22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 AĞUSTOS 2020 Kaçırmayın ekmorlauhkısa MUSTAFA K. ERDEMOL u Caz Festivali başlıyoooor İstanbul Caz Festivali bu yıl pandemi yüzünde her zamanki mevsiminde değil, eylül ayında yapılıyor. 214 Eylül tarihlerinde online olarak da izlenebilecek etkinlik açıkhava konserleriyle İstanbul’u caz melodilerine kavuşturacak. Detaylı program için www.iksv.org. Biletler Biletix’te. 31u Sıra Ankara’nın festivalinde . Ankara Uluslararası Film Festivali, geniş pandemi önlemleri alınarak, 3 Eylül’de başlayacak. Büyülü Fener Sinemaları’ndaki gösterimlerde izleyiciler yerli ve yabancı birçok film izleme fırsatına sahip olacaklar. Fellini ve Rohmer gibi ustaların filmleri de var programda. Festivalin bitiş tarihi ise 10 Eylül. u ‘Sesin Resmi’ Küçükçiftlik’te Küçükçiftlik Bahçe Tiyatrosu’nda bu hafta “Sesin Resmi” adlı oyun var. Esra Bezen Bilgin ve Yağız Can Konyalı’nın oynadığı ve Kieran Hurley’nin yazdığı oyun 3 Eylül akşamı saat 21.00’de başlıyor. u Polanski ve Fransız tarihi R oman Polanski’nin son filmi “Subay ve Casus” (“J’Accuse”) Fransız tarihinin en tartışmalı olaylarından Dreyfus Davası’nı anlatıyor. Başrolünde Oscar ödüllü oyuncu Jean Dujardin ve Louis Garrel’in olduğu film haftanın en iyilerinden. u Lütfi Kırdar’da klasik müzik Turkcell Platinum İstanbul Night Flight konserlerinde açılış Berlin Senfoni Oda Orkestrası’ndan. 4 Eylül Cuma akşamı Lütfi Kırdar Anadolu Auditorium’unda yapılacak konserin başlama saati 21.00. u Bodrum’da da caz vakti E ylül bu yıl caz ayı oldu anlaşılan. 4. Bodrum Caz Festivali, 18 Eylül tarihlerinde yapılacak. Anjelika Akbar ve Maya Belsitzman ile Matan Ephrat ikilisi gibi uluslararası sanatçılar Bodrum Kalesi ve Dibeklihan’da sahne alacak. İngiltere malum, dünyanın belki de en çok yabancı barındıran birkaç ülkesinden biri. Sömürgeci geçmişinin mirası toplulukların yanı sıra ekonomik nedenlerle gelmiş binlerce yabancıya da ev sahipliği yapıyor. Bugün İngiltere’nin çeşitli alanlarda dünyaca ünlü olmuş markalarının sahiplerinin çoğunun göçmen bir ataya sahip olduğu bilinir. 7 Sabri Özaydın önyargıları yıktı, bölgesinin yöneticisi oldu Enfield’ın Türk belediye başkanı L ondra’nın Enfield bölgesi de göçmen nüfus açısından hayli kalabalık bir bölge. 360 bine yakın nüfusu olan Enfield’da tam 102 dil konuşuluyor. 50 bin kadar da Türkçe konuşan bir topluluk var. En kalabalık topluluk olmamasına rağmen politik açıdan en aktif toplumu oluşturuyor Türkçe konuşanlar, yani Kıbrıslı Türkler ile Türkiyeli Türkler. Dogan Delman, Yasemin Brett, Ali Bakır ve Saray Karakus da Enfield belediye başkanlığı görevinde bulunan Türk kökenli politikacılar. Şu anda da belediyede çok önemli bir görev olan Belediye Liderliği’ni ise Nesil Çalışkan adlı Kıbrıslı Türk kadın politikacı sürdürüyor. Gelenek bozulmuş değil. Enfield’ın şimdiki belediye başkanı da bir Türk: Kahramanmaraşlı Sabri Özaydın. Glasgow Üniversitesi’nde Otel İşletmeciliği okumuş, İşçi Partisi içinde önemli görevler almış deneyimli bir politikacı Özaydın. Turizm eğitimi almasına rağmen “kendi işinin patronu” olmayı istediği için tekstille uğraşmış uzun yıllar. “Ürettiğim ürünleri satmak için numune götürdüğüm bir firmada yaşadığım bir karşılaşma politikaya atılmama neden oldu” diyor. KARAR VERDİREN GÖRÜŞME “Nasıl başladınız İngiltere siyasetinde çalışmaya?” diye sordum. Yanıtı şu oldu: “Firmada satın alma sorumlusunun gelmesini beklerken bir Pakistanlı geldi yanıma. Neden orada bulunduğumu anlayınca odasında bekleyebileceğimi söyledi. Meğer o firmanın sahibiymiş. Odasının duvarlarında Kraliçe Elizabeth ve Margaret Thatcher başta olmak üzere ülkenin önde gelen po litik figürleriyle birlikte çekilmiş fotoğrafları dikkatimi çekti. Meğer Muhafazakâr Parti içinde çok ama çok etkili biriymiş. “Politikayı cazip buluyor musun” sorusuna ‘hayır’ deyince, bana yanlış düşündüğümü söyledi. ‘Senin geleceğini etkileyecek bir olgudur politika’ dedi. Karar verici konumlarda olmanın önemini anlattı. Sonra da ‘Gel seni Muhafazakar Parti’ye üye yapalım’ dediğinde bir sosyal demokrat olduğumu söyleyerek kabul etmedim. O za man anlam verememiştim ama söyledikleri doğruydu”. İngiliz politik kurumlarının karar mekanizmalarında bir göçmen olarak yer almasının gerekirliliğini zamanla daha iyi anlamış Sabri bey. Bölge milletvekillerinin seçim kampanyalarına katılmış hemen. Bir başka Türk kökenli politikacı Feryal Demirci’nin milletvekili adaylığı için başlanan kampanyada yer almış, bu çerçevede haftada dört bin evi ziyaret edip propaganda yapmış ekibiyle. Politikada aktif oldukça sorunların da ülkede aslında hep var olan gizli ırkçılığın da farkına varınca ilgisi atık bir görev bilincinin oluşmasını sağlamış. Mensubu olduğu İşçi Partisi’nin Enfielde bölge kurulunda görev üstlenmiş. Başkanvekilliğinin ardından da belediye başkanı olmuş. Türkçe konuşan toplum mensupları elbette çok gururlanmışlar. Ancak anlayamadıkları bir şey var; o da Sabri Bey’in de diğer Türk kökenli başkanların da sadece Türkçe konuşanların başkanı olmadığı. “Evinin musluğu akmayan da beni arayıp yardım istiyor” diyor Sabri Bey. “İşleyiş farklı, bunu anlayamıyorlar. Evet başkan benim ama tek başıma karar almama imkân yok. Bir öneriyi tasarı haine getirip Belediye Meclisi’ne sunar, onaylanırsa politika haline getirirsiniz” diye de ekliyor. Sabri Özaydın Biri erkek diğeri kız iki çocuğu olan Sabri Özaydın, hâlâ öğrenme, anlama peşinde. Westminister Üniversitesi’ nde din ve politikanın hukuki yanlarını konu edindiği master eğitimine başlayacak. TÜM DİNLERİN TEMSİLCİLERİ DAVETLİYDİ Sabri Özaydın göreve başlarken farkını ortaya koymuş aslında. Devir teslimi sırasında bölgesindeki tüm dini temsilcileri davet etmiş. Çok sembolik gibi görünebilir ama tüm dinlerin bölgede ilk kez bu denli görünür oldukları ilk andır bu. Sabri Özaydın’ın bu temsiliyet becerisi sadece Anadolulu bir göçmenin başarısı değil. Farklı uluslardan tüm göçmenler için bir rol modeli aslında. Yıllardır İngiltere’nin emeküretim sürecinde emeğiyle yer almış göçmenlerin siyasi karar mekanizmalarında söz sahibi olmaları çok önemli. Bu hem yabancılara karşı önyargıların kırılmasına katkı yapar hem de göçmenleri getto yaşamının dışına taşımış da olur. Gençlere öğütleri var Sabri başkanın: “Sıradan bir üniversiteye gitmeyin. Yapabiliyorsanız en iyilerine gidin. Hem siyasi hem ekonomik anlamda geleceğiniz bu tür üniversitelerde belirleniyor. Hedefiniz buralar olsun.” 102 dilin konuşulduğu bölgede en gür çıkan ses Türkçe yine. Bu kez da Sabri Özaydın sayesinde. İnsanlar neden içi boş deyim ve kavramlarla konuşup yazıyorlar? Toplumda karşılığı yok ÜLKER İNCE Belleğinizi bir yoklayın, bakın bakalım, şu yukardaki cümleyi hiç kullandınız mı? Şimdiye kadar kullanmadınızsa, kullanmayı düşünür müsünüz? Kullanmadım ve kullanmayı düşünmem dediğinizi varsayalım ama niçin kullanmayı düşünmüyorsunuz? Ya da bir nedeniniz var mı? Oysa benim bu cümleyi konu edinmemin bir nedeni var. “Falan şeyin toplumda karşılığı var” ya da “falan şeyin karşılığı yok” cümlesinin özellikle medyada sıklıkla kullanıldığına tanık olduğum için konu ediyorum. (Böyle yüzlerce cümle var.) Her duyduğum ya da okuduğumda irkiliyorum, “Bu ne demek şimdi?” diye. Sözgelimi “Halifeliğin toplumda karşılığı yok” diyor biri. Ne demektir bu? Halifeliğin toplumda karşılığının olmaması? Eğretilemesel (metaforik) bir kullanım olduğunu bilmiyor değilim elbette. ANLAŞILMAMAK İÇİN KONUŞMAK Ne anlama gelebileceğini sorarsanız, “Halifelik, olmuş olmamış, toplumda pek de önemsenmez,” anlamına da gelebilir, derim. “Toplumda halifelikten yana olan insanların sayısı azdır” anlamına da gelebilir. “Halifeliğin gelecek olması toplumda sevinç yaratmaz” anlamına da, “Halifeliği getirecek olan partiye bu iş oy getirmez” anlamına da gelebilir derim. Siz isterseniz uzatın. Pekiyi bunu söyleyen kişi bunlardan hangisini söylemek istiyor? Hangisini söyle mek istiyorsa niçin onu söylemiyor, onlarca yoruma açık bir sözü getirip benim kucağıma bırakıyor? Şöyle düşünebilirsiniz: Çok anlama gelebilecek sözler söylemek daha iyi değil midir? Bazen değildir, söyleyenin amacına bağlı olarak. Siz gazetede anlaşılmak için mi yazıyorsunuz ya da televizyonda anlaşılmak için mi konuşuyorsunuz, anlaşılmamak için mi? Aklı başında hiç kimse anlaşılmamak için yazmaz, anlaşılmamak için konuşmaz. Örneğin, “Türkiye’nin İslam âleminin lideri ... gibi davranmaya çalışmasının hiçbir karşılığının olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır” cümlesini yazana, sormak isterim: “Ne demek istiyorsunuz, daha açık söyleyin. Türkiye İslam âleminin lideri gibi davranıyor ama İslam âleminin onu lider kabul etmediği bir kez daha oraya çıktı mı, demek istiyorsunuz? Bunu demek istiyorsanız niçin böyle söylemiyorsunuz?” diye. Siz böyle söylemeyince okur olarak ben, “Yazar bunu demek isteseydi böyle derdi” der ve belki de en doğru olan bu yorumu seçenekler listesinden düşerim. Aslında konuşma ve yazı diline –ya da genel olarak insanların dillerine musallat olmuş bir hastalık var, yıllardır sürüyor –belki 3040 yıldır ama gittikçe kötüleşmesi kaygılandırıcı. Covid19 kadar kaygılandırıcı. Ya iyileşeceksiniz ya da hastalık sizi alır götürür. Hastalık dediğim şey dili kullananların düşüncelerini en açık ve en anlaşılır şekilde dile getirmek gibi bir kaygılarının hiç olmaması, hatta tam tersine düşünceyi kat kat yorganların altına saklayıp boğma ları, etkisizleştirmeleri. Sanki açık ve anlaşılır söyleyince düşünce basitleşiyormuş gibi. Örneğin, “Bu romancının toplumda karşılığı yok” diyecek kişi, “Ben ne demek istiyorum, bu romancının okuru yok mu demek istiyorum yoksa toplumu tanımıyor mu demek istiyorum” diye kendine sorsa eminim ne demek istiyorsa diyebilir. Konunun bir başka yönü daha var. Ona da ben hastalık diyorum, basmakalıp, herkesin konuştuğu gibi, herkesin kullandığı, içi boşalmış cümle ve deyişlerle konuşmak. Bu günlerde “karşılığı var ya da yok” gibi bir şey demek moda. Bu ne anlama geliyor demeden bu modaya uyuyor insanlar. Oysa bir zamanlar eğitimli insanlar kendi özel dilleriyle konuşmaya özen gösterirlerdi, tersi sıradanlaşmak olurdu, dili basmakalıp olanın kendisi de basmakalıp olur diye düşünülürdü... falan filan diyeceğim şimdi ama uyduruyor sanacaksınız. Hayır, efendim. Nezihe Meriç’in (d.1925) anılarını okurken rastladığım bir sözünü tanık göstereceğim. “Her insan biricikse, onun dili de öyle”dir. Daha başka şeyler de söylüyor Meriç: “Bir dili geliştirmek, sınırlarını zorlamak, alışılmışlığından, sıradanlıklarından, çok kullanılmışlıklarından kurtarabilmek için onu çok iyi bilmek gerekir.” DEVLETİN AKLI VARSA NEREDE? Bu cümledeki şu sözcüklere dikkatinizi çekerim: Alışılmışlık, sıradanlık, çok kullanılmışlık. Sözünüzün etkili olması için her şeyden önce dilinizin ölü olmaması, taze ve diri olması gerekir. Diliniz nasıl taze ve diri olabilir? Formülü hiç karışık değil. Hiç değilse benim önerim basit: Herkes bir oranda anadilini iyi bilir, herkes istese, söylemek istediği şeyi açık biçimde söyleyebilir, tek yapacağı şey kendine ‘ben ne demek istiyorum’ diye sormak ve ne demek istiyorsa onu söylemektir. Hazır kalıplara hiç yüz vermeden. Pekiyi insanlar neden içi boş deyim ve kavramlarla konuşup yazıyorlar? Örneğin bana kim “devlet aklı”nın ne olduğunu açıklayabilir? Devletin aklı varsa nerededir, nasıl bir şeydir, devletin aklı varsa aklı kendisine yetmiyor mu ki nereye çekiliyorsa oraya gidiyor? Ben, “tartışarak” karar almayı anlıyorum, “oybirliğiyle” karar almayı da anlıyorum, uzmanlara danışarak ya da ilgili kişilerin görüşünü alarak karar almayı da anlıyorum, gelgelelim “ortak akılla” karar almak nedir, bunlardan ne bakımdan farklıdır, bilmiyorum. Bazı araştırmalar ülkemiz gençlerinin okuyup anlama sorunu bulunduğunu gösteriyor, onların derdini ancak eğitim çözer ama ülkemizde bir de anlamadan konuşmak sorunu yok mu? Anlamadan konuşanın derdini çözmek daha kolay: Onlara öğütlenecek şey basit: Kendi dilinizle, kendi anlayacağınız sözcükler ve cümlelere konuşun ve yazın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle