir şey olduğunu içindeyken o kadar anlamamıştım. Okan öldükten sonra çok insandan duydum, “Biz böyle bir şey görmedik” dediler. Bense “Neden olmasın ki” diyorum. Onu anlamaya çalışıyorum. Aşk olmayacaksa ne yapıyoruz ki burada? Ne, aşk kadar anlamlı olabilir? Bundan sonraki kitapta bir aşk hikâyesi yazmak istiyorum. Ne mutlu ki bana hakikaten bir adamla yaşanabilecek en güzel şeylerden birini yaşayabilmişim. Âşık olmayacaksak, bu gündelik hayatımızın bir parçası olmayacaksa ne yapıyoruz ki burada? Benim için soru bu aslında. Aşk yoksa ne var ki? u Haklı bir soru sizinki ama çok da yok böylesi. Bilemiyorum. Biz de herkes gibi çocuklarla, işinde gücünde insanlardık. Kelimelerle nasıl anlatacağımı bilmiyorum, hakikaten Okan’ın gözlerinde ben başka bir şeyi görüyordum. Ölüm ilanında da yazdım, kitapta da yazdım, Allah’ı görüyordum, birçok kere ona da söylemiştim bunu. Nasıl diye sorarsanız, vallahi bilmiyorum. Bilsem de reçetesini yazsam keşke... Çok severim, çok çok severim, ama romantik bir insan değilim. u İlk gittiği dağ yürüyüşü nereden çıkmıştı? İki yakın arkadaşı gidiyordu dağlara. Dağcı olarak değil de trekking’den hallice bir tırmanış yapıyorlardı anladığım. Okan da dağla özdeşleşebilecek bir insan. Çok kendi halinde, ben ne kadar sosyalsem Okan da o kadar içe dönük bir insandı. Dağın içine dönme hali, oradaki sessizlik, yüksekte olma, dağda olma hali... Nasıl Okan’ın içine işlemiş tahmin ediyorum, Kaçkarlar’a gittiğimde anladım. Hayatının o evresinde sevdiği bir şey olarak onu yapmak istemişti... u Hiç konuşmuş muydunuz dağı? Çok anlatmamıştı. Şimdi düşününce birazcık “gitme” diyeceğimden çekinmiş olabileceğini düşünüyorum. Okan’ın üzerine titreyen biri olarak hiç Ytaamzınaımnı cuYcmAomhRu.tIrrNi’ydeet. Bence hiçbir şey unutulmuyor. Kitapta söylüyorum, unutmak diye bir şey yok, büyük yalan o. Unuttuğunu sananlar hasta oluyor, benim gördüğüm o. Unuttuğunu sandığın yerden yaşamak var. Bir de her yerin acısa da unutamamak var, aklıselim olan. aklıma gelmedi, resmen akıl tutulması yaşadım. u Siz de gittiniz Kaçkarlar’a. Nasıldı? Bir kere gittim, kendi başıma, yazın yine gidesim var. Çok iyi geldi. Anlatması zor, dağlara çok özel sevgim var, dağlara ait hissediyorum. Anneannem, annem, babaannem, babam Toroslar’dan ama beni Kaçkarlar çekiyor. Bir de dağlarla konuşuyorum ben ya da onlar benimle konuşuyor. Şimdi size anlatınca yine içim bir tuhaf oldu, bir an önce gidesim var. u Eşiniz ölmeden önce yas tutmaya başlamışsınız. Eliniz nasıl gitti o en karanlık yerlere? Bilmiyorum. 2018’in martından itibaren özellikle, Okan ölmeden önceki o üç dört ay, artık ellerimden yazı olarak çıkmaya başladı. Öyle bir çıktı ki ben asıl yazmak istediğim romanı bırakıp bunları Ceylan Önkol’a, Berkin Elvan’a, Eren Bülbül’e, Erdal Eren’e, Aylan Kurdi’ye, bu topraklarda öldürülen 152 çocuğa ağıt yakıyor. “Gelin bütün acılarla yüzleşelim, çocukların yasını tutalım” diyor. yazmışım, ortaya Ağıtların Tanrısı’nın ilk metinleri çıktı. Yazarken eskiz çiziyordum, Türkiye’yi açık mezarlık gibi çizmişim, kendi mezarımı çizmişim, bir adam mezarı çizmişim... Hep ölüm ve yas çıkmış. Yani şunu demek istiyorum, kendi kişisel yasım değil ki konu. Ben kendimle alakalı çok çalıştım, son 20 senedir, yapmadığım şey kalmadı. Bir zaman geldi, başım camdan bir tavana toslamaya başladı, sırf kendimle uğraşarak iyi olmak mümkün olmamaya başladı. Bireysel olan, toplumsal olanla birleşmezse camdan tavana toslar başınız. En azından bana böyle oldu. u Kaybettiğimiz o kadar çok çocuk var ki... Kitapta her birini bir bölümün sonunda anıyorsunuz. Nasıl eklendiler hikâyeye? Okan ölmeden önce yazdıklarımda hep bu ülkede öldürülmüş çocuklar çıkıyordu... Kitabı yazmaya oturduğumda da çıktı. Yazarken bir şey oluyor, ben yazmıyorum, başka bir şey yazmaya başlıyor. Baktım devamlı çocuklar çıkıyor, bunu görünce bütüne eklemek istedim. Her sabah yazmaya oturduğumda bir çocuğun fotoğrafına, gözlerine bakıyordum, hikâyesini okuyordum ve kendime göre özür diliyordum. İyi ki de kitaba bu şekilde girdiler. Belki hep beraber hatırlamamızda bir payım olur. İçimden çok geldi onları kitaba dahil etmek... u Yüzleşme, belki de ana vurgusu kitabın. Türkiye acılarıyla neden yüzleşemiyor sizce? Yüzleşme mümkün değilse hepimizin topluca delireceğini düşünüyorum ben. Şu an yeteri kadar deOKAN INCEER’İN KATILDIĞI İKİNCİ DAĞ YÜRÜYÜŞÜYDÜ Okan İnceer, 27 Mayıs 2018’de, Kaçkarlar yürüyüşünde, ilk kez yaptığı ipli iniş sırasında, ipi tutan düzenek yerinden çıktı, metrelerce yükseklikten düştü ve yaşamını yitirdi. İnceer’in dağcılık eğitimi yoktu. Rehber, uçağa yetişmek için acele etti, rahat dönüş yolu yerine zor rotayı seçti. İnceer, iple inerken önlem almadı, yargılanıyor. İnceer vefat ettiğinde oğlu bir buçuk, kızı yedi yaşındaydı. SEPIN INCEER, DAĞLARDA ARADIĞI ŞIFAYI DA ANLATTI Sepin İnceer, Alpler’den Kaçkarlar’a, Toroslar’a dağlarda aradığı şifayı, soruların (İstanbul’da olsaydı ölecek miydi?) peşinden Avrupa’ya, Amerika’ya yaptığı yolculukları anlatıyor. Farklı kültürlerin ölümü ve yası nasıl yaşadıklarına bakıyor, Şamanlarla konuşuyor, en sonunda ölümün aslında hep yanı başımızda olduğuna ikna oluyor ama çocukların bir hiç uğruna öldürülmelerine isyan ediyor. ‘OKAN’LA BULUŞACAĞIMA INANMIYORUM BEN’ “Benim kendime göre bazı yanıtlarım var ama o anki özel sorunun yanıtı olmuyor o. Mesela başka bir soru da var: Nereye gitti? Okan’la buluşacağıma inanmıyorum ben. O artık Okan olarak devam etmiyor. O benim için bir insan değil artık. Çok aşk, dünyanın kendisi, yasın kendisi, herkesi sevmek, yazma aşkım falan hepsi içinde... Onun adına Okan bile denmez artık.” lirdik zaten. Bunu, yüzleşmeyi, mümkün kılmayacaksak hepten delireceğiz. Niçin olmuyor? Biz bence aidiyet, köken deyince bir şeyleri karıştırıyoruz. Bizlerin bu aidiyet konusunu, kimlik konusunu tam anlamadığımızı düşünüyorum. Aidiyet ve köken güzeldir. Mesela ben Kaçkarlar’ın müziğine ait hissediyorum kendimi, Kaçkarlar’a ait hissediyorum. Ait olmak güzel ama bizler çoğu zaman körü körüne bir kimliğe ait hissediyoruz, altını asla dolduramadığımız bir kimliğe ve derinliğini bilmediğimiz o kimliğe atfedilmiş nefrete. O nefrette de taraf tutmak var. Taraf tutunca da yüzleşemiyoruz. Asıl ait olunacak her şeyi es geçiyoruz. Anneannelerimizin geleneğinden göreneğinden haberimiz yok. Mesela, Okan’ın cenazesini eve getirip bir gece evde beklettim diye “Ne cesaret” dediler. Bu zaten yapılıyor bu topraklarda, ne oldu da bunları unuttuk? Bunların toplu delirmelerin işareti olduğunu düşünüyorum. Metafor yapmıyorum ben, Türkiye’nin çok hasta olduğunu düşünüyorum. ACIDAN ÇOK NEŞE VAR ORADA u Unutmazsak ne yapabiliriz diyen de olacaktır. Zaten unutmuyorsun ama benim dediğim bilinçli olarak hatırlamak... Akıl verme hadsizliği yapmak istemem ama unutmamak için herkesin kendine göre kalbinden yapabileceği bir şey vardır. u Yüzleşmek belki de cesaret istiyor. Bununla ilgili bir vaatte bulunabilirim. Bunu yapınca çok neşe geliyor, müthiş bir neşe. Yasın ikiz kardeşi neşe gibi bir şey. O yüzleşmeyi yaşadığın an, hayatta başka yollarla aradığın o neşe kendiliğinden geliyor. Kendimizi çok çalışmaya, içkiye, spora, hastalık derecesinde çocuklara vererek, farklı farklı yollarla neşeyi arıyoruz. Gerçek neşe ile bağımız kayboldu. Ben o bağın buradan geçtiğini düşünüyorum. Orada çaresizlikten, acıdan ziyade çok büyük neşe var bence. Türkiye’nin stratejik hedefleri belirlenmiş. 2023’te Ay’a bir roket fırlatılacak STATİK ENERJİ da etkin ve yetkin insan kaynağını geliştirmek amacıyla uzay farkındalığı oluşturulacak, net olarak tanımlanmış alanlarda yüksek lisans ve doktora bursUzay vatan, Ay’a gidecek ‘bayanlar’ ları verilecek. Ulusal, uluslararası yaz okulları, kurslar ve çalıştaylar organize edilecekmiş. Varank’a göre, uzaya gidecek kişinin seyahati “turistik” olmayacakmış. Erdoğan’a göre, bu kişi bir 2 7Ekim 2020’de, Afyonkarahisar’da bir dizi ziyarette bulunan Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, “Allah’ın izniyle Türksat 5A’yı kasım ayı sonunda, Türksat 5B’yi 2021 yılının ikinci çeyreğinde, ilk yerli ve milli haberleşme uydumuz Türksat 6A’yı da 2022 yılında uzaya gönderiyoruz. Böylece “uzay vatan”da daha çok söz sahibi olacağız” demişti. Ocak ayında, Karaismailoğlu, “yerli ve milli bir uydu”dan söz etti; Türksat 6A üretiliyor, mühendislik ve uçuş modeli entegrasyonu devam ediyormuş… “Yerli ve milli uydumuz 6A’nın da Uzay Vatan’da yerini alacağı günler yakın” demiş. SEYAHAT TURISTIK OLMAYACAKMIŞ Salı günü ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Milli Uzay Programı”nı tanıttı. 2018 yılında kurulan Türkiye Uzay Ajansı’nın da hedefleri kamuoyuna açıklandı, logosu kamuoyuna gösterildi. Türkiye Uzay Ajansı web sitesi, şöyle bir kısa metin“bayan” olabilirmiş. Astronot ve kozmonota da yealanda rekabet gücünü artırmak, bilimni isimler bulunacakmış. sel ve teknolojik altyapıyı oluşturmak ve her türlü yeni teknolojinin geliştirilÖZGE MUMCU AYBARS OTURUP YILDIZLARDAN SEYRET mesi amacıyla ArGe ve yüksek teknoTüm bu açıklamalar yapılırken, Van’daki İl Emloji girişimciliği destek programları haniyet Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube zırlamakla görevlidir.” Müdürlüğü’nden polis ekipleri, 287 pakette toplam Türkiye’nin uzay yolculuğundaki stratejik hedefleri belirlenmiş. 2023’te Ay’a bir roket fırlatılacak. İlk Türk astronotu “bilim nosyonuyla” uzaya gönderilecek. Hedefler arasında Ay görevi, yerli uydu, bölgesel konumlama, uzay limanı, uzay havası (uzay meteorolojisi olarak tabir edilen alana yatırım yapılması), uzay nesneleri (astronomik gözlemler ile uzay nesnelerinin takibi konularında yetkin konuma getirilecek), uzay sanayisi (uzay alanında 194 kilo 600 gram eroin ele geçirdi. 2023, malum, artık uzayda bir hedef oldu. Polis, ele geçirdiği eroin paketleriyle “2023 Uzay” ile uyuşturucuyla mücadele uygulamasına dikkat çekme amaçlarıyla “uyuma” yazdı. Artık uzaya bakalım. Ay’a doğru bir “bayan” astronot giderken, uzay ekonomisine olan katkımızı hayal edelim, yatırımcıları bulalım, uzay için ihale açalım (aklıma gelen 3 firma var, uzaya da el atabilirler), uzay vatan sınırlarımızı Uranüs’a kadar genişletelim (çünkü neden olmasanayi kümelenmesi ile entegre çalışmalar), uzay tekno sın). Karadeniz’de bulduğumuz gazı da kullanalım (önce lojileri geliştirme bölgesi, uzay farkındalığı ile Türk ast çıkarmak gerekiyordu galiba ya). ronot çalışması var. Erdoğan, “Milli Uzay Programı”nı Boğaziçi protestolarını unutalım, borçları yüzünden tanıtırken yaptığı açıklamada, “Bayanlardan bile (uzaya intihar edenleri unutalım, her geçen gün artan ekonomik gitmek için) ben adayım diyenler vardır” dedi. sıkıntıları, kadın cinayetlerini unutalım, adaletsizlikleri, le açılıyor: “Geleceğin Başladığı Yer”. Kısaltması TUA Bakan Varank ise konuk olduğu AA Editör Masası’nda, hukuksuzlukları, her şeyi unutalım. olan kurumun tanıtımı şu: “Uzay ve havacılık bilimi ve “uzay ekonomisi” konusunda önemli bir program hazır Oturup yıldızlardan dünyadaki seyrimize bakalım. teknolojilerinde dışa bağımlılığı azaltmak, uluslararası landığını açıkladı. Bir de uzay farkındalığı, uzay alanın İyi pazarlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle