Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 13 EYLÜL 2020 Mert Fırat, İBB danışmanlığı üzerine yapılan eleştirileri olgunlukla karşılıyor. Halkevi ve ODTÜ geçmişi onu bu günlere iyi hazırlamış! “Oralarda kimse pamuklar içinde yetişmez. Birbirimize fikirlerimizi söyleriz. Dürüstlük budur” diyor. “Kültür sanatın topluma faydası olduğunu düşünüyorsak, ben öyle düşünüyorum oyuncu olma sebebim bu zaten, farklı fikirleri herkese götürebilmemiz gerekir. Bunun için, gerek yatırım gerek üretim gerek idari noktada bilfiil aktif olmamız gerekiyor.” “Kurulamamış sistemlerin içinde yakınmaktansa her türlü geri bildirime, eleştiriye rağmen bir arada durabilmeyi, dayanıklı olmayı gerektiriyor yaptığımız iş. Her zaman karşıt görüş olacaktır. Buna açık olmayan da bu işi yapmamalı.” Oyuncu Mert Fırat’la kültür sanat ve İstanbul’a dair pazar sohbeti “Olumsuz bir sürü şey var, ben olumlu tarafına bakmak istiyorum. Olumsuzlarla motivasyonu düşürmeye gerek yok.” Keşmekeşi seviyorum u Nasılsınız, ‘yeni normale’ alıştınız mı? Ben sosyal mesafeye çok alıştım, aslında asıl normalleşme herkes mesafeli ve maskeli hayata alıştığı zaman olacak. Artık kapalı alanlarda bile, toplantı yaparken maske ve mesafe ile oturuyoruz. İnsanların dikkatli olması, beni rahatlatıyor. Çünkü evde benim korumam gereken risk altında İdil var. Temkinli olmaya çalışıyorum mümkün mertebe. u Sizin çok fazla toplantınız var muhtemelen.... Aynen. Mütemadiyen bir şeyin toplantısında oluyorum ama keyif de alıyorum. İnsanlarla irtibatta olmayı ve sürekli çalışmayı seviyorum. u Önce İstanbul’u sormak istiyorum, çocukluğunuzun İstanbulu’nu nasıl hatırlıyorsunuz? Ben Ankara doğumluyum, İstanbul’a 3 yaşında geldim, 6 yaşıma kadar Kadıköy Ziverbey’de ve Kızıltoprak’ta oturduk. İlk evimiz yakındı, annemle Salı Pazarı’na giderdim. Her yere yürüyorduk. Çocukluğumun İstanbulu çok yürümeli, keyifli bir yerdi. Babamın da gazinosu vardı o zamanlar; hem de Unkapanı’nda plak şirketi. Farklı kültürlerden Türkiye’nin dört bir tarafından gelmiş insanlarla iç içe büyüdüğüm, zaman geçirdiğim bir İstanbul hatırlıyorum. Sonra yine Ankara’ya taşındık... u Unkapanı çok renkli olmalı... Gerçekten çok renkliydi. Babamın arkadaşları Kamil Sönmez, Osman Yağmurdereli, Faruk Tınaz... Çok kültürlü, Anadolu’nun dört bir tarafından gelmiş, hayallerinin peşinden koşan sanatçı gençlerin aslında bir araya geldiği bir yapıydı onlarınki de. Benim için çok ilginç, güzel bir dönemdir. Bu kadar büyük değildi o zaman İstanbul. Sanki kısmen daha sakin bir şehirdi. u Her geçen gün daha kalabalık oluyor... Evet... Kendine has özelliklerini de bu kalabalıkla, değişimle, dönüşümle yitiriyor ya da yenileri geliyor yerine ama var olanı korumak önemli... Çok katmanlı bir şehir İstanbul, dokusu çok değerli, umarım hep koruyabildiğimiz bir yerde kalır. Kendini koruyabilir bize rağmen İstanbul. u Şu sıralar en çok neye heyecanlandınız? Bebek heyecanı en üst seviyede. Yeni sezon, dizi heyecanlandırıyor. Tiyatro Kooperatifi’nin çalışmaları... 62 tiyatroya geldik, bir arada durabiliyor olmamız önemli. u Ne okuyorsunuz? Yeşil diye bir kitap. Yeniden elime aldım. Arkadaşım Ferdi Akarsu yazdı. Önsözü benim. Nasıl yeşil yaşarız, yeni dünya düzenine dair güzel bir cevap. Şu sıralar senaryo yazıyorum. Ona dair her gün bir iki oyun okuyorum. “Destek olmak için çağdaş sanatçıların atölye açmalarını ya da açtıkları atölyelerin batma eşiğine gelmesini beklemek doğru değil. Ortak ve bağımsız atölyeler açılmalı ve buralarda sanatçılar kaygısızca üretebilmeli.” u Hiç kaçmak istediğiniz oluyor mu peki? Son 14 yıldır İstanbul’dayım. Kendimi İstanbullu hissediyorum ama daha çok Ankaralıyım. Karışık... Türkiye gibiyim yani (gülüyor.) Bende “Lanet olsun bu şehre” diye bir düşünce hiç olmuyor. Trafik tabii ki beni bitiriyor. Aracı kendim kullanıyorum, seviyorum. Yıllarca Beşiktaş’ta Şair Nedim’de oturdum, mahalle hayatını çok severim. Şimdi Anadolu yakasında biraz İstanbul’un dışındayım ama yine mahalledeyim. Herkesin başka bir İstanbulu var. Ben, benim İstanbulumun içinde, arkadaş çevremle, İstanbul’dan ve hayattan beklentilerimle yaşamayı becerebiliyorum bir şekilde. HİLAL KÖSE KURULMAMIŞ SİSTEMLERİN ACISI Fotoğraf: Cumhuriyet Pazar u En sevdiğiniz köşesi neresi İstanbul’un? Beşiktaş, Kadıköy, Osmanbey, tarihi yarımada, Balat... Tarihi dokuları ve yaşayan yapıları, insanların keşmekeş dediği şeyi ben seviyorum. u Ama ‘Ankaralıyım’ dediniz az önce, orada bir düzen yok mu? Ankara’da Tunalı Hilmi, Küçükesat, Kızılay oraları severdim; insanların iç içe olduğu yerleri... Eskiden Ulus’ta İtfaiye Meydanı vardı ve aklınıza gelen her şeyin satıldığı bit pazarı. Düzenli Ankara’da da yine gidip düzensiz yerleri bulup, oralarda ne oluyor ne bitiyor onlara bakıyordum. (gülüyor) Hikâye sevmekten herhalde... u Kültür ve sanat hayatımız... Şu an ne durumdayız? 2000’den beri tiyatromuz, kültür hayatımız başka bir yerde. Gittikçe de daha iyi bir yere geliyor. Karanlık bir tablo yoktu önümüzde. Salgın bizi çok ciddi vurdu. Biz birçok üstadın tırnaklarıyla kazıyıp getirdiği yerden bayrağı alıp, özveriyle bir yere getirmeye çalışıyoruz. İhtiyacımız olan şey oyun satmak, organizasyon yapmak, herkesin aklına gelebilecek festival fikirleri değil... Biz kültür politikası inşasıyla ilgili problem yaşıyoruz. Kültür sanat kamusal bir hizmettir. Pandemide bu kadar zarar gördüysek bizim için oluşturulmuş ödeneklerin dahi tahsilatı yapamadığımız bir ortamda olmamızdan kaynaklanıyor. Kurulmamış sistemlerin acısını çekiyoruz. Kültür mirası dediğiniz şey bir bayrak yarışı. Şimdiki durumda birçok sanat emekçisi malzemelerini depolara hapsedip annelerinin babalarının yanına yaşamaya gidiyorlar. Kültür sanat politikasının şimdiye kadar doğru inşa edilmemesinden kaynaklı. u İBB’ye danışman seçildiniz, neler yapacaksınız? Bizim burada olma sebebimiz ne repertuvar hazırlamak ne de paranın nereye gideceğine karar ver mek; kültür politikasını oluşturmak. 39 ilçede kül tür sanata nasıl erişeceğiz? Sanata ihtiyaç duyan insanlarla sanatçılar nasıl buluşacak? Somut, ölçülebilir, değerlendirilebilir bilgilerin peşindeyiz... Bu alanda bizler gibi çalışan her disiplinden sanatçının görüşünü alacağımız bir süreç kurguluyoruz. Alt çalışma grupları kuracağız. İstanbul’un kültür sanat envanterini çıkaracağız. Nerede kaç salon var? Hangi kapasitede? Kurulun açık ve şeffaf biçimde gelişecek bir yapıya erişmesinin ilk adımlarını atmak üzere bir araya geldik. HAKSIZLIK VARSA BEN YOKUM u Çok şeye yetişiyorsunuz. Dayanışma ruhunuz çok yüksek. Nasıl başladı her şey? Halkevi’nin etkisi, ODTÜ’de kürek çekmiş olmak... ODTÜ’nün havasından suyundan tiyatro topluluğundan kütüphanesine kadar her şeyinden faydalanmış olmak. Takım olarak yurtiçi ve yurtdışında çokça başarıya imza attık küçük yaşlarda. Milli Takım’a da gittim. Bizim yarışlar 2 bin metredir. Antrenman yaptığımız göl sahası da 2 bin metre. Teknede birbirimizin nefesine, en zayıfın gücüne, en güçlünün sabrına ayarlanarak yapılan bir sporun içinde yer aldım. Oradaki abiler ablalar sayesinde Halkevi süreci başladı; orada da tiyatro yaşantısı başladı. u Sonra? ‘Bunu niye yapmak istiyorum’sorusu... Topluma, her kesime ulaşıp, farklı fikirlerimizi birbirimize anlatmak için. Brecht’in, Shakespeare’nin Yunus’un, Nazım’ın sözünün benim sözüm olduğunu bilmek... Bu evrensel yaklaşım, kolektif ruh benim de kültür sanat hayatıma yansıdı. Hep kitaplarda okuduğumuz şeylerin gerçek olup olmadığıyla sınadım hayatı. Geçen bir saydım da 47 ortağım var. “Arkadaşlar organize olalım, kolektif yaşayalım, paylaşalım” filan var ya onun maliyede de net kaydı var bende. (gülüyor) u Bu kadar şeyi yönetemezdiniz belki o ruh olmasa... Kürekten önce top da oynadım. Bursa’ya kampa gidiyorduk, sayımız yeterli olmasına rağmen antrenör, yeğenini aldı, ben gidemedim. O haksızlık üzerine bıraktım... Eğer adam kayırma varsa, kimsenin hakkımı alamayacağı bir spor bulayım dedim... Kürekte tek başına da şampiyon olabilirsin ama önemli olan takımla olmak. Bu sistemin âşığı oldum, hem bireysel olarak koskoca bir takıma sorumluluğun var hem de aynı teknede 8 kişi birlikte kürek çekiyorsun. Kavgalı da olsak, aynı fikirde olmasak da nasıl bu tekneyi hareket ettirir, finişe gideriz benim hayat felsefemi o belirledi. u Sizin var mı ‘arızalı’ taraflarınız peki? Kırmızı çizgileri olan insanlardım. Ben hak yenmediği sürece varım. Biraz inanmayacaksınız şimdi ama ‘az laf çok iş’çiyim (gülüyor.) Planlamaya yaslanıp icraatı geride bırakmak istemeyenlerdenim. Konuştuklarımızın bir çıktısının olması gerektiğini düşünüyorum yazılı kültürde. u DasDas açık havada sahneye çıktınız, ne hissettiniz? Çok acayipti. Önce bir seyirciye baktım, ‘merhaba’ dedim. Alışkanlığım olmadığı halde geldikleri için teşekkür edip, bu süreci nasıl geçireceğimize dair iyi niyetlerimi bildiren bir konuşma yaptım. Çünkü çok özeldi onların gelmesi. u Türkiye’ye dair canınızı yakan şey... Kadın cinayetleri altüst ediyor. Cinayete, tacize, tecavüze gereken yaptırımın uygulanmaması gerçekten öfkelendiren şeylerden biri. “Ben finişe gidebileceğim, yer yer aynı fikirde olmasam da kavga da edebileceğim insanlarla aynı teknede olmayı seviyorum. Tek başıma hiçbir şey yapmıyorum. DasDas’ta 4 ortağım var: Harun, Koray, Didem, Muzaffer. Çok iyi kavga edebiliyoruz.” PAcYtuaZcamomzAmıhnaRu.ımtTnrri’EıydeSet.İ “Her zaman umudum var. İnsanların siyasetle bu kadar ilgilenmediği bir dönemdeydik. Şimdi herkes düşüncesine, oyuna sahip çıkıyor.” GELECEK KORKUTUYOR MU? Korkutuyor, ciddi kayıplar vereceğiz. Veriyoruz da. Salgın tesadüf değil. Beslenme ve tüketim alışkanlıklarımız yüzünden her türlü hastalığa açığız. İleride türümüzün devamı bile risk altında. İnsanlık hiç böyle ciddi bir eşikte kalmamıştı, iklimle ilgili. Buzullar eriyor. Deniz 80 cm yükselecek. Ne kadar toprak kaybına uğrayacağımızı düşünün. Mutfakta bize yardım edecek robotu üretmek yerine su kaynaklarımızı nasıl temiz tutacağız, o teknolojinin peşine düşmemiz gerekiyor. Karbon AYAK İZİNİ NASIL AZALTTI? Gıdamızı korumaya çalışıyoruz, marketten ona göre alışveriş yapıyoruz. Kullandığım aracın elektrikle çalışan, fosil yakıtı en az seviyede kullanan bir araç olmasına özen gösteriyorum. Şimdi hibrit toplu taşıma araçları da var biliyorsunuz. Poşet kullanmamak, yiyebileceğim kadar porsiyon söylemek, atığı doğru yönetmek... Sürekli yanımda şişe taşıyorum, bazen yanımda mataram oluyor... Eti yemeyi azalttım ama tamamen bırakamadım. Bir gün ondan da kurtulacağım inşallah... YENİ DÜNYA DÜZENİ Büyük bir değişimin içindeyiz. Devletlerse eskimiş sistemleri daha ne kadar ellerinde tutabileceklerine bakıyorlar. Hepsinden öte, tüm insanlar için adil bir düzen kurmakta iş. Bunu kurmadığınız sürece ne görüşten olduğunuzun bir önemi yok. Dünyanın her tarafında bu problem var. Bize birlikte var olabileceğimiz bir sistem gerekli. Bunun da tek mottosu adil, özgür, bir arada yaşayabilecek kültürü oluşturduğumuz bir yapı kurmak. O da kim ne derse desin, bir gün kurulacak.