29 Eylül 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 OCAK 2021 5 Devin Özgür Çınar’la, yeni dizisi 10 Bin Adım, oyunculuk ve kadınlara dair Çok hırslı biri değilim Devin Özgür Çınar profesyonel oyunculuk yaşamında 20 yılı geride bırakmış bir isim ama galiba ilk kez bu kadar yoğun bir şekilde spot ışıklarının altında. Fotoğraf çekmek için adımladığımız (hayır, 10 bin atamadık, o kadar da değil) Cihangir’in arka sokaklarında bile insanlar durup “A, On Bin Adım değil mi? Diziyi mi çekiyorsunuz?” diyor. Geçen gün gittiği kasap da onu tanıyıp diziden söz edince şaşırmış Devin, “Bu kadar patlayacağını hiç düşünmemiştim” diyor. Uzatmayalım, Gain Medya’da Engin Günaydın ile birlikte hayata geçirdikleri “10 Bin Adım”, her bölümü 10 dakika süren taze bir iş ve şimdiden müptelaları oldu bile. Çınar’la buluştuk, bakın neler anlattı bana. u 10 Bin Adım” nereden çıktı, oradan başlayalım mı? Sen bu sağlıklı yaşam yürüyüşlerini seviyorsun galiba... Evet, aslında ben bir zamandır 10 bin adım atmaya çalışıyorum... 10 bin adım atınca hem yoruluyorsun hem bir şey yapmış gibi hissediyorsun falan... Sonra bu hafiften bir takıntı haline geldi. Engin’e sürekli aplikasyondaki sayıyı gösteriyorum, Engin de bana kendisininkini gösteriyor, 5 bin 6 bin filan... Bazen o daha çok atmış oluyor, dalgasını geçiyoruz... Sonra Engin de bana takılmaya başladı, biz böyle Nişantaşı’na doğru, Osmanbey’e doğru yürüyoruz, dönüyoruz; Şişli’ye gidiyoruz, yolun üstünde, ne bileyim, birdenbire bir perdeciye giriyoruz, döşemelik koltuk falan bakıyoruz... Orada gördüğümüz insanlar bir şekilde o gün bizim gündemimiz oluyor, ona gülüyoruz ya da onun hakkında konuşuyoruz falan derken ‘Ya böyle bir şey yapsak nasıl olur” diye konuştuk. İşte 10 dakika, 10 bin adım, güzel olur, nasıl yaparız falan... Ama bizim öyle konuştuğumuz çok şey vardır sonra hiçbir şey yapmayız. Zaten pandemi oldu, Engin Foça’ya gitti. “Her işin kendi kaderi oluyor, bir araya gelen insanların kimyası mı tutuyor artık bilmiyorum. Çok da sevdi herkes, biz de çok sevdik... Çekilirken de ben o kadar çok gülüyordum ki Engin’e... Gerçekten, beni işin yazarı olduğum için kovamamış olabilirler, sana öyle söyleyeyim her seferinde başka bir şey yapıyor ve birine kendimi hazırlıyorum, hayvan öbürünü yapıyor... Çok sevildi işte ve ben bir yandan çok şaşkınım,” yazdıkça gülüyordum u Bu arada pandemide de yürümeye devam mı? Tabii, yasakların olmadığı günlerde korka korka, üç maskeyle falan yürümeye devam ediyorum bir yandan. Sonra Foça’da yine bir gün oturduk, nasıl karakterler olsun diye konuştuk... Engin bana, bunu sen yaz dedi. Ya bunu da bana kapak ettin, ben ne yazacağım şimdi falan diye gittim. Aklımda da hep bir su muhabbeti vardı, su yüzünden kavga ediyorlar falan, gittim ben bunları eski sevgili yaptım. Yazdım, yolladım; Engin beğendi. Faruk’lar de beğendi. Gain’in de kısa içeriklere ihtiyacı var zaten ve sadece fikri duyunca bile çok beğenmişler; derken derken 5 bölüm yazdım, yazdıkça gülüyorum, kendi kendime eğleniyorum, Engin’i hayal ediyorum mesela yazdığım şeylerde, ona gülüyorum falan... Geçenlerde Twitter’da kadınların bir parti kurması fikrini gördüm mantıklı geldi bana. Başka bir ideolojisi olan birilerinin kadın mevzusunu yeterince sahipleneceklerini düşünmüyorum u Engin ile olan arkadaşlığınız da işin güzelliğine yansımış bence. Biz tabii Engin’le bin yıllık arkadaşız. Birlikte bir şeyler yapmayı hep istedik. Yani konservatuvardan mezun olduğumuzdan beri, yaklaşık 22 yıldır falan. Engin’in dışında birisiyle mesela olmazdı diye düşünüyorum. Yazarken de sadece Engin’i hayal etmiştim. Bizim dostluğumuz, arkadaşlığımız, hepsinin iç içe geçtiği bir şey oldu sonuçta. açıkçası. Bu, bir yan kolu olamaz başka bir hareketin. Bu arada kadınları çok cesaretli buluyorum. Her gün u Neredeyse 30 yıllık bir geçmişiniz var Engin ile... Tabii, yani ben 17 yaşımda konservatuvara girdim, o da 18 yaşında 2. sınıftaydı. Engin, Binnur (Kaya), ben, üçümüzün aynı evde kaldığı bir dönem var mesela... Bize birbirimizden başka kimse o kadar güvenmedi galiba. O ev de çok güzel, eğlenceli bir evdi, ama şimdi düşünüyorum yani ne tesadüf, bir kadının öldürülmesini kanıksamış olmamızdan çok üzgünüm. Öfkeleniyorum. ne kadar enteresan... Biz o zaman iş bulmaya çalışıyorduk, nerede çalışalım, ne yapalım falan, ama mesleki olarak hem çok birbirimize yakındık, hem birbirimize bir şeyler öğrettik hem de çok umurumuzda değildi bir yandan da. Ve o güç çok güzeldi, yani dünyaya karşı üçümüz varmışız gibi. daha düşünmeden kendini atan bir kuşak var. Bu da onların nispeten daha “önemli” yetiştirilmiş olmalarından kaynaklanıyor, daha değerli... Oysa biz biraz kendi hakkımızı söke söke almaya çalıştık gibi bir durum var. Ama parlak bir kuşak u Dizideki o iki karakterin bir türlü adapte olamamaları olduğumuzu düşünüyorum. Tabii terapistlerle konuşacak çok aslında bizim kuşağımızın çok yaşadığı bir durum. Neden mevzu var, o yoksunluklar seni ne hale getiriyor? böyle oldu sence? Dışarıda kaldığımızı düşünüyorum ama dışarıda kalmak is Kadınlar parti kursa katılırım tediğimizi de düşünüyorum. Herkes aynı şeyi söylüyor belki ama biz çok fazla arada kalmış bir kuşağız. Konuştuğunda belki çok büyük yanlışlıklar olduğunu görüyorusun ama bizim daha efendi daha ezik bir kuşak olduğumuzu düşünüyorum. 10 düşünüp bir yapan bir kuşağız. Şimdiyse daha özgür, u Türkiye’de bir yandan da eğitim başta olmak üzere bizim zamanımızdan çok daha geriye düşmüş durumda. Ciddi bir muhafazakârlık pompalanıyor ve bundan da en çok kadınlar etkileniyor. Ne düşünüyorsun? Tabii ki ben de her gün “İstanbul Sözleşmesi uygulansın” diye yazmaktan çok sıkıldım. Her gün bir kadının öldürülmesini kanıksamış olmamızdan çok üzgünüm... Ben tek başına iki çocuğunu büyütmüş bir annenin kızıyım. Annem öğretmendi ve ailemizde de bütün kadınlar çalışıyor. Eskiden de kadın cinayeti oluyordu ama şu anda dillendirilen şeyler çok korkunç geliyor bana. Yine böyle bir zihniyet vardı belki ama bu denli geniş bir alanları yoktu. Yani buna elbette çok sinirleniyorum ama bir yandan da ciddiye almamayı tercih ediyorum. u Öfkelenmemek ne mümkün... Bir kadın öldürüldüğünde çok öfkeleniyorum. Çok büyük hayranlık duyduğum kadınlar var, kadınların gücünün belki de eskiden bu kadar farkında değildim. Bu muhafazakâr zihniyet köşeye sıkıştırdıkça kadınların pes etmeyişi, tam da orada ezilmeyişi, onun üzerine çıkması gibi şeyler bana çok büyük umut veriyor. O anlamda kendimi çok güvende hissediyorum, çok enteresan bir şey. Hâlâ kızların okula gitmesi, ya da işte kadınların işyerlerinde daha üst pozisyonlara yükselmesi gibi mevzuların halledilmemiş olmasına inanamıyorum elbette. Ama öldürülen kadınlar işte hep bu alttan alta yayılan zihniyetin ürünü. Yatarım çıkarım diye düşünüyor... Bana bir şey olmaz diye düşünüyor. Bu haksızlıklara da katlanamıyorum. Geçende yakılarak öldürülen kadın mesela... u Dr. Aylin Sözer’den bahsediyorsun... Evet, Aylin... Böyle bir olaydan sonra yaşadığın hayata devam etmekte, o günü bitirmekte çok zorlanıyorsun. Ve basının kullandığı dil... Yani her seferinde o kadının, aslında bir sevgilisi varmış da aslında kendinden küçükmüş de... Öyle de bir şey yokmuş aslında, ama olabilir de; size ne? Bu ta buradan başlamıyor mu Allah aşkına? u Kadınlar dediğin gibi bir parti kursa katılır mıydın? Çok hoşuma gider kurulması, valla bir bakarım. Oyuncular Sendikası kurulurken toplantılara gitmiştim ve oradaki ruh, o heyecan beni etkilemişti. Hoşuma giderse de çok severek çalışırım. Oturup üzülmenin, öfkelenmenin bir adım sonrası bu olmalı, bir şey yapmak için harekete geçmek olmalı. Yoksa zaten o duyguyu geviş getiriyorsun mütemadiyen, senin için gündelik bir şey oluyor. Fotoğraf: Cumhuriyet Pazar “10 Bin Adım’la istediğim şeyleri ‘ay olmaz’ demeyip mücadele etmek gerekiyormuş, onu anladım.” EMRAH KOLUKISA Her bölümü sadece 10 dakika süren bir dizi. Başrolünde de sadece iki kişi var: Devin Özgür Çınar ve Engin Günaydın. hayatımıza yeni giren ve konuya az çok ilgisi olan herkesin tutup tutmayacağı konusunda fikir beyan ettiği dijital eğlence platformu Gain’in en çok konuşulan işi “10 Bin Adım” ve biz de siz Cumhuriyet Pazar okurları için işin yaratıcılarından Devin Özgür Çınar ile söyleştik. PAYtcuaZacmmozAmhınRau.tımrTrni’ydEıeetS. İ Korkunç bir dönemdeyiz “Sette de herkes şikâyetçi, kimse istemiyor, iyi de ben de yıllardır aynı soruyu soruyorum: Neden o zaman süreler kısalmıyor?” u Biraz oyunculuktan söz edelim mi? Mesela nedir senin için bir rolü seçme kriterlerin? Ben içinde olmak istediğim, içime sinen şeyleri yapmayı seviyorum. Çok büyük beklentileri, hırsları olan biri değilim. Oyunculuk benim için çok böyle kutsal bir şey olmadı. Ne bileyim, işte Oscar alayım falan gibi şeylerim yok, ya da oyuncunun her rolü oynayacağı fikrine inanmam mesela. Geçen gün oyuncu arkadaşımız Efe Tuncer çok güzel bir şey söyledi, “Oyunculuk hep bırakılmak istenen bir şeydir”. O kadar doğru ki. Çok da verimli toprakların olmadığı bir ülkede bu işi yapmaya çalıştığımın farkındaydım hep ve o yüzden de büyük hayallerim olmadı. Yetiniyorum galiba yaptığımla. Bana neden daha iddialı, neden daha güvenli değilsin falan dendi hep ama öyleydim ve iyi ki de öyleydim diye düşünüyorum. u Gaza gelmedin yani... Yok ya, gaza hiç gelmedim. Gelsem, geldiğim an kendimle dalga geçiyorum. Çok komik geliyor bana. u Pandemide oyuncular, tiyatrocular bir hayli olumsuz etkilendi süreçten. Devletin herhangi bir desteğinin olmadığını görmek çok yıpratıcı oldu. Büyük bir çaresizlik. O çaresizlik ne kadar berbat şey... Sadece tiyatrodan para kazanan arkadaşlarım aylardır işsiz ve psikolojik olarak da maddi olarak da çok kötü durumda. Psikolojik olarak bu derece yalnız bırakılmak çok kötü bir şey. Başka iş yapayım diyor, ama mesela garsonluk da yapamazsın her yer kapalı... 1000 TL nedir ki? Kirasını mı ödesin, yemek mi yesin, çocuğu varsa çocuğuna mı baksın? Çok korkunç bir dönemden geçiyoruz cidden, o yalnızlık çok zor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle