Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 13 EYLÜL 2020 Selim İleri ile yeni kitabı ‘Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’ vesilesiyle buluştuk ‘Bizde bir midyeleşme var’ U sta edebiyatçı Selim İleri ile Arnavutköy’de Vira Vira’da buluştuk. Vira Vira’nın uzun yıllardır müdavimi. Öyle ki 70’li yıllarda yazar olmaya heveslendiğini söylediği ilk yıllarında büyük şair Edip Cansever’in onu getirdiği bir mekân. O zamanki ismiyle Arnavutköy’ün meşhur meyhanesi Kaptan. Söyleşimizde başa yeni romanı ‘Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’u ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı koyarak pek çok isme ve konuya yakın plan yaptık. ‘Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’; Selim İleri’nin Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yapıtları, hatıraları, roman kahramanları, anıları üzerinden Tanpınar’la konuşmaları... Tanpınar’ın bir okuru olarak kendisinde bıraktığı birikimi kendi yazdığına aktarma çabası... “Araştırmacı gazetecilikten aşırdığım bir yöntem” diye tanımladığı, Tanpınar’a yönelttiği sorular ve çözümlemeler eşliğinde, tatlı sert çatışmalı akan bir biçemde yazılı... u Ahmet Hamdi Tanpınar öldüğünde ortaokul öğrencisiydiniz dolayısıyla onunla hiç tanışamadınız. Evet ama belki de aynı yollardan geçtim, aynı semtte oturduk çünkü. O da var romanda. Muhakkak rastlaştık ama fark etmedik birbirimizi belki de. Orası metafizik artık. u Tanpınar’ın ilk okuduğunuz kitabı Yaz Yağmuru? Eniştem doktordu. İyi bir okuyucuydu, çok güzel bir kütüphanesi vardı. Evlerine gittiğim vakit kimse yokken kitaplığı karıştırır, araştırır, çalardım! Yaz Yağmuru’nu ismine kapılarak okumuştum. Büyüleyici bir tarafı vardı, cümlelerin şiire çok açık olması çok etkilemişti ama bir türlü hikâyenin içine giremiyordum. Tam tadına varmam için lise çağına gelmem gerekti. DOĞU BATI ARASINDA SIKIŞTIK! u “Bu romanı hayatla öldürülenlere yazdım.” Hüzün artarak sürüyor yazınınızda. Sormayın, okurlar da bıktılar artık diye korkmaya başladım. Bundan kurtulmak istiyorum neredeyse tedavi görmem gerektiğini düşünecek kadar. Bu, melankoliye dönüşen, zaman zaman beni çok yoran, altından kalkamayacak hale gelmekten ürküten bir noktaya geliyor. Artık hiç ama hiç sevmediğim yaş almakla mı, yaşadığımız ortam, olaylarla mı ilintili ya da insanın belli bir yaşa gelince hayatında çok yeri olan insanları birer ikişer yitirmiş olmasıyla mı, onları hatırlamanın çok yorucu, üzücü olmasıyla mı... Belki de hepsi... u Tanpınar’a tartışmasız saygıyla kaleme alınmakla birlikte hafif bir çatışma da var sanki aranızda. O tesadüfi oldu. Ben hâlâ daktiloda yazıyorum biliyorsunuz. Yazıyorum, yazıyorum ikide bir yanlışlar oluyor falan ona çok sinirlendim. Bana öbür taraftan zorla yanlış yazdırıyor dedim kendi kendime (gülerek). O anlarda işaret ettiğiniz o çatışmalı bölümler çıktı. Tatlı sert aleyhine yazmaya başladım. Sonra toparladım tabii. (gülerek) u Tanpınar’a sorular sorulan bölümlerde özellikle onunla ruhsal bir bağ kuruyor gibi ilerliyor roman. Neredeyse, evet. O telekinezi duygusu iki üç defa karşıma yazarken de çıktı. Mesela 1980’lerde yazdığım Annem İçin adlı bir kitabım var. Tanpınar’ın da 1920’lerde yazdığı Annem İçin adlı bir şiiri olduğunu hiç bilmiyordum. Sonra Rembrandt! İkimizin de çocukluğunda Gece Bekçileri resmini görmüş ve ondan etkilenmiş olmamız... Yazarken hep nesnel olmaya çalıştım ama sonuçta baktığınız vakit çok acı çekmiş bir insan olduğunu düşünüyorum. Bizim toplumumuzun bitmeyen meselesi olan Doğu ile Batı arasında sıkışmışlığı derinden yaşamış. Kendimde de aynısını hissettiğim için bileştik oralarda da. Hiçbir yere ait hissetmeme GAMZE AKDEMİR gamze.akdemir@ cumhuriyet.com.tr “Adalet Cimcoz, ailesi, Sabahattin Eyüboğlu için hem onlarla birlikte olmuş, sonra da evine kırgınlıkla dönüp onlardan yüreğini soğutmuş, çekiştirmiş. Pek de hoş değil ama insani bir zaaf diyelim. Benim de büyük bir dostlukla gidip büyük bir dargınlıkla döndüğüm çok olmuştur.” Fotoğraf: Kurtuluş Arı Selim İleri zalimleşiyor insanlık H er akşam rakamları takip ediyorum. Sağlık Bakanlığı’nın başarılı olduğunu düşünüyorum ama uyarıların ciddiye alınmadığını büyük bir kaygıyla takip ediyorum. Genç insanların karşısında bunları söylemekten utanç duyuyorum ama dünya iyiye gitmiyor işte. O konuda çok umutsuzum. İnsanların birbirini yok etmek üzere gitgide programlandığını düşünüyorum. İnanılmaz bencilleşiyor ve zalimleşiyor insanlık. aylarca evden çıkmadım Z aten asosyal bir insandım şimdi iyice asosyal oldum. Artık sıkılmaya başladım diyebilirim. Çok dikkatliyim. Alışverişimi yapan ve beni arabayla gideceğim yere götüren bir yardımcım var. Aylarca evden çıkmadım. Sonra yayınevine gitmem gerekti. Koronadan ilk ölen insanlardan biri Galatasaray’daki eski eczacımdı. Yakından tanıyordum, dostumdu, çok çok üzüldüm. Birkaç arkadaşımın da yakınları hastalandı maalesef. “Tanpınar’ın hayal kırıklığı çevresinin sessizliğinden dolayı yoksa kendi yazdıklarına aşırı güveni var.” meselesi, olmak isteyip de olamamak meselesi... Tam ortada bir adam mı onu hâlâ çözebilmiş değilim. Kendine mahsus siyasi düşüncesi de olan ve aslında bu coğrafyadan sürekli bir sentez çıkarma gayreti göstermiş bir adam. u Tanpınar’la çatışanlar arasında büyük kalemler var sonuçta. Önemsememişler onu... Başta Sabahattin Eyüboğlu var tabii. Kırtıpil Hamdi haksızlığı, ayıptır yani. Kendilerinin altında görmüşler onu. Ölümünden sonra Sabahattin Eyüboğlu’nun yazdığı; övücü gibi gözüken ama övüp övmediği tartışılır bir ayrılık yazısıdır. Çok ilginç bir şey kendisinin düşman olduğu Peyami Safa her gün gazetede yazan bir insan, toplanmış yazılarına baktım tek bir Tanpınar yazısı bulamadım. Gene iyi kötü Necip Fazıl bahsetmiş o da öyle çok ahım şahım değil yani. Geçiş toplumlarında, kültür gömleği değiştiren toplumlarda aynı görüşleri paylaşmadığınız vakit karşı görüşe pek saygı duyulmuyor. Bizde bir midyeleşme var, sizden değilse o midye sürüsünün dışında bırakılıyor. Bunu Tanpınar da yapmış, başkaları da ona yapmış. u Kimse peygamber değil! Tabii. Ama bunu dışa vurmazsınız, Tanpınar ise defterinde dışa vurmuş. Tek anlayamadığım şeyi Menderes’lerin asılmasındaki tutumu oldu. Tabii insan hele o yıllarda ki kendi ailemden de hatırlıyorum o 27 Mayıs’ı elbette savunur. Ama 27 Mayıs’ı savunmak ayrı, asmayı savunmak ayrı bir şey. Hele ki bunu teklif etmek acayip bir şey. Onu çözemiyorum hâlâ çözemedim. u Aşkı yazmak, adamakıllı yazmak için aşktan vazgeçmiş bir adam yorumuna işaret ediyorsunuz. İnsanda vardır o; yaşanmış bitmiştir ki illa aşk da olması gerekmez bir dostluk da olabilir... Onu kaybetmişsinizdir, bitmiştir ama kâğıt üzerinde onu tekrar yaşamak, yaşatmak istersiniz. u Bir yazarın okurlarıyla iletişimi konusunda neler söylersiniz? Tanpınar’ın o yalnızlık duygusunda okurlarınca da yalnız bırakıldığını hissetmesi vardır. Ben o açıdan şanslıyım, okuru tarafından el bebek gül bebek bugüne getirilmiş bir insanım. KİME YAZACAĞIMI BİLİYORUM u Kimler okumuş Tanpınar’ı? Baktığınızda bir profil de çıkmıyor. Çıkmıyor belki şimdi daha çok okunuyor, belki şimdi bir profil çıkabilir ama o da ne kadar hakiki bir profil olur emin değilim. Kürk Mantolu Madonna gibi koltuk altı bir profil mi olur belli değil. Neredeyse kırk yıl oldu, ilk İstanbul Kitap Fuarı’nda imza günümde önüm bomboştu. Çok gencim, Adalet Ağaoğlu yılları, önünde muazzam bir kuyruk. Üç kişi imzalıyorduk; ben, Cemal Süreya ki onun önünde de pek kimse yoktu. Adalet Hanım’ın imza kuyruğu büyüdükçe büyüdü. Merdivenlerde kambur bir kız vardı. Dedim ki bu kız bana geliyor, Adalet Ağaoğlu’na gitmiyor. Ve o kız bana geldi! İşte o gün hayatımın dönüm noktası oldu, artık kime yazı yazacağımı biliyordum. Derdi, hüznü olan insanlara yazıyorum. u Yazarlar zor zamanlarda giderek kopmuştu birbirinden, ya şimdi? Bir ara birleşilir gibi olmuştu 90’larda hatta büyük bir umut olarak görmüştüm. Sonra yine aynı kutuplaşmaları görmek çok üzücü. Sosyal medyayı bunları görmemek için kullanmıyorum. u Yakın tarihte bir roman yazıyordunuz. Yayımlanacaktı son anda durdurdum ve bir vasiyet roman olarak yayınevine bıraktım. u Vasiyet roman derken? O kitabımın ölümümden sonra yayımlanmasını istiyorum. İlk defa açıklıyorum bunu. Son kırk, elli, altmış yılın siyasi çalkantısı var o kitabın içinde. Onu son sözüm, vasiyet romanım olarak istiyorum. Romanın adı “Yalnız Evler Soğuk Olur.” SUR İÇİNE ÜZÜLÜYORUM K adıköy bendir. Sur içinin bozulmasından çok üzgünüm. Düşünün 1969 veya 70 yılıydı, yolun çok başındaydım. Bir tesadüf sonucu Behçet Necatigil’i tanımıştım. Behçet Necatigil ve Kamuran Şipal gibi iki büyük usta ve kadim dostum Doğan Hızlan dördümüz Yedikule’ye gitmiştik. Yedikule hafızamda o günkü haliyle inanılmaz bir iz bırakmıştı. Sonra o dokusu kalmamış, inanılmaz değişmiş, çok üzücü. Samatya da aynı şekilde...Tarihi korumak herkesin, her dünya görüşünün vazifesi, boynunun borcu olmalıdır. Bilgisayar kullanmam B oyun kireçlenmesi nedeniyle haftada üç gün fizik tedavi görüyorum. Kolumda ve dizimde de sorun yaşıyorum. Şimdi daha iyiyim, faydasını görmeye başladım. Boyun kireçlenmesinin en önemli nedeni uzun yıllardır asla vazgeçemediğim daktilom. Bilgisayar kullanmam biliyorsun. Denemediğimden değil, denedim ama doğru düzgün cümle kuramadığımı fark ettiğim için. Koronavirüs salgını sürerken Endişe bulutları Ankara’da Covid19 vakaları arttı. Her gün salgınla ilgili yeni bir genelde yayımlanıyor; toplu taşımayla ilgili kararlar alınıyor ya da 65 yaşa yeni ya STATİK ENERJİ da ilaç tedavisi verilmedi. Virüsü taşıyan 220 çocuğun %25,5’i belirtisiz, %45’i hafif, %26,8’i orta, %2,7’i ağır geçiriyor. Ve 2 çocuk (%0,9) virüsten ölüyor. (Makale kaynağı: Characteristics and Management of Children With saklar geliyor. Genç vakaların arttığını Covid19 in Turkey, Burcu Ceylan Cu okuyoruz ve illaki, kendimiz geçirme ra Yayla et al. Balkan Med J. 2020) sek bile, yakın çevremizde birileri has Okullar yüz yüze eğitimle açıldığın talığı geçiriyor. Salgın kontrolden çık Özge Mumcu da vaka sayısının artacağını da düşün tı. Bu süreci toplumun her kesimi ru Aybars memek elde değil. hen ağır geçiriyor. 1 Haziran’dan itibaren adına “ye Bilim Kurulu üyelerinden Mehmet ni normal” dediğimiz bir düzenle ha Ceyhan, Instagram hesabında çocuklar yatlarımıza devam ediyoruz. Bazıla ile ilgili verileri yayımladı. Hacettepe Üniversite rımız işyerlerine gidiyor, bazılarımız evden ça si Tıp Fakültesi ve SBÜ Ankara Eğitim ve Araş lışıyor. Ayasofya’nın ibadete açılışındaki kala tırma Hastanesi Çocuk Enfeksiyon Bilim Dalları balık, Giresun’daki felaketin ardından çay he tarafından izlenen 220 hastaya ağır vakalar dışın diyeli miting, düğünler, dernekler, bayram der ken… Gidiş iyi değil. Diğer yandan Sağlık Bakanlığı belirtisiz ve ha fif vakaların test yapılmaksızın 10 gün sonra işe başlayacağını kararlaştırdı. Filyasyonun doğru yapılmadığı sahadan gelen bir gözlem. Filyasyon sadece hastaneye başvuranların aile bireylerine veya yakın arkadaşlarına yapılıyor: Üstelik test yapılmıyor, 1014 günlük bir süre evde kalınması ve de hastalanınca gelinmesi söyleniyor. Dünya Sağlık Örgütü Covid19 konusunda iki kod uyguluyor. İlki testte Covid19 olanlar, diğeri ise testi negatif ama diğer test leri pozitif olanlar. Türkiyede sadece ilk kodu uyguluyor, diğerleri ise bildirilmiyor. Her geçen gün sağlık çalışanlarından bir ölüm duyuyoruz, bazı günler üç kişi belki daha fazla… Bu ölümleri de Türk Tabipleri Birliği duyuruyor, ne yazık ki Sağlık Bakanlığı değil. Covid19 henüz meslek hastalığı sayılmıyor. Muhalefet “Sağlıkta insan kaynağı sıkıntısı yaşanabilir” diyor. her yanımız kırmızı Salgının ortasındayız. Hayat Eve Sığar uygulamasında Ankara’da her yer kırmızı renkte. Ankara ve İstanbul Belediye Başkanı, ölüm rakamlarının daha yüksek olduğunu söylüyor. Bunu dile getirmelerinden bir gün sonra yeşil tabloda ölüm rakamları artıyor. Salgının yavaşlaması, ölümlerin azalması, sağlık sisteminin planlanması için evde oturmamış mıydık? Kimse sistemin durmasını istemediğinden salgından korunmanın sorumluluğu bizlere veriliyor. Çift maskeler, yıkanabilir maskeler, dezenfektanlar, kolonyalar, eldivenler, sosyal hayatı askıya almalar, bilgisayar ve telefonla bütünleşerek yaşamakla geçen bir altı ay. Anlaşılan bu sonbahar ve kış aylarında, endişe bulutları dağılmayacak. Çünkü ekonomi insan sağlığından daha değerli görülüyor.