Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 23 AĞUSTOS 2020 Prof. Aktan, kimi acı, kimi tatlı anılarını kitaplaştırdı ‘Bir daha dünyaya gelsem SİBEL BAHÇETEPE Prof. Dr. Özdemir Aktan, “Savaş Köprüleri Vurur” ve “Hekimler Suç İşliyor” adlı iki anı kitabına imza attı. Üçüncüsü yolda. Yalnızca hekimlik yapmadı, yargılandı, mesleğinden atıldı, pasaportsuz kaldı. Hedef seçilmesinin nedeni sosyal sorumluluk yüklenmesi ama şikâyetçi değil. “Pandemi günleri de belirsizlik içinde geçiyor. Hekimlik görevimi sürdürüyorum. Tüm sağlıkçılar gibi ben de ne gerekirse yapmaya hazırım” diyor. yine hekim olurdum’ Genel cerrah Prof. Dr. Özdemir Aktan, uzun yıllar İstanbul Tabip Odası ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanlığı yaptı. 67 yaşında, 40 yıllık hekim. 29 yıl boyunca hizmet verdiği Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nden üç buçuk yıl önce KHK ile ihraç edildi. Sonra iki anı kitabı yazdı, KHK’li meslektaşlarıyla iki okuma tiyatrosunda yer aldı. Barış imzacısı olduğu için yargılandı, önce 1 yıl 3 ay hapis cezasına mahkum edildi, Anayasa Mahkemesi (AYM) kararıyla diğer akademisyenlerle birlikte beraat etti. Gezi davasında yaralılara yardım ettiği için yargılanıp beraat etmişti. Özel bir hastanede hasta bakmaya devam ediyor. En son pasaportunu aldı ama hakkı olan yeşil pasaportu alamadı. Yaşadığı tüm haksızlıklara karşın “Dünyaya bir daha gelsem yine hekim olurdum” diyor, mesleğine duyduğu aşk hiç azalmamış... Özdemir Hoca, odasını boşaltırken öğrencileriyle vedasına tanıklık etmiştim. Eşyalarını, duvardaki uzmanlık belgelerini kolilere özenle yerleştirmiş, geri dönmek üzere ayrılmıştı. Üzgündü tabii.. Üç buçuk yıl sonra o günleri yad ettik. Bu sürede hep aklında olan anı yazarlığına başlamış. Bir bellek tazeleme niyetiyle...“Türkiye’de anı yazma alışkanlığı çok az maalesef. Eski politikacılara, askerlere veya büyükelçilere baktığınızda çok azının anısı var. Benzer şey, TTB için de geçerli. TTB, kurulduğu günden beri hep olayların içinde, hatta olayların göbeğinde. Unutuyoruz. Niye anı yazılmaz bilmiyorum. Böyle bir alışkanlı ğımız yok ondan mı? Politi kacılar yazmaktan mı korkuyorlar bilmiyorum ama sonuçta ben yazmak istedim” diyor. GENÇLER DAMGALANDI u KHK nasıl etkiledi? Ben yaşım nedeniyle az etkilendim, meslek hayatımın neredeyse sonuna gelmiştim, emeklilik hakkım vardı. 1977’de başladım... Sağlık Bakanlığı, KHK’den hemen sonra genelge yayımladı özel sektörde çalışmaya dair. Özele giden doktorların SGK anlaşmaları yapılmadı... Emek sömürüsüne döndü iş, işverenin istediği paraya, istediği şartta... İstanbul’a çok hekim geldi. Küçük yerde damgalandıkları için barınamadılar, kimse kimseyi tanımıyor İstanbul’da. Bir kısmı FETÖ, bir kısmı Barış Akademisyeni, bir kısmı muhalifti. Birçok insanın özellikle gençlerin yaşamları mahvoldu... Herkes doktor değil, mesleğini hiç yapamayan çok değerli akademisyenler var. u Akademinin içinin boşaltıldığını düşünenlerdensiniz... Özdemir Aktan 10 bin civarı ihraç var. Daha da önemlisi mental olarak boşaltıldı akademi, terörize edildi çünkü, bize yapılanları başkaları gördüğü zaman, üniversitenin görevi ne bir fikri özgürce savunmak doğruyu söylemek, ama mesaj çok net “konuşursanız başınıza bunlar gelir hatta daha kötü olursunuz”, fiziki olarak boşalmaktan daha önemli bu. Özgür düşünce bloke edildi, tamamen korku iklimi yerleşti. Sesi çıkaranın başına her şey gelebilir. Bir de FETÖ’cülük çıktı anında “sen FETÖ’cüsün” deyince yok değilim diyene kadar 5 sene içeride kalabilirsin. Osman Kavala örneği. u Geri döneceğinizi söyleyerek toplamıştınız eşyalarınızı... OHAL komisyonu ne zaman karar verirse. 150 bin civarında dosya gitmiş, 110 bini sonuçlanmış, büyük bir çoğunluğunu işe iade etmemiş. Zaten bana da “Marmara’ya dönersin” demiyor, “Ankara, İstanbul, İzmir dışında bir üniversiteye gideceksin” diyor... Bunların hepsi dava konusu. Komisyon karar vermeden yargıya gidemiyorsun. u Olursa gider misiniz? 67 yaş, emekli olma yaşı ama geri dönme hakkımı kazanacağım. Şu an vakıf üniversitesinde çalışma hakkım da yok. Çok genç arkadaşları düşün, arkasından bir sürü tazminat çıkacak. Bir gün... 1960 yılında 142’likler, 1402’likler vardı... Hepsi döndü, yedi sekiz yıl aldı ama tazminatlarını aldılar... BIR CERRAH NE YAPAR? u Pişmanlığınız var mı? Hiçbir pişmanlık duymadım. Öğrencilerle çok konuştum. Ben Türkiye’nin bütün her yerini gezmiş, sağlık sisteminin kötülüğünü, hekimlerin ne kadar zor durumda olduğunu anlatmış bir insanım. Her şeye rağmen bence yapılacak en iyi meslek hekimlik. Bir daha dünyaya gelsem yine hekim olmaktan hiç çekinmem ve bu yaptıklarımı yapmaktan hiç geri durmam hatta bazılarını eksik yaptığımı düşünüyorum. Daha iyisini yapabilirdik diye düşünüyorum. Belki derdimizi iyi anlatamadık... Öğrenci yetiştirmek, ders anlatmak da var. Sevmesen bir işi iyi yapamazsın. Kardeşim de dahil, “Bir cerrahın yapacağı iş mi bunlar” diyen çoktu. İnandığımız şeyi yaptık. Sağlık sistemini düzeltmek adına doğruları söyledik, iyi şeyler yaptık diye düşünüyorum. u İyi hekimlik nedir sizce? Hekimler ister istemez geleceği görmek zorunda. Sigara içen birine 30 sene sonra sen akciğer kanseri olursun demek, şeker hastasına diyetini yapmazsan 20 sene sonra kör olursun demek gibi. Hekimler bazı şeyleri görüyor, TTB iyi görüyor. Şehir hastanelerini, performans sistemini defalarca anlattık, bir bir yaşıyoruz. Muhalif diye kimse dinlemedi ama TTB’nin saygın konumunun en önemli nedeni er ya da geç dediğinin doğru çıkmasıdır. TTB’de hiç kimse bir çıkar uğruna bunu yapmadığı için... TTB politika için de bir basamak olmamıştır, herkes canı gönülden anlaşılmaz bir özveriyle mücadeleye devam ediyor. u Ya yargılamalar... Türkiye’deki hukuku anlamak mümkün değil ama oraya dayanmak zorundayız, başka bir merci yok. Bu yaşananlar, hukukun herkese gerekli olduğu görüldükçe umarım düzelir. SADECE KÖPRÜLERİ DEĞİL İ lk kitabı “Savaş Köprüleri Vurur”, İstanbul Tabip Odası Başkanlığı yaptığı 20062010 yıllarını kapsıyor. Cumhuriyet mitinglerinin yapıldığı, Ergenekon soruşturmasının ve davasının başladığı, sağlıkçılara yönelik şiddetin artmaya başladığı dönemleri... Kitapta, Ergenekon şüphelisi olarak ölümüne dek tahliye edilmeyen kanser hastası Kuddusi Okkır da “Gatakulli” olayı da var. Tabipler olarak “Ne şeriat ne darbe” pankartı taşıdıklarını anımsatıyor Aktan. İTO Başkanı olarak katıldığı Suriye ve Lübnan gezisini de anlatıyor kitapta: “Lübnan’a geçip sınıra yaklaşınca bir şey gözümüze çarptı. Bütün köprüler bombalanmıştı, yıkılmıştı, bu tabii ta Romalılardan beri gelen bir savaş taktiği. Dönünce İTO olarak bir rapor yazdık, ‘Savaş Köprüleri Vurur’ diye. Savaş yalnızca ulaşımı engellemiyor, insanlar arası dostluğu, her türlü iletişimi bozuyor...” HASTA BAKMAYA YEMİN ETTİK “H ekimler Suç İşliyor”da 20102014 yıllarını anlatıyor. Aktan, Gezi Direnişi’nde TTB Başkanı’ydı. Kitabın başlığı, o dönemin sağlık bakanının sözlerine bir gönderme. Bakan Mehmet Müezzinoğlu, Taksim’de hasta bakan hekimlerin suç işlediğini söylemişti. Aktan, o günleri şöyle anımsıyor: “Biz de o zaman dedik ki ‘Bu suçsa biz bu suçu işlemek için yemin ettik’ Mezun olurken her hastaya bakacağız diye yemin ettik çünkü...” Gezi davasına dair de “Yalnızca o mu? Adliye koridorlarından kurtulamadık ki. Gezi’yi hep beraber yaşadık. Gezi’yi bir darbeye benzetmenin bir anlamı yok. Katılımcıların büyük çouğunluğu gençlerdi, espri, yaratıcılık üst düzeydeydi. Amaç daha özgür ve demokratik Türkiye idi. Erdoğan güçlü konumdaydı, şimdi sallanıyor ama o zaman böyle bir durum yoktu” diyor. Egemenin kâr yasasına karşı çıkmış ustanın mezarı için çabalıyor Marx’ı ‘paradan’ L ondra’nın kuzeyindeki Highgate semtinin aynı adı taşıyan mezarlığında tam 170 bin kişinin yattığını söylerler. 53 bin mezara ev sahipliği yapan büyük, görkemli bir yerdir burası. Mezarlıkta yatanların en ünlüsü ise hiç kuşku yok büyük Karl Marx elbette. 14 Mart 1883’te bronşitten öldüğünde, eşi Jenny ile birlikte önceleri pek de dikkat çekmeyen bir bö lüme defnedilmişti Marx. Böyle olmasında kendisi için bir anıt dikilmemesi isteğinin de etkisi vardı muhtemelen. Bİ DÜNYA İNSAN İŞÇİ SINIFI ADINA İlk yirmi yıl boyunca ih mal edilen mezarın ha MUSTAFA K. ERDEMOL li büyük sosyalist August Bebel’in içine sinmedi. Büyük düşünce adamına bir anıt dikilmesinin işçi sınıfı nın minnettarlığını göstermesi açısından gerekli ol duğunu söyleyen sanırım ilk odur. Ben de en azından, doğumu ya da ölümüyle ilgisi olmayan, 1 Mayıs’larda ziyaret ederdim büyük usta nın mezarını, mümkün olduğu her yıl. Bunun elbet te bir “tapınma”yla ilgisi yoktu, saygı sunmak için iyi bir gerçekçe, hepsi bu. 1903’te Londra’daki top lantıları bitince Lenin ile arkadaşları da burayı ziya ret edip saygılarını göstermişlerdi örneğin. Böylesi ne önemli ziyaretçilerin sizin de yürüdüğünüz yolda yürüdüğünü, anıtın karşısında sizin gibi aynı nokta da durduğunu biliyor olmak da bir geleneğin sürdü İrfan Şahin rücüsü olduğunuzu hissettiriyor size, en azından benim açımdan böyle bu, bu da çok hoş. İngiltere, zaman zaman faşistlerin saldırısına da uğrayan, 1999’da ülkenin en önemli yapıları arasında birinci sıraya alınan Karl Marx’ın İrfan kurtaracak mezarının Londra’da olmasından pek memnun tabii. Paris de, komünarların mezarı kadar, Napolyon’un mezarı ile de övünür. New York City’deki Riverside Drive’ın süsü General Grant’ın mezarıdır. Washington, D.C.’de Abraham Lincoln’ün mezarı da bu kent için değerlidir. Yani hayli önem veriliyor bu tür anıtlara. Kentlerin de bir tarihi var, o tarihin en değerli parçaları bu anıtlar, mezarlar. ÜCRETLİ ZİYARET CAN SIKICI Canımızı sıkan şuydu: Marx’ın anıtmezarını ancak para verebilerek ziyaret edebiliyorduk. Ödenen miktar elbette çok küçük bir rakamdı ama sorun Marx’ın hayatta en çok karşı olduğu durumun ölümünden sonra kendi başına gelmesi, yani bir metaya dönüştürülmesiydi. Bozulurduk çok. Zorunlu giriş parası yerine, anıttan sorumlu vakıf yararına bağış verilmesi daha çok istediğimiz bir yöntemdi. Söylenir durur ama bunu değiştirmek için bir şey yapmazdık. Bir şeyler yapan biri varmış meğer; uzun yıllardır Londra’da yaşayan, bir kitabevi/kafe işleten İrfan Şahin, yıllardır, bıkmadan, usanmadan Marx’ın mezarına girişte para ödenmemesi için mücadele ediyor. Bu amaçla çevrimiçi kampanyalar düzenliyor, toplantılar organize ediyor, resmi makamlara sürekli başvuruda bulunuyor. “Doğru değil yapılan” diyor “Neden bu çaba?” dediğimde. “Neden” sorusunun bende de bir yanıtı var, dolayısıyla ben de İrfan gibi düşünüyorum ama ondan da duymak istiyorum nedenlerini; “Parayla ne işi var Marx’ın? Bir fiyat biçilmesi Marx’a uygun bir yöntem midir? Dileyen girsin ama zorunlu ücret yerine bağış versin istediği kadar. Bunu tarifeye bağlamak büyük ustaya hakarettir” diyor. YILLARDIR ÇABALIYOR Dile kolay, 17 yıldan fazla bir süredir bunun kavgasını veriyor İrfan. Kampanyası etkili de olmuş zaman zaman. Bir ara girişe bağış kutuları konmuş ama sonra eskiye dönülmüş yine. O da benim gibi 1 Mayıs’larda ziyaret ediyor anıtmezarı: “Kırmızı gömlek giyerim 1 Mayıs’ta, kırmızı bayrak niyetine. Kırmızı güller alır, işyerimdeki arkadaşlarıma dağıtırım. Sonra Marx’ın mezarına giderim”. Her gidişinde kendi deyimiyle “korsan olarak” girermiş mezarlığa İrfan. En son gittiğinde tırmandığı duvara grass yağı sürülmüş, demirler yükseltilmiş. “Buna rağmen girmeyi başardım. Ellerim, katran işçilerinin elleri gibi oldu, olsun” diye anlatıyor. İrfan, kültürel faaliyetleri ile de bilinen biri. Sahibi olduğu kitabevinde sürekli toplantıların yapıldığı, panellerin düzenlendiği bir yaşam sürdürüyor. Toplum tarafından da çok tanınan biri oluşundan ötürü bir “ilgi delisi” olarak değerlendirilemez yani. Bu çabası da onda bir “takıntı” değil elbette. “Yıkıp atmaya çalıştığı(mız)” kâr düzeninin en olmadık yerde karşısına çıkıyor olmasına haklı bir itirazdır yaptığı. Çabalarına hayli destek de var. Çok uzun süredir bunun mücadelesini veriyor oluşu bu desteğin işe yaramadığı anlamına gelse de zaferin hemen gelmeyeceğini biliyor. Buna rağmen içi rahat, yılmıyor. Yılmayacak da. Bir gün Marx’ın mezarını ücretsiz ziyaret edebileceksek bunu kesinlikle İrfan Şahin’e borçlu olacağız.