Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 16 AĞUSTOS 2020 Nasıl da mis gibi delirdik! On sekiz yaşım ve bıdık kadar aklımla Micheal Foucault’un “Deliliğin Tarihi”ni okuyordum. Üniversite zamanı özgürlük hevesiyle evden ayrılmış, sınıf arkadaşlarımla kalıyordum. Bir kafede her şeyden sorumlu garsonluk göreviyle iştigal ederken, iki tost, üç oralet arası da bahsettiğim kitabı okuyordum. Bir de Mehmet vardı. Kafenin sahibinin eşinin kardeşi. Patronum psikiyatrlıktan istifa etmiş çok hoş bir kadındı. Eşi de çok kibar biriydi. Fakat Mehmet, ah Mehmet... Ele avuca sığmaz kocaman bir adam. İstediği şey olmayagörsün, kafenin üst katına çıkar bulduğu bir tenekenin içinde ateş yakar, her ŞAFAK ÖZLEM tarafı dumana boğup hüngür hüngür ağlar dı. Sonra aşağı yanı ma iner, yarı Farsça yarı Azerice çok az da Türkçe, derdini anlatırdı. Sorunu ba zen memleket hasreti, bazen birasınının yeterince soğuk olmaması olurdu. Bense hep dinlerdim, kimi zaman bulaşık suyunu önlüğüme sile sile... Zamanla bu Mehmet’te bir haller... Kafeye gelişime yakın nö bete başlıyor, az biraz geç kalayım, dili döndüğünce küfürler, yerli yersiz alınganlıklar... Üç beş saatlik mesaimi dar ediyordu. Onunla çok konuştum, çünkü kendimce delilerden ben anlardım. (Yeni Türkü’ye selam ve sevgiyle...) Baktım olmadı, patronumla konuştum ve ayrıldım. Kadın, “Âşıktı sana” dedi, “Çünkü hiçbirimiz onu senin kadar dinlemedik.” HHH Delirmek... Sanırım gelinebilecek en üst mertebe benim için... Bunu yapamadım ama tüm dünya halklarının delilerinin kraliçesi oldum sanırım! Çok soğuk bir kış günü vapurdan inip eve gitmeye çalışırken inanılmaz bir rüzgâr kafamı, kulağımı, ötemi berimi dondurmaya başladı. Tüm deliliğimle ördüğüm on metrelik mor atkımı kulağı ma başıma, gözüme iyice sardım. Ardakalan kısmı da kafamın üzerinde sabitleyip dev bir kurdele yaptım. Kadıköy rıhtımdan Bahariye’ye doğru yürürken semtin kadim delilerinden biri üstümüze üstümüze gelmeye başladı. Ama yokuş aşağı ne gelmek! Mi nik (o sıralar otuz yaşındaki) kardeşim, yanında en baş delinin olduğunu bilme den kurdele kaşkolumun altına sığındıkça sığındı. Sevgideğer küfürbaz teyzemiz yaklaştı, birden göz göze geldik. Ve şöyle dedi: “Saygılaaaaar, iyi akşamlaaar!” Şoke olmuş, bir yandan da rahatlamıştık. İlk tacımı o gün giydim. Ve hâlâ onurla taşıyorum. Sokakta arkamdan “Ahmet Kaya, Ahmet Kaya” diye koşanlar mı, gelen ge çenden kahvaltıda şarap parası isterken; ben vermeye çalışınca arka cebinden ölmüş, solmuş karanfiller verenler mi... Delilerden ben anlardım, konuştum onlarla, artık onlar beni çok iyi anlıyorlar, hem de hürmet gösteriyorlar. Ne mutlu bana... Ceren Gündoğdu ile yeni albümünü konuştuk Şarkılarım kötü güne DEN IZ ÜLKÜTEKIN Çalma listelerinin ve radyoların son günlerde en çok dikkat çeken isimlerinden Ceren Gündoğdu salgın sebebiyle ilk albümünü canlı söyleyemedi. Ancak baştaki çekincelerinin aksine dinleyicileri sıkıntılı günlerde onun şarkılarına sarıldı. Şarkıları hayal kırıklıklarını, yarım kalmış aşkları, yalnızlığı ve melankoliyi anlatıyor. Son zamanlarda kırık kalplilerin bazen hüznü yaşamak bazen de efkârı dağıtmak için kulak kesildiği yegâne isim Ceren Gündoğdu. Onu kimi zaman tiyatro sahnesinde kimi zaman ekranda dizilerde gördünüz. Ancak henüz çocuk yaşlarından başlayan müzikteki hayallerinin olgunlaşması için bekliyordu bunca zaman. Kısa süre önce piyasaya çıkan Kapalı Gözlerle albümü çok şanssız bir zaman dilimine denk gelse de Gündoğdu, bu süreçte kendi ifadesiyle şarkılarının kötü gün dostu olduğunu anlamış. u Kısa süre önce Telefon isimli şarkınıza klip çektiniz. Şarkı Kapalı Gözlerle albümünüzün belki de en hareketli şarkısı. Telefon’a klip çekmeye nasıl karar verdiniz? Telefon, albümün tek hareketli şarkısı diyebiliriz. Ağırlıklı olarak romantik ve melankolik şarkılar yazmayı seven bir şarkı yazarı olsam da zaman zaman böyle dans ettiren ve iyi hissettiren şarkılar da üretebiliyor olmak güzel bir sürpriz oluyor benim için de. Telefon başında haber bekleyen kadın algısına inat, telefonu fişten çekip kendisiyle kalabilen, birilerine/bir şeylere öfke duymadan veda edebilmenin dayanılmaz hafifliğiyle dans eden birinin hikâyesini anlatıyor şarkı. Kadına şiddete karşı olan haklı mücadelemizin gitgide görünür hale geldiği bu dönemde, güçlü bir kadının şarkısını anlatan bu şarkıyı kliplendirmek fikri beni çok heyecanlandırdı. Umarım keyifle izler/dinler herkes. MELANKOLİYİ SEVİYORUM u Kapalı Gözlerle albümünüz oldukça şanssız bir zamanda piyasaya çıktı.... Neredeyse 5 ay oldu albüm yayımlanalı hâlâ da canlı canlı çalıp, dinleyiciyle göz göze söyleyemedik şarkıları. Konserlerle albümü aktaramamak, yaşatamamak çok kalbimi kırıyor elbette ama bu süreçte çok fazla yeni şarkı yazdım ve bu yeni şarkıların heyecanı, küsmek yok yola devam dedirtiyor. Yeter ki küresel bir bilinçlenme olsun ki doğanın dengesine ve bir arada yaşayabilmenin önkoşulu eşit ve adil bir toplumsal sistem hayalimize daha da fazla zarar vermeyelim. u Albümle ilgili tepkiler nasıl? Uzunca zamandır hayalini kurduğum bir şeydi ilk albüm ve haliyle büyük bir özen ve tutkuyla çalıştık her bir şarkı üzerine. Tüm dünyanın kaygıyla nefes alıp verdiği bir dönemde insanların kapılarını çalıp “bakın benim şarkılarım var elimde, anlattığım hikâyeler var, dinlemek ister misiniz” demek duyarsız bir talep olacak mı korkusu oldu ilk günlerde. Fakat zaman içerisinde dinleyicimden gelen yorumlara kulak verince aksine albümün kötü gün dostu olduğunu anladım. Belki de aksine bu şarkıları hediye etmenin tam zamanıymış. Yazdığım sözlerin, melodilerin ve sesimin birilerine yol arkadaşı olabildiğini görmek müthiş güzel bir his. Minnettarım. u Tepetaklak ve Kardan Adam şarkılarınızla bile pek çok dinleyiciniz sizi melankoli Ceren Gündoğdu ve hayal kırıklığı ile biten aşkların kadını olarak görüyor ve bu hislerle dinliyor. Siz bu görüşlere katılıyor musunuz? Ben çoğumuzun geçmişinden ya da bugününden tanıdığı, öyle ya da böyle iyi bildiği kalp kırıklıklarını yalın bir dille ve güçlü melodilerle anlatmaya çabalıyorum. Duygu yoğunluğu fazla olan hikâyelerle uğraşmayı seviyorum çünkü dinleyenlerimin bu şarkıları dinlerken bu şekilde kendilerine ait bir anıya rastlayabilecek olma ihtimallerini seviyorum. Farklı duygular muhakkak ki su yüzüne çıkacaktır yeni şarkılarımda. Hep aynı hikâyeyi anlatıyor olmak istemem ama melankoliyi seviyor muyum? Seviyorum. u Kelimenin tam anlamıyla bir müzik adamı olan Zafer Gündoğdu’nun kızı olduğunuzu bilmeyenler çoktur sanırım. Babanız albümün hazırlanma sürecinde rol aldı mı? Babam bu albümün hazırlık sürecinde aktif bir rol üstlenmedi ama farklı müzik türlerine olan eğilimimin ve özgün bir müziğin izini sürebilme cesareti gösterebilmemin ana sebeplerinden biri babam. Müziğe ilgi duyduğumu fark ettiğim ilk andan itibaren bana sevdiğim müziği dinleme ve üretme konusunda cesaret verdi. Müziği türlerle sınırlamamak gerektiğini itinayla anlattı, hissettirdi. Âşıkların deyişlerini de Ella Fitzgerald’ın caz plaklarını da hayranlıkla dinleyebilmemin sebebi bu. Günün sonunda sevdiğim her müzik bir biçimde benim içimde filizleniyor. Albümü çok sevdi babam. Ne kadar objektif yaklaşıyordur tartışılır. Beklerim favori şarkısı. En çok da bir şeylere benzemediği, bana benzediği için seviyormuş şarkılarımı.. LISEDEN BERI YAZIYOR L ise yıllarından beri kendi şarkılarımı yazıyorum ve o zamandan beri en büyük hayalim kendi müziğimi paylaşabilmekti. Fakat hayatın akışına kendimi bırakmayı, o akış içerisindeki duraklardan beslenmeyi tercih ettim sanırım. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda bir Broadway müzikali yapabilmek, Acapella caz söylediğim grupla Avusturya’da yarışmalara gidebilmek gibi deneyimlerin bugünkü müziğime, sahne enerjime kattıklarının çok değerli olduğunu düşünüyorum. Planlı bir akış değildi bütün bunlar, her zaman çok çalıştım, çok emek verdim kendimi ve müziğimi beslemek için. Devamında gelen projeler de bunun hediyesi oldu. Şimdi kendi müziğimi paylaşıyor olmaksa çok güçlü hissettiriyor. SOSYOLOJI BIRINCISI İ nsanı anlama çabası diyebiliriz sosyoloji için aslında. İnsan hikâyeleri arasındaki benzerliği yakalama ve bir nedensellik ekseni içerisinde değerlendirme hali de diyebiliriz. Şarkı yazmak ve söylemek de insanın iç dünyasını anlama yolculuğu bence. O yüzden akademik hayatımla yaptığım işin birbirinden kopuk olduğunu düşünmüyorum. Yüksek lisansımı da şöhret kültürü üzerine yaptım. Parçası olduğum sektörü farklı bir pencereden inceleyebilmek fırsatı beni bu tez konusuna itmişti. Akademik hayat büyük bir adanmışlık istiyor, şimdilik kendimi her şeyiyle müziğime adamak istiyorum ama belki yine sevdiğim konuları çalışma fırsatı yakalarım belli mi olur... Lübnan’ın ‘Turkuvaz’ıdır o. Hiçbir patlama, onun sesini bastıramaz Bir kere N ouhad Wadie Haddad olarak doğdu ama kendisi bile unutmuş olmalı bu adı. Şimdi bilinen adıyla o kadar tanındı, sevildi ki herkese nasip olmaz böyle sevilmek. Şu son talihsiz patlama yüzünden adı bir kez daha acıyla gündeme gelen Lübnan’da onca farklı etnisiteye, dine, mezhebe bağlı insanların üzerinde anlaştıkları tek “değer” odur. Arap dünyasının bu “ulusal hazinesi” Beyrut’ta tek yatak odalı, başka kiracılarca da paylaşılan tek mutfağı olan bir evde dünyaya geldi, üç kardeşi gibi. Baba bir matbaada dizgici, ama onca yoksulluğuna rağmen çocuklarının eğitimi için para biriktirme çabasında bir babaydı. IÇ SAVAŞTA HIÇ KONSER VERMEDI Küçük kızın komşunun radyosunda çalan şarkıları dinlemek için pencere kenarında oturduğunu hâlâ hatırlayanlar vardır mahalle arkadaşları arasında. Büyükannesiyle ormana odun kesmeye gittiklerinde, evde ekmek yaptığında, kardeşlerini uyuturken hep şarkı söylerdi. Okulun korosundayken 14 yaşındadır. Onu müziğin içine çekmek için özendiren Muhammed Flayfel, dönemin tanınmış bir müzisyenidir. Yoksul babası kızıa karşı çıkar. Hiç değilse liseyi bitirsin ister. Bu nedenle kızına Lübnan Radyosu’ndan gelen şarkıcılık teklifine direnir uzun süre. Neyse ki babayı dayı ikna eder. Tek bir şartı vardır babanın; radyoya yalnız gitmeyecek, erkek kardeşi hep yanında olacak. Nouhad Wadie güzel bir isim olsa da bir ses sanatçısı için pek sıradandır. Önerilen adlar arasında dinlemeyen eksik kalmıştır men olan Mısırlı şarkıcıların salta yada Feyruz da. Cibran’dan kim natını da sarsmıştır tek başına. Bu ler etkilenmedi ki, Gandi, Beat Bİ DÜNYA İNSAN işten anlayanlar Feyruz’un müziği les başta olmak üzere. ‘Bir ken nin zaman zaman 20 dakikayı bu tin böyle sevdalıları nasıl olabi lan uzunluktaki Mısır şarkılarından ire’ iki örnektir Cibran da, Fey hem daha kısa hem de yine Mısır ruz da. Feyruz’un şarkıları dünya şarkılarında pek rastlanmayan aşk/ nın önde gelen şarkıcılarını o ka arzu temalarına sahiptir derler. dar etkilemiştir ki, ABD’li şar Lübnan iç savaşı sırasında sevenleri onu bir Avrupa ülkesine götürmek istediler. “İnsan çocuğundan MUSTAFA K. ERDEMOL kıcı Madonna’nın o çok bilinen Erotica adlı şarkısı Feyruz’un El Yawm Ulliqa Ala Khashab şarkı ayrılır mı” diyerek reddetti. İç sa sının neredeyse aynısıdır. Bu yüz Feyruz vaşta açıkça bir taraf seçmedi, savaş bite den, kişisel hesap, kitapla ilgisi olmayan Feyruz, ne kadar Lübnan’da hiç konser vermedi. 1992’de Madonna’yı mahkemeye vermek zorun Savaşı kişisel bir mesele gibi ele aldığı da bile kalır. Lübnan’da bu nedenle Madonna’nın nı da söylerler. Ünlü şarkısı Li Beyrut’ta tüm şarkıları yasaklanmıştır uzun süre. Lübnan’ın birliğinin nasıl bozulduğunu Sosyal medyada “öldü” haberleri çıkınca ödüm anlatır. Halkın bu bozulma yüzünden ağır, patladı. Elbette artık çok yaşlı ama “ölmemeli”. Fi acılı bedeller ödediğini bu şarkıdan daha ziki acılardan çok, manevi acıları olan Lübnan’ın iyi ifade eden daha güçlü bir “değer” yok Feyruz’un sesine ihtiyacı var çünkü. Evet, hâlâ var. Şehrazade’yi de beğenmiştir ama kendisini keşfe tur. İç savaşta, çatışma molalarında, taraf Her türden büyük “patlamaları” bastırabilecek tek dip müzik dünyasına kazandıran Halim el Rumi’nin lardan biri mutlaka onun şarkılarını söylerdi derler. ses onunkidir. de zorlamasıyla Arapça’da “turkuvaz” anlamına ge Şarkı biter, çatışma devam eder, anlam vermek zor. Onu sevmek için çok nedene sahibiz ama ille len Feyruz’u seçer. Meslektaşı da olan eşi Assi Rah Feyruz, Rodrigo’nun müziğine yazdığı sözlerde nos onunla “bizim” aramızda bağ arayanlar varsa bir ya bani ile radyoda tanışır. 23 Ocak 1955’te evlenirler, taljiden yararlanmıştır, geçmişi kimse onun kadar gü nıyla “bizdendir.” Babası Mardin’den gitme bir Sür dört çocukları olur. Rahbani, artık çoğunlukla Fey zel özlememiştir. Savaşın “sevgili Beyrut’una”, dola yanidir. ruz için besteler yapmaktadır. Bunlardan İthab adlı yısıyla Lübnan’a, nihayet kendisine nasıl bir saldırı Lübnan’ın gözyaşları onun sesi olmadan bir an şarkı fırtınalar estirir tüm Arap dünyasında. olduğunun, hüzünlü bir çığlığıdır bu şarkı. lam ifade etmez. Müzik gerçekten ruhun neyidir bil Arap dünyasının Ümmü Gülsüm’le birlikte en Her ne kadar Batıda kimileri, şiirlerinde “edebi mem. Ama Feyruz, vicdanın, hüznün gıdasıdır. Aç büyüklerindendir Feyruz. Aslında ortaya çıkışıy bir yan yok” demiş de olsalar Lübnan’ın bir baş lığını hiç çekmeyelim. la, başta Gülsüm olmak üzere Arap dünyasına ege ka hazinesi Halil Cibran kadar tanınmıştır dün Çok yaşasın Feyruz.