29 Eylül 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 17 OCAK 2021 Bülbüllerin şarkı söylediği ağaçtan... Damdaki değil pandemideki kemancı P andeminin en çok vurduğu sektörün müzik olduğuna kuşku yok. Ülkemiz müzik emekçilerinin de bu konudaki mağduriyetlerine tanığız. Gerçekten çok ama çok kötü bir dönemden geçiyoruz. “Herkesi eşitledi” denilen virüsün etkileri en çok emekçileri etkilediğine göre bir eşitlik falan yok ortada. Sınıfsal farklılıkları hiçbir virüs eşitleyemez. Hollanda’nın dünyaca ünlü kemancısı André Rieu da salgının olumsuz sonuçlarından etkilenen milyonlarca kişiden biri. Piyasada yaşanan salgın kaynaklı kriz yüzünden orkestra elemanlarının maaşlarını ödeyemez duruma düşünce, herhalde kendisi için çok değerli olan, varlığını, yaşamını sürdürmesini borçlu olduğu kemanını satışa çıkarmayı düşünüyor. Toplumsal rol dağılımında üstüne düşeni yapabilmesi için gerek duyduğu tek “alet” olan kemanını yani. Değeri nedir ne değildir başka konu, ama Rieu’nunki gerçekten büyük fedakârlık. Bir piyanistin parmak uçlarından yoksun olduğunu düşünün, onun gibi bir şey bu. Bu tür insanların ürünleri dışında “para edecek” neleri olabilir ki zaten? Üretemeyip de zorluğa düştüklerinde Rieu gibi kemanını satarlar. Çok örnek vardır ama aklıma şimdi Voltaire geldi. Büyük ansiklopedici, çok sevdiği kızının düğününü yapabilmek için kütüphanesini satışa çıkarmıştı denir. 400 YILLIK ŞAHESER Rieu’nun kemanı çok ama çok değerli. Tam 400 yıllık, üstelik büyük keman yapımcısı Stradivari(us)’nin elinden çıkma. Valla, kimin elinden çıkarsa çıksın, 400 yıllık bir odun parçası bile başlı başına değerlidir benim için, ama Stradivari yapımı bir kemana sahip olmak ne demek? İyi ki benim değil, çünkü gerçekten ne yapacağımı şaşırırım. Satarsa çok iyi para getirir bu kesin. Çünkü bildiğiniz gibi bu Stradivari yapımı kemanlar çok ama Bİ DÜNYA İNSAN çok muhteşemdir, ses kalitesi başta olmak üzere. Üstelik tüm yaşamı boyunca bu büyük ustanın bin tane falan ürettiğini düşünürseniz, günümüze de ancak 600 (ya da biraz daha fazlasının) kaldığını anımsarsanız, kim bir Stradivari yapımı kemana sahipse elinde bir servet MUSTAFA K. tutuyor demektir. ERDEMOL BÜYÜK BİR ZEK Üzülüyor Antonio Stradivari bir 17. yüzyıl insanı, İtalyan. En ünlü kemanlarını 1700tabii insan. Keşke satmak durumunda 1725 yılları arasında yaptı. 1715 Lipinski ile 1716 Mesih adlı kemanlarının ürettikleri içinde en muhteşemleri olduğu söylenir. Peki, neden bu kadar iyi kalmasa. Eğer satacaksa yaptığı kemanlar? Dünya kadar teori var tabii. Efendim, 17 yüzyılda güneş aktivitesi azalmış, çok soğuk kışlar yüzünalacak olan sanatı, müziği seven, den ağaçlar yavaş büyümüş, bu nedenle bu ağaçların ahşabından yapılan kemanların akustiği daha iyi olmuş diyenler de var. Diyenler derken, sen, ben deStradivari’nin öneminin farkında biri olsa keşke. ğil, ABD’deki Columbia ile Tennessee üniversitelerinden bilim insanlarının teorisi bu. ABD’de bu işe hayli kafa yoruluyor, bir başka Amerikan teorisine göre de bir Stradivari kemanının sesinin farklı (güzel) olmasının nedeni ustanın tahta kurdu ile tahta mantarlarını öldürmek için yaptığı bir kimyasal işlem. Ne kullanırsa kullansın, maharet kimyasal maddelerle tahtanın özelliklerinde değil, (ya da onlar da etkiliyse bile) adamın zekâsında, tartışmasız. Onun André Rieu zamanında, derler, keman performansları özel partilerde, küçük mekânlarda gerçekleşebiliyordu. Dolayısıyla “ses büyüklüğü ya da yüksekliği” gerektirmezdi bu gösteriler. Kemanları (yaptığı kemanla akraba başka müzik aletleri de vardır bu arada; viyola, çello, mandolin, hatta bir arp) bu tür icraya uygun diyenler de vardır. Yani, uzmanları daha iyi bilir elbette ama müzik icrasında da yönlendirici bir etkisi olmuştur Stradivari’nin. saplantılı bir dÂhi Her dâhi gibi saplantılıydı Stradivari de. Tüm yaşamı boyunca yaptığı işte bir türlü bulamadığını sandığı “ideal formu” aradığını söylerler. Yaptığı kemanlar, viyolonseller, “ses mühendisliğinin zirvesi” kabul edilir. Büyük kemancı Nicolo Paganini’nin çok hoş bir cümlesi vardır. “Stradivari bülbüllerin şarkı söylediği ağaçlardan yapmıştır kemanlarını” der. Yani, “orkestra elemanlarımın maaşını ödeyeceğim o nedenle kemanımı satacağım” derken, tüm orkestra elemanlarına, hem de yıllarca yetecek maaşı verecek bir gelir elde edebilir Rieu, şaka değil. Öyle “Stradivari kemanı da neymiş” deyip geçilecek bir durum yok ortada. 2011’de hiç deforme olmamış bir Stradivari kemanının 15.9 milyon dolara satıldığını hatırlıyorum. Üzülüyor tabii insan. Keşke satmak durumunda kalmasa. Eğer satacaksa alacak olan sanatı, müziği seven, Stradivari’nin öneminin farkında biri olsa keşke. Ama aldıklarını daha da fazla paraya satmayı planlayan bir koleksiyoncu olma ihtimali çok yüksek alıcının. “Aman Bay Rieu, kemanını kır ama satma” diyeceğim, bu durumda bu muhteşem öğüdün bir anlamı yok tabii. Satıyorsan sat tamam da sakın kırma… Sakın. Dönüştürücü olmayan, kendi köyünün önyargılarını sivriltip kitleyi kara girdaba sürükleyen ve bundan nemalanan “muhalefet esnafı” var. AKP bu muhalefet esnaflarından çok güzel beslendi, daha geçen hafta Erdoğan o kesime güzel bir pas attı. Dozunda rekabet faydalıdır. Hep birlikte “Nasıl daha faydalı oluruz?” diye rekabet etsek örneğin. Rakibimiz Güney Kore veya Polonya olsa. Sporda, sanatta, bilimde rekabet tüm gelişmiş ülkelerin temel motivasyon kaynağı, bizde hayat siyasette rekabete ve yüz yıldır çözülmeyen konular üzerinde patinaja odaklanıyor. Ateş İlyas Başsoy AKP’yi 2009’da Antalya’da ilk kez yenen, 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin kampanyalarını yöneten isim Ateş İlyas Başsoy’la ‘radikal sevgi’, seçimler, kazananlar ve kaybedenler üzerine söyleştik. OZAN Yurtoğlu Başsoy, “radikal sevgi, ‘bir şekilde’ karşı kampta yer alan milyonlarca insanı ötekileştirmemek, Aleviliğin harika felsefesinde olduğu gibi “elimize, dilimize, belimize” sahip çıkmak demek” diyor. Ateş İlyas Başsoy ile ‘Ne olacak bu muhalefetin hali’ Radikal sev damardan değil! “R adikal sevgi...” Türkiye’nin son 2 yılda yaşadığı en büyük siyasal dönüşümü sağlayan iki kelime. Kavramın yaratıcısı Ateş İlyas Başsoy’u 10 sene önce rafta duran bir kitabıyla keşfettim, takip ettim. 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin kampanyalarını yönetti. Son yazdığı iki kitabında o seçim zaferine giden yolu anlattı: “seveceksen radikal sev1”, “hepimiz aynı belediye otobüsündeyiz2.” Başsoy ile konuştuk. Türkiye tarihindeki Aydınlanma’nın zirve yaptığı dönemlerdeki ruhla harekete geçildiğinde başarının mümkün olabileceğini söylüyor. u Aslında en temelde 70’lerin mahalledeki sol kültürüne işaret ediyorsunuz. Farklı siyasi yönelimler tarafından, taklit edile edile değiştirilen, “ötekiy”le bir arada olma hali kısaca. Varken, “yok edilen” bir kültürü yeniden siyasal iletişimin merkezine alıyorsunuz, güncelleyerek yeniden kullanıyorsunuz değil mi? Miladı yetmişlere koymuş gibi görünsem de bunun öncelikli nedeni benim 1971 doğumlu olmam. Köy Enstitüleri, idealist öğretmenler çağı, okuma yazma seferberlikleri, otuzlar, kırklar, ellilerdeki mücadeleler ve altmışlar da var. Daha geriye de gidilebilir...Türkiye’de radikal İslam tüm bu deneyimleri çaldı ve sahiplendi. Mahir Çayan uzun bir süre radikal İslamcıların bolca alıntıladığı kişilerden biriydi. Devrimci söylemle, arabesk cıvık bir mağdur edebiyatını harmanlayıp kendi dillerini yaratmaya çalıştılar. Ben CHP’lilere “bize ait” o “söz”ü tekrar anımsatmaya çalıştım. Bülent Ecevit’in de kullandığı sözü... Salon solcularında değil, ter kokan işçilerde, küf kokan kondularda yankı bulan sözü. u İkinci kitapta “hepimiz aynı belediye otobüsündeyiz” diyorsunuz ve bunun CHP’de ve diğer ittifak üyeleri nezdinde kabulünün hiç de kolay olmadığını somut örnekler üzerinden anlatıyorsunuz... “Bulutsuzluk Özlemi” ülkemizin en iyi rock gruplarından birinin adı. “Kurumsallık Özlemi” diye bir grup da ben yapabilirim. Hiçbir cümlenin bitmediğini, gerçekte “nokta” diye bir işaret olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Ben diyalojik iletişimden yanayım ama karşımdaki “diyalektik iletişim” istiyor; ben iki taşı üst üste getirmeye çalışırken bir diğeri o taşları tekmeliyor. Dünyanın yaşı karşısında bir göz kırpma süresi kadar bir ömrümüz var. Bu ömrü ne yaparak geçireceğiz? Dönüştürücü olmayan, çoğu zaman “Yuh!”, “Bu kadar da olmaz!” vs. ünlemlere indirgenmiş bir muhalefet tarzına mı saplanacağız, yoksa nefesimizi boşa tüketmeyip gece gündüz dünyamız için mi çalışacağız? Bu konular “fasa fiso” mu? Biz şekil üzerinden gereksiz tartışmalarla, cehaleti körükleyerek birbirimizi yerken dünya boş durmuyor. Herkes her yerde üretiyor. AKP’den hayırlı bir şey beklemek hayalcilik ama AKP’ye oy veren, bunu maruz kaldığı büyük ideolojik manipülasyon nedeniyle yapan milyonlarca yoldaş adayımız var. Belediye seçimlerini kazanmak bu insanlara ulaşmak için çok büyük bir adım. 1994’te on dört adaylık SENARYOSU u Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına sıcak bakmıyorsunuz... Aksine her iki isme de sıcak bakıyorum. Vahap Seçer ve Zeydan Karalar da olabilir. Ama bu isimlerin hepsinin ortak bir özelliği var: Cumhurbaşkanı adayı olurlarsa, o belediye AKP’ye geçecek. Çünkü tüm bu kentlerde meclis çoğunluğu Cumhur İttifakı’nda. Cumhurbaşkanlığı seçiminin biraz da erkene alındığını varsayın ve İmamoğlu’nun aday olduğunu düşünün. İstanbul’un başına o anda AKP’li bir başkan gelecek. Şu anda cendereyle sıkılan belediye bütçesi bir anda açılacak. Yoksul semtlere milyarlar akıtılacak. Kazanmanın garanti olmadığı bir seçim için, İstanbul’dan vazgeçilecek. Bunun Beyliküzü’nü riske atmakla filan karıştırmayın. Bu kez sadece İmamoğlu değil, tüm İstanbul risk alacak. Türkiye’nin en büyük dünya markasını rakibe bırakmaktan bahsediyoruz. CHP içinde aday gösterildiğinde hemen tanınacak eğitimi, kişiliği, mesleği ve konumuyla büyük avantajları olan isimler var. CHP, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiyse kendi içinden en az on milyon aday çıkarabilir. Daha rüştlerini ispatlayamamış muazzam isimleri arenaya atıp, İstanbul’u veya Ankara’yı AKP’ye teslim etme riski alınabilir mi, bunu zaman gösterecek. yaşında olan bir çocuk, şu anda kırk yaşında. Büyük kentleri çevreleyen varoşlarda yaşayan yirmi milyon kent yoksulu ömürlerinde ilk kez “sosyal demokrat” bir yönetimle tanışıyor. CHP bu fırsatı gördüğü ve kullandığı oranda başarılı olacak. Yapılanın bir “reklam kampanyası” olmadığı, bir “ruh değişimi” yaşandığını ve bunu yaymanın boynumuzun borcu olduğunu anlarsak bu pası gole çevirebiliriz. Bunun için CHP yöneticilerinden daha cesur ve kararlı olmalarını bekliyorum. KARAGÖZ İLE HACİVAT u Başarıya ulaşan 31 Mart stratejisi, genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri için de uygulanabilir mi ve olursa nasıl olabilir? Seçimler sadece sandığa giderek yapılmıyor. Hayatımızın her alanında, her anında seçimler yapıyoruz. Uğur Mumcu’nun unutulmaz sözüyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar” “radikal sevgi” kavramını da anlamadan yaftalayabilirler. Suyun başındakileri sevmek zorunda değiliz, ben de sevmiyorum. Radikal sevgi herkesi sevmek, leş gibi bir trolü, gözü dönmüş diktatörleri sevmek veya “Pollyanna” olmak değil. Radikal sevgi “çok sevmek” veya “damardan sevmek” de değil. Radikal sevgi, “bir şekilde” karşı kampta yer alan milyonlarca insanı ötekileştirmemek, bloklaştırmamak, Aleviliğin harika felsefesinde olduğu gibi “elimize, dilimize, belimize” sahip çıkmak demek. Sevginin köküne inmek, karşılıksız kök sevgiyi aramak ve bizi sevmemeye şartlandırılmış kitleleri anlamaya gayret etmek… Karagöz’e odaklandıkça Hacivat haline geliriz, Karagöz bizi dövdükçe de izleyici güler. Bu oyundan çıkmak gerek. gündelik siyaset ilgimi çekmiyor u “Martın sonu bahar”ın ardından, “2023 asıl bahar” demek için neler yapılmalı? Türkiye Cumhuriyeti büyük bir savaşın ardından kuruldu. On yıldan kısa bir sürede Avrupa, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Kafkaslar’daki topraklarını yitiren ve Anadolu’yu da kaybetmek üzere olan bir devletin yıkıntısından doğdu. Birinci Dünya Savaşı’nın iki temel sonucundan biri Sovyetler’in kurulmasıysa, diğeri Osmanlı’nın yok oluşudur. Biz yüz yıldır, yüz yıl önceki bu kaosun üzerinde ayakta duruyoruz. CHP’de ulaşabildiğim herkese söylüyorum: Hazır Zoom gibi yenilikler hayatımıza girmişken tüm CHP örgütlerine karşılaştırmalı tarih eğitimi verilmeli. 19121923 arası on bir yıl, gün gün öğretilmeli. Yıllardır şunu soruyorum, “Atatürk yirmi yaşındayken tarihe nasıl bakıyordu? Muhtemelen Üçüncü Selim’den başlıyor, İkinci Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz ve Abdülhamid dönemlerini tüm iç çalkantıları, zulümleri ve başarılarıyla sıralıyordu. Üç Abdül, bir Mahmud ile yüz yıl geçirdi bu topraklar, o dönemlerde ne oldu? Gündelik siyaset zerre ilgimi çekmiyor. Ben bunca taşın altına üçkâğıtçı bir müteahhit ihale kapsın diye girmiyorum. Kendini aramayan, kentini de bulamaz, ülkesini de. 2023 hepimiz için sembolik bir anlam taşıyor. Keşke varlığını 2023’e borçlu olan CHP, elindeki büyük beşeri gücün sorumluluğuyla dev bir eğitim hamlesi başlatsa. 2023’e bir hafta kala telefon açıp, “Ateş bize bir ilan yap da asalım” diyeceklerse, beni hiç aramasınlar daha iyi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle