29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 16 AĞUSTOS 2020 Matkaplarla darbe alan tarihe bir göz atalım İstanbul’da bir ortaçağ Galata sokaklarını arşınlayanlar, buranın geçmişte yarı bağımsız bir şehir devleti olduğunu bilmezler çoğunlukla, şehrin bir parçası zannederler... Galata’da, antik dönemden itibaren bir yerleşim olduğu biliniyor. MÖ 658’de gelen ve Byzantion antik kentini kuran Megara kolonisinden ayrılanlar, kentin kuzeyindeki Keras Körfezi’nin ( Haliç ) karşı kıyılarına yerleşirler. Sık incir ağaçları ile kaplı bu ormanlık bölgeye “incir” anlamına gelen SYKAİ adını verirler. Bizans devrinde şehrin 14 bölgesinden biri (13. bölge ) olmasına kulesi: Galata bilir, belki de bu kadar ilim bilen birinin başına dert olacağını düşünmüştü Sultan. Aynı devrin ünlü seyyahı Evliya Çelebi’nin anlattığı bu uçuş gerçek midir bilemeyiz, ama Hezarfen’in, kendisinden birkaç yıl sonra, sırtına bağladığı barut fıçılarını ateşleyip uçarak Boğaz’ı geçmeye kalkan Lagari Hasan Çelebi’ye ilham kaynağı olduğu tartışılmaz. LALEHAN UTKAN lalehan70@ hotmail.com rağmen hep yörekent olarak görülmüş, Galata’nın Latin halkı ise Bizanslılarca “öteki” olarak kabul edilerek, Batılı giysiler giyen anlamında Frangofouromeni olarak tanımlanmış. GALATA HALKI ÖZERKTI Ortaçağın denizlerdeki güçleri olan Venedik, Ceneviz, Amal VEDAT’IN ATLAYIŞI Kuleden kendini boşluğa bırakan isimlerden biri de, romantik dizeleriyle tanıdığımız Ümit Yaşar Oğuzcan’ın oğlu Vedat’tı... Vedat, sıcak bir haziran sabahı kendini kuleden boşluğa bırakmış, ancak Hezarfen’in aksine kule dibine çakılarak hayata veda etmiş Bu hafta sonu ne yapsam diye düşünenlerin fi, Pisa gibi şehir devletleri, X.yüzyıldan itibaren, İstanbul’da çok istedikleri limanlara kavuşsalar da bağımsız bir koloni kurma hakkına sahip değillerdi. 1204 yılında lV. Haçlı Seferi ile başlayan Latin Devri’nin sona ermesiyle, Bizans imparatoru VIII. Mikhael, Cenevizlilere Galata’da yarı özerk bir şehir devleti kurma hakkını vermişti. Etrafını sur ile çevirmek yasak olsa da, XIV.yüzyıldan itibaren Cenevizliler bölgeyi yavaş yavaş surlarla çevirme ti. Vedat’tan geriye kalanların arasında, babasının yazdığı dizeler de vardı. 6 Haziran 1973. Pırıl pırıl bir yaz günüydü Aydınlıktı, güzeldi dünya Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden Kendini bir anda bırakta boşluğa Ömrünün baharında Bütün umutlarıyla birlikte Paramparça oldu Bu adam benim oğlumdu ilk adreslerinden biridir Galata sokakları.. Limana doğru inen daracık sokak aralarında gezinirken, hemen her Fotoğraf: Kurtuluş Arı ye başlamış, 1348 yılında, üçgen şeklindeki surların tepe noktasına Galata Kulesi’ni inşa etmişlerdi. Tipik bir ortaçağ liman kenti olan Galata’da, limana giren gemiler bu kule sayesinde şehrin tepe noktasından gözetlenebiliyordu. Kulenin tepesine konulan büyükçe bir haç sebebiyle, karşı kıyılardan Galata’ya bakan Bizans halkı, bu kuleyi İsa Kulesi olarak adlandırmıştı. Fetih sırasında Osmanlı ordusuna direnmeyen şehir halkı, Konstantinopolis düşmeden 2 gün önce şehrin anahtarını teslim etti. Fatih ilk başta bu yarı özerk yapıya izin vererek, Galata halkının bel Fetihten hemen sonra kuleye bir yeniçeri birliği yerleştirilmişti. Bu bölüğün komutanı ise Galata’nın askeri yöneticisiydi. Kulenin yakınındaki Şehsuvar Mescidi ise bu garnizondaki yeniçerilere hizmet veriyor olmalıydı. HEZARFEN AKLA GELIR XVI.yüzyılda Kasımpaşa’da ki tersanelerde çalıştırılan kürek mahkumları için bir hapishane olarak kullanıldı. rak kullanıldığı XVI.yy sonlarıdır. Gökbilimci Takiyüddin Efendi, kulenin tepesinde bir gözlemevi açmış, ancak halkın “ meleklerin eteklerinin altı gözetleniyor” şeklindeki şikayetleri sebebiyle kısa süre sonra kapatmak zorunda kalmıştı... Şüphesiz, Galata Kulesi dendiğinde akla ilk gelen isimlerden biri de Hezarfen Ahmet Çelebi’ dir. Engin ilim bilgisi olduğuna dair inançla Farsça “bin fen” anlamı XIX. yüzyıl sonlarından itibaren yangın gözetleme kulesi olarak da kullanılan kule İstanbul’un siluetinde, her daim, ressamları, seyyahları derinden etkiledi, şairlerin dizelerine ilham kaynağı oldu. İstanbul kuleler kentidir; tıpkı Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dediği gibi.. İstanbul deyince aklıma kuleler gelir Ne zaman birinin resmini yapsam, öteki kıskanır Ama şu Kızkulesi’nin aklı olsa, Galata Kulesi’ne varır Bir sürü çocukları olur..... Sıcak bir yaz günü günbatımında, köşeden Galata Kulesi selamlar gezginleri; yaşına başına bakmadan nazlı bir genç kız edasıyla poz verir fotoğraf sanatına gönül verenlere.. li kurallar dahilinde, eskiden ol Bu mahkumlardan biri olan na gelen Hezarfen adıyla tanınan Üsküdar sahilinden bindiğimiz va duğu gibi ticarete devam etmeleri Michael Heberer, padişahın 1500 Ahmet Çelebi, yaptığı uzun süre purun güvertesinde yudumlarız bir ni sağladı. kadar kölesinin burada barındı li araştırmalar sonunda, Okmeyda bardak demli çayımızı. Osmalı devrinde pek çok yan rıldığından bahseder. Nitekim, nı tarafından esen rüzgârları da ar Kızkulesi selam verir karşı tepede gında hasar gören kule, her defa 1967’de tamamlanan restoras kasına alarak kulenin tepesinden ki Galata Kulesi’ne. Bu eşsiz man sında onarılarak, neredeyse oriji yon sırasında, kulenin altında kendini boşluğa bırakmış, halkın zaranın keyfini çıkarırken aklımız nal şekliyle günümüze ulaşabilen ki mahzende, burada barındırılan şaşkın bakışları altında kuş misali da hep aynı düşünce: İstanbul dün yegane ortaçağ Ceneviz anıtların mahkumlara ait olduğu düşünülen süzülerek karşı kıyıların üstündeki yanın en güzel şehri, onu ve tarihi dan biridir. 1875 yılındaki şiddet çok sayıda iskelete rastlandı. Doğancılar Tepesi’ne konmuştu. ni korumak, gelecek nesillere aktar li fırtınada külahı uçmuş, 1964 Yüzyıllar boyu farklı amaçlarla Sultan IV. Murat, bu uçuştan et mak boynumuzun borcu... 1967 arası yapılan restorasyonda kullanılan Galata Kulesi’nin tari kilenmiş olacak ki, Çelebi’yi ön Ne demiş Napolyon “ Dünya tek yenilenerek ortaçağdaki görüntü hindeki en ilgi çekici bölümlerden ce bir kese altınla ödüllendirmiş, bir ülke olsaydı, başkenti kesinlikle süne kavuşturulmuştu. biri de, şüphesiz, rasathane ola sonra ise sürgüne yollamıştı. Kim İstanbul olurdu.” TransAnatolia 10. yılında Zorlayıcı parkurları ve özel etaplarıyla yerli ve yabancı pek çok yarışçıya macera dolu günler yaşatmayı hedefliyor. Dünyanın en büyük ve zorlu rallilerinden olan TransAnatolia, bugün İstanbul’dan, Kemerburgaz Kent Ormanı’ndan başlıyor. 41’i motosiklet, 31’i 4x4 otomobil, 4’ü SSV, 4’ü ATV’den oluşan 80 araç, bu sabah verilecek start ile macera dolu yolculuğa çıkacak. Ralli, 1522 Ağustos tarihleri arasında. Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu ve Türkiye Motosiklet Federasyonu desteğiyle düzenlenen rallinin bu yılki rotası, 2 bin 850 kilometre uzunluğunda. Yarışçılar, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden geçerek, Bolu Abant, Haymana, Tuz Gölü rotası ile Karaman’a ulaşacaklar. Bolkar Dağları’ndaki zorlu etaplardan sonra, benzer bir dönüş yolundan İstanbul Şile’de parkuru tamamlayacaklar. Yarışa katılan yabancı sporcular arasında motosiklet kategorisinde Fransız Xavier De Solutrait, İtalyan Alessandro Botturi, 2019 birincisi İtalyan Maurizio Gerini de yer alıyor. Türk sporcular geçen yılın otomobil birincilerinden Mert Becce ve Sertaç Tatar ile Tolga Yılmaz ve Ebru Demirbay Erişti’de rallide ter dökecek. Yarışmacılar güvenlik tedbirleri için kesintisiz çalışan uydu takip sistemiyle izleniyor. ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Romancı bilici değildir, tersine karanlık için yön bulma çabasındadır, üstelik elinde araç gereç yoktur; sezgileri vardır, hepsi bu. Ruh kazısına kahraman olmak için girişmez, mecburdur buna. Godot’yu beklerken kendine rastlamak 1 Bir kurmaca yapıtın iyi mi kötü mü olduğunun nasıl anlaşılacağına, dahası “Edebiyat nedir” sorusunun yanıtına Ursula K. Le Guin’in “Yazma Üzerine Sohbetler” söyleşi kitabında rastladım; “Çocuklar tek boynuzlu atların gerçek olmadığını tabii ki bilir... Ama öte yandan tek boynuzlu atlar üzerine yazılan bir kitabın, eğer yeterince iyiyse, hakiki kitap olduğunu da bilir.” 2 Kendini her an, tarafı olmadığın bir kavganın, garip dili içinde buluyorsan ve üstelik sürekli samimiyetin, yeteneklerin sorgulanıyorsa, oradan uzaklaşmak gerekir. Yaşadığımız çağ tüm değerlerimizi çaldı. Kaçınılmaz yabancılık duygusuyla başa çıkmak kolay değil. Yazarlık bir ölçüde buna direnç için yapılan iştir, meslek yani. Orada da “çok satmak” belasına karşı direnmek gerekiyor. “Faydalı eylem nedir?” diye düşünmek lazım. Roman yazarak kime fayda sağlayabiliriz örneğin? Herhangi bir okura verecek dersimiz var mıdır, anlatacak samimi öykümüz? Olsa olsa yazar başını sürekli belaya sokan kişidir. Okur olmak da bu beceriksiz kimsenin hallerine ta nıklık etmek olsa gerek. 3 Beckett’in izini sürerek kendi yoluna bulmaya çalışan bir analist Didier Anzieu, öteden beri yinelenen “büyük yazarlar, sezgileriyle analistlerden öndedir” tezine inanıyor, belki Beckett’in peşine düşmesi bundan. Kahramanları üstünden kendi ruhunu açıklamaya kalkıyor diyemeyiz tam olarak Beckett için. Ancak o roman kişilerinin Beckett’in darma İllüstrasyon: Vaka Valo (Rüya Günlüğü) dağın parçaları oldukları konusunda kuşku yok. Analist olarak, Beckett’in böyle bir süreci yaşayıp, isyan ederek kaçmasından söz açıyor Anzieu. Herhangi birinin kendini güvenle analiste teslim etmesi mümkün müdür? Bana kalırsa romancı “otoanaliz” denen işi tüm bir ömür yapar. Romanlar, eğer hesap kitap işi değilse en azından bu işe yarar. Kendi içimizde birini ararken, yazarların mağaralarında ya da tünellerinde dolaşarak bulmaya çalışırız onu. Kendini bulmak pek kolay değildir; karşına çıkan kişiden hoşlanmayabilirsin de, öyleyse şu yanlış olmaz: İçimizde kaç kişi olduğunu bilmemizi sağlar roman, üstelik bir yandan da kurmaca yaparak, yeni kişiler eklememiz için ola nak da sağlar. 4 Yazarların yapay bunalımları vardır, gülünç olduğu kesindir. Bir de ha kiki güçlükler yaşarlar ki bunu aktararak da başka kurgu yapmış olunur. Genellikle rüyalar bu işlevi üstlenir. Usta yazarların rüyaları iyi kaynak saydığını biliriz. Didier Anzieu, “Beckett” adlı katmanlı çalışmasında hem romancının izini sürüyor, hem analiz meselesi üstüne tartışıyor, esas olarak da kendi yazma sürecini bizle paylaşıyor. İlginç! Bir yandan bende nasıl Beckett var, diye soruyorum, öte yandan romancıyla aramda ortaklık ve ayrışmalar buluyorum, birden analistin divanına uzandığımı da hissediyorum. Romancılara yaşam biçeriz okur olarak, hakikatleri kimi zaman bizi yanıltsa da orada o imgeyle yaşamımızda temsil edilmelerinden hoşlanırız. Anzieu için Beckett bu konumda. 5 Bir yerde şöyle diyor analist: “Geceleri, insanın ne uyuduğu, ne de rüya gördüğü, açıkça bilinçli olmadığı, gündüz fark edilmeyen ve bedenin içinden kaynaklanan duyumlara keskin bir dikkat harcadığı bu yarı uyanık durumlarda, ikinci bir tür korku geliyor bana.” Bana da! Bu durumlarla başa çıkmak için herkes kendi yöntemini geliştiriyor. Soluğu düzenlemek, bedeni gevşetecek yollar bulmak, karmaşık düşünceyi zihinde berraklaştırarak ayıklamak, can sıkıcı olanları hemen defetmek ilk akla gelenleri. Romancı metni masa başında üretir sanılsa da tam da yazmadığı zamanda yaptıklarıyla ona biçim veriyor. Kalem elinde olmadığı zaman neyle meşgulsen roman odur. Şunu da ekleyeyim, yine Anzieu’dan: “Hem bir ara verip hem nasıl devam etmeli? Hızlanan kalp atışları. Başka yerde aşırı çalışmanın şu kitabın yazılışına engel oluşu. Uzanıp gevşemek imkânsız. Sonunda sabah her zamanki saatte kalkmak. İçten gelen devam etme baskısı.” 6 Yazarın iktisadi bağımsızlığını kazanması kolay değil, şu halde başka işlerle meşgul olmak zorunluluğu vardır, tamamen zihnini ve elbet bedenini yaratısına vermek isterken, türlü angaryayı yüklenmek zorunda kalması, çoklu kişilik bozukluğu teşhisiyle onurlandırılması anlamına gelir. Bir romancı kaç kişidir? İyi soru. 7 Ursula K. Le Guin, David Naimon’un sorusuna verdiği yanıtta: “Kurmaca dışı eserlerim hakkında konuşmak durumunda kalmak ise beni farklı biçimde korkutuyor. Söyleşiyi yapan kişinin, eserlerimdeki Schopenhauer, Wittgenstein ya da Adorno etkisini tartışacağından korkuyorum, hiçbirini okumadım bu arada; veya kuir teorisi ya da sicim teorisi hakkındaki fikrimi öğrenmeyi talep edeceğinden çekiniyorum; dinleyicilere Taoizmin ne olduğunu anlatmamı isteyeceğinden ya da (en muhtemeli) bana İnsanlığın Geleceği’ni soracağından korkuyorum. Cehaletimin muazzam boyutlarını biliyor olmam, onu sergilemekten hoşlandığım anlamına gelmez.” Bir başka yaygın anlayışa yanıttır bu sözler; romancı bilici değildir, tersine karanlık için yön bulma çabasındadır, üstelik elinde araç gereç yoktur; sezgileri vardır, hepsi bu. Ruh kazısına kahraman olmak için girişmez, mecburdur buna. Üstelik sorular karşısında çaresizdir çokça, yapıtında ne söylediğinin farkında olduğu sanılır, kendini ne kadar biliyorsa, o kadar söylemiştir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle