08 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

23 AĞUSTOS 2020 5 Gonca Vuslateri, Sezen Aksu’nun sözlerini yazıp bestelediği şarkısı “Hep Bir Şey Eksik”le buluştu sevenleriyle bu pandemi sürecinde. Hatta sosyal mesafeli konserler bile verdi. Daha çok oyunculuğun ağır basacağı projeleri, sürprizleri var. Galler’de yaşayan oyuncu dostu Pınar Öğün’le Cardiff’te bir kısa film ve albüm çalışması olacak. Kutlukhan Perker ile bir kitap hazırlığında. Ferhat Uludere ile yazdıkları sekiz bölümlük dizi çalışması ve bir de tiyatro oyunu... “Enerjim patlayacak. Tonla istek ve fikir var kafamda. Çağan Irmak’la çalışmak isterim, ümitleniyorum, ümitleniyorum bir aksilik oluyor. Çok da sevdiğim arkadaşımdır. Onun filmlerindeki kalp ritimlerini çok seviyorum ben” diyor. Oyuncu Gonca Vuslateri ile biraz müzik, biraz oyunculuk biraz da hayat “Memleket nereye giderse gitsin. Döneceği yer iyiliğin, doğruluğun ve gerçeğin değişmezliğinden başka bir şey değil.” Gonca’dan memnun u Yeni şarkınıza gönderme yaparak başlamak istiyorum... Ne eksik? Neden? Dünyaya geldiğimiz gün, anneyle aramızdaki bağı kestikleri an itibariyle ikinci hayatımıza merhaba diyoruz aslında. İlki kısa sürüyor ve bir kalabalığın içine dalıyoruz. Kaos belki de. Adını nasıl çağırırsanız. Şarkıda da dendiği gibi, sıcak bir kucaktan savrulunca dünyaya, bütün hikâye orada başlıyor. Bazen sizin varlığınız, yahut hiç hissetmediğiniz bir aşk karşınızdaki insanın eksikliği oluveriyor. Bunu saptamak zor. Hepsi bir kenara bu eksikliği neden olumsuz taraftan alalım ki? Merak var mesela. Yalnızca bu hissiyatın getirdiği koca bir mitosun parçalarıyız. Merak, bilgiye duyulan iştiyaklı bir bağlılıktır. Agah Aydın geçenlerde bu parça için şöyle bir yorum yapmış. Kendisinin sıkı takipçisiyimdir. “Ömrünüzün her anında bir tahtanız eksik, o tahtaya arzunuz daim olsun.” u Oyunculuk, yazarlık, müzisyenlik... Hangisi ağır basıyor hikâyenizde? Ben bir oyuncuyum. Onlar (yazarlık, müzisyenlik) benim mesleğimin kolları. Bedenimde saran damarlar. Ben buralarda gezmek istiyorum. Müzikle çok besleniyorum. Müzisyenlerin bazı snop olanları eleştiri adı altında çok önyargılı bu işlere. Bir an dedesi pamuk tarlasında çalışırken teninin rengi yüzünden kölelik görmüş bir siyahla konuşuyorsunuz zannedersiniz. Üstelik yalnızca standartları çalarak yapar bunu. Fakat müziği gerçekten seven ve üreten insanlar içlerindeki çoğalma güdüsünü engelleyemezler. Oyunculuk da öyle. Yazarlık da. Bu yüzden mühendislik olarak çok farklı bulmuyorum. SIR DELI GIBI ÇALIŞMAK BENCE u Dışarıdan çok şanslı biri olduğunuz düşünülür, pek çok alanda kendinizi var ettiğinizden... Sizce de öyle mi? Şanslı değilimdir açıkçası. Benim gibi hayat hikâyesi olanlar şansa pek inanmaz. “Tefekkürden daha iyi ibadet yoktur” demiş Tamburi İzak Efendi. Çok severim bu lafı ben. Ne varsa düşünmede var bence. Ne geliyorsa elden, düşünceli olmaktan geliyor. Sürekli üretimin kaynağına gidip sıkıca sarılmak tek hedefim. Hayat aklımı bulandırdı son on yıldır. Başarı nedir? İlişki nedir? Politika nedir? Arkadaşlık nedir? Kariyer nedir? En önemlisi mutluluk tam olarak nerededir? Çünkü mutluluktan önce sıraladıklarım, daima olmasa da idare ederim dediğim şeylerdi. Fakat üzerleri çizildikçe eksilmeye başladığımı hissettim. Başarının sırrı? Kendinle başarı arasındaki o sır için deli gibi çalışmakta bence. u Oyunculuk kariyerinizde, geniş kitleler sizi Yalan Dünya ile tanıdı desek yanlış olmaz sanırım... Ben çok güzel projelerde oynuyorum. Üç dört yılda bir dizi çekiyorum. İnsanların yaşınız ilerledikçe size setin içinde biçtiği onca “yaşlı kadınlık” ya da rol bazında “hmm... asla genç kız olamaz, olsa olsa mağdur veya anne olabilir” kalıpları içinde en doğru projelere çağrılan oyunculardan biri oldum. 28 yaşında 70 yaşında kadın oynayarak oyunculuğun Benjamin Button’ı oldum sanırım. Bizim çok gelişmiş bir sinema sektörümüz olmadığı için bir kadın oyuncunun en iyi yaptığı beş işi oluyor. Alın teriyle yapabildiği. İyi yönetmen, iyi yapım, muhteşem senaryo ve ekip. Bu saydıklarım beş olursa iyi. Bende oldu. u Türkiye’deki kutuplaşma ortamından siz nasıl etkileniyorsunuz. Tedirgin oluyor musunuz? Türkiye’nin en önemli kutuplaşması maske takanlar ve takmayanlar oldu. Ellerini yıkayanlar ve yıkamayanlar. Bir de ne kadar yıkasalar da o lekeyi asla çıkaramayanlar. Korkunç bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın her yerinde ırkçılık ve şiddet yaygınlaştıkça yaygınlaşıyor. Sosyal medya üzerinden haberdar olunan tecavüzler, kesilip biçilen kadınlar, kendiliğinden düştü adı verilen cinayetler. En acısı da en büyük indirimin “delilik” olduğu bir yasal işleyiş. “Bir an gözüm döndü” , “bir an delirdim, akli dengem de yok zaten” denildiği anda her şeyin affedildiği, ucuz paralara serbest bırakılan katillerin serbestçe dolaştığı bir metrekarede nefes almak. Suçun bağımsız olduğunu unuttuğumuz o tragedyanın içinde insanlığı bir kez daha acılar içinde sorgulama halimiz. Dünyanın kendisi halde. İşte bu noktada sanatla iç içe olmak, sarılmak, birliği hissetmek. Binlerce koltuğun farklı fikirlerle yan yana oturduğu ve aynı dertten mustarip olduğu detayları seyirciye sunmak öyle yüce bir duygu ki. Bir insan sırf bunu özleye rek pandemi geçirebilir mi? Tiyatrolarda yer göstericilerden tutun da sahne arkasında çalışan tonla insanın geçimini yüreğinden hisseder mi? Ben bir süre istesek de ortada kutup mutup kalmayacağını düşünüyorum. İyi niyetin ve sevginin sınır tanımaz fanıyım. Bu da korkmamı engelliyor. Anlaşamadığım pek kimse yok. Tedirgin olmaya da zamanım yok. Fotoğraf: Cumhuriyet Pazar “Şiddet şiddettir. Kim uyguladıysa. Kim kimi zor durumda bırakmışsa cezasını çekmelidir. Şiddetin ağır bir bedeli olmalı dünyada. Çok ağır bir bedeli olmalı.” u Salgını nasıl not ettiniz belleğinize? Birileri sanki hayrımıza ölüyormuş gibi elimiz kolumuz bağlı bir şekilde mücadeleye devam ederken gidenleri değil kendimizi kahramanlaştırıyoruz. Üstesinden gelme, yaşanılan şeyleri birlikte başka bir şeye dönüştürme kültürüne sahip olmasaydık bugün yerin dibindeki küçücük bir taşın altından Göbeklitepe çıkmazdı sanırım. Bu dünyada kalıcı olmadığımızın hiçbir kitaba başvurmadan bilincinde olmuş bir toplumun gündelik hayatı zenginleştirmek için verdiği mücadeleden, yalnızca kendimizi zenginleştirmek ve yüceltmek bencilliğine nasıl atladık bilmiyorum. Belki de doğru bir araştırmacıya kendimizi teslim edip bu ülkenin masalını tekrar dinlemeliyiz, yakında tam tornistan emri verilmeden. u Ya karantina? Değiştirdi mi sizi? Yeni bir şey yok açıkçası. Bildiklerimize baktım ve aferin aldım bence. Hâlâ insanlığı ve ülkemi çok seviyorum. Dünyayı, sanatı, her inanıştan insanı. Hadi biraz hafifletelim bu konuyu. Koşmanın, dikkatli beslenmenin önemini de çok hissettim. Yemek yapıp götürdüğüm “yeter artık kilo aldıracaksın” diyen büyüklerim de oldu, yine de keyifliydi. Akşamı bekleyip ülkemin sağlık çalışanlarını alkışladım. Bulutsuzluk Özlemi’nden “Yaşamaya Mecbursun” açtım bir gün. Bütün mahalle camlara, balkonlara çıkıp birbirimize şarkı söyledik. Her şeyden önce “sağlık” dedik. İnanılmaz kitap okudum bir de. Pandemiden biraz gözlerim ağrıyarak çıkacağımı biliyorum. uHiç “Kadın olduğum için bunları yaşadım” dediğiniz durumlar oldu? Olduysa nasıl baş ettiniz bu durumlarla? Konservatuvara giderken olmuştu elbette. Gündelik yaşam adı altında öyle çok istismarlar var ki. Sette bir problem çıktığında kadın oyuncu için “çok zor bir oyuncu” denir. Erkek içinse “bugün neye gerildi acaba” denir. Hatta “ulan!” diye bağırdığı anda “abim benim ne oldu” diye koşanlar, nargilesini taşıyanlar olur. Her meslekte yaşanıyor bu ayrımcılık. Ben artık aile gibiyim çoğu yapımcıyla. Ama buraya gelene kadar elbette ayağımın taşa takıldığı, kalbimi paramparça eden şeyler yaşamışımdır. Beni ürküten, suçu, kendine mahcup ettirmeyi öğretti hayat. 17 yaşından beri yalnız olmanın avantajı. İnanılmaz niyet okuyor insan. u Kendinizi mutsuz hissettiğinizde iyi hissetmek için ne yaparsınız? Mehmet Güreli ve Salâh Birsel okurken cennetin kapıları açılır önümde. Cehennemi bile severim. Kahve içip kapatıp fal bilen eşi dostu arayıp içimi karartmakta ustayımdır. Kö peklerimle yürüyüşü severim. Galata Köprüsü’ne gidip çay içmeye bayılırım. Kapüşonumu çekerim, saatlerce dururum gece yarısı orada, balıkçı amcalar çay verir, İstanbul’u seyrederim. u Şu sıralar en çok nefret ettiğiniz şey ne? Ve sizi umutlandıran, heyecanlandıran şey ne oldu? Çevre düzenine hakaret eden ve hâlâ yere tükürenlerden yıldım. Plastik atıklarımız için belediyelerin çok az konteynir tahsis etmesinden, sokak hayvanlarına eziyetten, doğru düzgün barınak olmadığı gibi onlara şiddet uygulanmasından. Tonla şey beni çok üzüyor. En heyecanlandığım şey, yeni yazarlar. Yeni resimler. Yeni fotoğraf makinem. Yeni saçım. Yeni projeler. Yeni sergiler. Açıkhavada sosyal mesafeli olabilecek etkinlikler. Dijital dünya elbette bize çok destek oldu bu dönemde ama çok özledik canlı canlı birlikte olmayı. BIR SÜRE DAHA ÂŞIK OLMAM u En büyük pişmanlığınız nedir peki? Bazen gerçek olmayan ve ruhuma iyi gelmeyen şeyler konusunda biraz fazla diretiyorum. Kahramanlık travması sanırım. Ben çözerim, ben bakayım, ben üstesinden gelirim bu insanın. Bu şekilde bir çabaya sevgi dediğim anlar olmuştur. Aslında her insanın başına gelen bir şey bu illüzyon. Yıkılmış duvarlara sarılan insanları yansıttığım projeksiyon makinem var sanki. O yıkık duvar ve yıkık insanlara iyi şeyler yansıttığım talihsiz bir yıl geçirdim. Sevgili, arkadaş adına ne derseniz deyiniz. Pişman mıyım? Orayı bilemiyorum. İyi gelmediğini hatırlıyorum. Böyle böyle hayatın bu can yakıcı sınavlarını hiç korkmadan, kaçmadan verince ardından illaki bir iyi ki oluyor. Büyük pişmanlıklarım yok. Hatalarımla ve Goncay’la onur duyuyorum. Elinden geleni yaptı çünkü. u Sizce aşk nedir? Nasıl değişti aşk halleriniz? En uzun baktığım soru bu olduğuna göre bir süre daha âaşık olmam ben. Olduklarımdan da pek bir şey anlamamışım. İki sığıra bir saman bölemeyen adamlar beni buldu özetle. Son bir iki yılda. Şimdi daha şanslıyım. Hayatımın en büyük aşkı olan kendimle birlikteyim. Bu ilişki gider diyorum. HİLAL KÖSE “Hangi sektörde olursan ol kadın ikinci plandadır. Hangi sektörde olursan ol. Senaryolarda bile. Gazetelerde bile. Kadına yönelik şiddetin nasıl sona erebileceğini bence kadın gazeteciler yazmalı. Uzun uzun anlatmalılar hem de.” PAYtcaZuacmmozAmıhnaRu.tımrTrni’ydEıeetS. İ Jane Fonda’nın dediği gibi “Hayatımda karavandan sete yürürken oynadığım kadar hiçbir yerde bu kadar güzel oynamamışımdır.” AİLE İÇİ ŞİDDET “Annesi babası çok küçük yaşta boşanmış bir kız çocuğuyum. Saygı duyduğum kişilikleri olmakla beraber süreci doğru yöneten bir ailem olmadı. Aile içi şiddet konusunda her zaman söyleyecek sözü olan bir çocuk tarafım var ve ne yazık ki onun anası da babası da ablası da benim. Ne mutlu ki bu konuda her gün daha da bilinçlenmek için kendimi geliştiriyorum.” O ANNEYI DUYMAK “Aile içi şiddetle ilgili böyle saatlerce konuşuruz seninle. Aile olmak çok başka bir konu. Bir sosyoloji bölümü tezi. Ortak bir atanın torunları demektir aile. Şimdilerde diyoruz ki en küçük toplum. İlk toplum tecrübesi daha modern bir dille. Benim fikrim belli. Eşinden yediği dayaktan bir gözüne buz tutarak bu röportajı okuyan o anneyi duymak gerekmiyor mu?” ÇOCUKLAR SAKLANIYOR “Unicef’in araştırmalarını okuyorum, çocukların oyunları değişmiş. Saklambaç oynuyorlar. Bulunmamak istiyorlar anlatabiliyor muyum? Onları oradan çıkaracak yasa nedir? Kalbimin acısını, enginarlı dolma evrakı mı, İstanbul Sözleşmesi mi, adına ne derseniz deyiniz, geçirsin istiyorum. Bu ülkenin benim çocukluğuma ‘artık geçti o kötü günler’ deyip yanağımı okşama borcu var.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle