29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

23 ŞUBAT 2020 5 Fotoğraf: Vedat Arık Birce Akalay’la pazar sohbeti: Özümüzü unutuyoruz her gün “Değişmesi gereken insanın ta kendisi. Herkes kapısının önünü süpürse mahalle çiçek gibi olacak. İlkokul öğretmenimiz Meral Hanım bize 1. sınıfta öğretmişti: “Çocuklar televizyon bir eğlence aracıdır, orada her gördüğünüze inanırsanız sizin için bir aptal kutusundan başka bir şey olmaz” sonunda aptal olursunuz.” Birce Akalay’ın Rumeli Hisarı sırtlarındaki evi mini bir sanat galerisini andırıyor. Masada Marina Abramovic’in belli ki Sakıp Sabancı Müzesi’nin satış departmanından alınmış İngilizce kitapları dururken genişçe salonun hemen her duvarında aralarında Harun Antakyalı, Ferhat Salman gibi sanatçıların eserleri asılı. Bir köşeden “Avatar” filminin unutulmaz Neytiri’sinin hayli büyük bir figürü salona bekçilik edercesine etrafa bakıyor, bir diğer köşedeki camlı dolaptaysa daha küçük heykelcikler sergileniyor; aralarında bolca Tim Burton filmlerinden tiplemeler, Frankenstein, Scarface’in Tony Montana’sı, Breaking Bad’in efsane ikilisi, Charlie Chaplin, Michael Jackson... Yine aynı bölümde bol bol da plak var, hemen her müzik türünden. Göz alıcı Boğaz manzarası bir yana, burası çok güzel vakit geçirilecek, harika kafa dinlenecek bir yer olmuş bana sorarsanız. Talisker’i saymıyorum bile. Ama bizim başka işlerimiz var bugün. Foto muhabiri arkadaşımız Vedat, Birce Akalay’ın fotoğraflarını çekerken ben de izleyiciyle buluşmaya artık sayılı gün kalmış (siz okuduğunuzda buluşmuş olacak hatta) “Keşanlı Ali Destanı” ile ilgili sorularımı yöneltmeye başlıyorum. Buyrun bakalım... ÖNÜMÜZDE SANSÜR ENGELİ VAR u “Yedi Kocalı Hürmüz”ün ardından yine bir müzikli proje geldi: “Keşanlı Ali Destanı”. Bu iki oyunun üst üste gelişini nasıl yorumluyorsunuz? “Yedi Kocalı Hürmüz”ün gelişi tamamen sürpriz olmuştu benim için. Müjdat Gezen ve Türker İnanoğlu’nun bana hayatımın en büyük sürprizini yapmaları sonucu kendimi 3 sene kapalı gişe devam eden muhteşem bir serüvenin içinde buldum... “Keşanlı Ali”nin gelişimi öncelikle Hürmüz’ün geri dönüşünden aldığımız cesaretle, sonrasında da Geleneksel Türk Tiyatrosu’na duyduğumuz vefa borcumuzdan sebep İlker’le geçen yıl bir aralık akşamı kuliste kafa kafaya vermemizle başladı ve bugünlere kadar geldi. 1964’te Keşanlı’nın toplumsal hezeyanları ve kişisel yenilgileri çok güzel harmanlıyor. Bu açıdan da çok şanslıyız. Bize güncel bir deva bulma kapısı açtı sanki. Bunun da sırrı hiçbir şeyi güzellemeye çalışmıyor olmasında saklı bence. Dilerim bu sürprizlerle dolu sistemde dayanıklı ve uzun ömürlü bir iş olur. u Dizilerdeki çalışma koşullarının daha insani standartlara çekilmesi bir süredir çok konuşulan bir konu. Bu konuda bir ilerleme var mı sizce, ya da neler yapılmalı? Bu yeni bir konu değil maalesef, senelerdir konuşuluyor fakat anaakım televizyon kanallarında bunun değişmesi bu zamanda imkânsız gibi görünüyor. Ancak sistemin tamamen tükenerek çökmesi lazım. Böyle bir şeyi de sağladığı istihdamı düşünerek elbette temenni edemeyiz. Benim dizi çekmeye başladığım yıllarda 90 dakika dahi uzun geliyordu bize. Şimdi ise artık elime senaryoyu her aldığımda, gücüm orada başka çalışmaya başlıyor, karnaval gibi. Ve ben setten çok kulis ve sahne insanıyım, kesin bilgi. Benim için dünyanın en güzel yeri sahnedir. 4 yaşımdan beri bu böyle. u Sinemaya nasıl bakıyorsunuz? Sektör sizce kadın oyuncuların mesleki olarak tatmin olacağı denli çeşitlendi mi? Hayır, böyle bir yelpaze yok. Sadece bağımsız sinemada mümkün bu dediğin renklilik. Orada da durum gün gibi ortada. Bağımsız projeler maddi destek bulmakta, salon bulmakta ve hatta izleyici bulmakta bu kadar zorlanırken herhangi bir oyuncunun ya da yönetmenin ya da yazarın tam olarak tatmin olması mümkün değil. Tatmin olabilenler de az sayıda ve çok şanslı bence. Türk sineması, Türk tiyatrosu, Türk ressamlar, müzisyenler... Kısacası Türkiye’de sanat sıkışmış bir dönemden geçiyor bence. Umarım buradan çıkışımız muhteşem bir aydınlanmayla ve üretimle olur. u Kadın, oyuncuların erkek oyuncularla eşit ücret alıp almaması sizin kariyer seçimleriniz açısından önem teşkil ediyor mu? Yani bir erkek başrolle aynı ücreti talep ediyor musunuz ve bu talep ne kadar karşılık buluyor? Bu yaşıma kadar kimin ne kadar kazandığı ile ilgilenmedim. Ücretlerimize yansıyan cinsiyet eşitsizliğine kadar, toplumsal algıda bu eşitsizliğin yarattığı kaosla ve travmalarla daha çok ilgileniyorum ben açıkçası. Enseyi karartmadan sevgi ile daha ne kadar çok insanı bir yanlıştan döndürebilirim acaba diye düşünüyorum. Bunun yanında iyi, ahlaklı, adil ve yaşama saygılı çocuklar yetiştirmek, onların gelişimi için çatılar kurmak gerek. Çünkü ahlak tektir ve evrenseldir. Şimdi mesela ben neden karşı cins partnerime ödenen ücretin haksız bir kazanç olduğunun peşine düşeyim ya da kendi kazancımla kıyaslayayım ki cinsiyetim üzerinden? Kendime de karşımdakine de ayıp etmiş olurum. Bu ahlaklı bir davranış gibi gelmiyor bana. Tam tersi ortada bir adaletsizlik varsa bu onu yapan kişi tarafından düşünülmelidir. Toplum ancak o zaman gelişebilir diye düşünüyorum. Bilmem anlatabildim mi? dünya prömiyeri “Özel bir tiyatronun büyük teşebbüsü” olarak tanımlanmış gazetelerde. Yıl 2020, şimdi de her açıdan durum tıpatıp aynı. Sadece “müzikli bir oyun” diyemeyiz “Keşanlı Ali Destanı” için. Türk tiyatrosunun mihenk taşlarından biri sorumluluğumuz çok büyük. u Bir yandan Babil dizisinde de oynuyorsunuz ve dizi bir hayli tuttu gibi. Son zamanlarda iddialı yapımların kısa sürede sona erdiği çok vaka gördük ama Babil öyle olmadı, seyirci sevdi. Sizce Babil’in başarısının sırrı ne? Öncelikle seyircimize teşekkür ederiz. Akabinde şunu söylemek istiyorum kısa sürede sona eren iddialı yapımların hepsinin arkasında inanın ki büyük emekler var. Hoş bu irili ufaklı tüm işler için geçerli. Bir gün bu kolektif çabaların meyvesi gün yüzüne çıkıyor ve bence henüz daha hâlâ oturmamış bir sistemin ya da pazarın içinde kendine yer bulmaya çalışıyor. Fakat bir dolu parametre var baş etmesi bazen gerçekten çok zor ve can sıkıcı olabiliyor tüm birimler için. O yüzden açıkçası ekrana zamansız veda eden bazı işler için çok üzülüyorum ve buna sadece “iş başarısız oldu” demek haksızlık gibi geliyor. Babil’e gelince bu dü şünceden hareketle yine büyük uğraşlar sonucu seyircinin beğenisine sunulmuş bu hikâyenin bir parçası olmaktan çok mutluyum. A’dan Z’ye tüm çalışma arkadaşlarımla uyum içerisinde hep daha iyisini bulmak ve uygulamak üzerine çabaladığımız bir serüvendeyiz. Bunun se yirciye geçtiğine inanıyorum. Elbette ki başrol hep Yanlış ve anında senaryonun. Hikâyemiz alıştığım sistemi gördükçe kendime de işime de yabancılaşabiliyorum. Dijital platformlarda mesele biraz daha biricik gayesine tutunur halde, o da “hikâye anlatmak”. Biz televizyonda hikâyeleri birçok bileşen yüzünden dilediğimiz gibi anlatamıyoruz maalesef. Sürelere gelmeden önümüzde mıh gibi bir SANSÜR engeli var. Otosansür artık elimiz kolumuz gibi bir uzvumuz olmuş vaziyette. Yani demem o ki bu sorunun cevabı kuyu gibi. Saatlerce üzerine konuşur ama yine de dibini göremeyiz. Değişimin başlaması gereken yer sektör değil insanın ta kendisi. u Oyuncu olarak ‘dizi çekmek zorunda kalmasam keşke’ dediğiniz oluyor mu hiç? Zaman zaman oluyor evet. Ama bu dizi çekmeyi sevmediğimden değil. Tamamen koşullarla alakalı. Ben mesleğimi çok seviyorum ve bir oyuncu için varlık sahaları değişse de bu alanların birbirleriyle ekileşimlerinin verimli sonuçlar getirdiğini düşünüyorum. Setlerde yaşadığım deneyimler bugüne gelmemde büyük rol oynamıştır, minnettarım. Az ya da çok bu sayede kendime bir dünya kurdum. Diğer yandan her ne kadar lise itibarıyla tiyatro okumuş biri olsam da aktif olarak sadece 4 senedir sahnedeyim. Okuldan sonra uzun yıllar kaybettim, çünkü süreler yüzünden dizi ile birlikte tiyatro birçok yapımcı için korkulu rüya haline dönüştü maalesef, ki gerçekten zor ikisini aynı anda yapabilmek. Ben de cesaret edemedim. Zaman zaman keşke demişimdir evet, ama asla pişmanım da diyemem. Hayatta her şey doğru zamanda öğretisiyle birlikte geliyor bence. Oyunlarım da öyle geldiler. Tek sızı şu olabilir, dizi setlerinde aktif olarak geçirdiğim bu uzun süreleri sahnede de çalışarak geçirmeyi isterdim. Hayal BEĞENİ SAYISI İÇİYORUZ! u Kadına yönelik erkek şiddetinin gitgide artması ile özellikle TV’den yansıtılan kadın imgesinin toplumda yarattığı algının bir ilgisi olduğu görüşüne ne dersiniz? Ezilen, acınması gereken kadın imgesinin yer aldığı; anneliğin kutsallığını öne çıkaran, aile değerleri adı altında kadını eve mahkum eden, çalışan kadının “kötücül” olarak resmedildiği nice dizi var... Bak bu konu da dipsiz kuyu gibi. Yüzyıllardır ataerkil toplumlarda “annelik” zaten kadını neredeyse cinsiyetsizleştiren, onu kutsallaştıran bir kavram haline dönüşmüştür. Kutsal kitaplarda da böyle değil mi? Bakiredir anneler. Bu dediğim yanlış anlaşılmasın, annelik kutsaldır kesinlikle aksini söylersem taş olurum. Müthiş bir evrimdir çocuk sahibi olmak insanoğlu için. Fakat konumuz bu değil ve bu konu yeni de değil üstelik. Sadece çağ değiştikçe farklı versiyonlarını deneyimliyoruz bence. Teknoloji çağında sadece televizyonlarda yayımlanan dizilerle algıyı bir yere kadar etkileyebilirsiniz. TV artık kitlesel etkileşimde zayıf bir halka. Dolayısı ile velev ki böyle bir çaba var, bence beyhude. Bu arada elbette tüm bu saydığın resimlerin güzellenmesine ben de karşıyım. Demeye çalıştığım, bilgiye bu kadar kolay ulaşılabilen bir çağda, önemli olan doğru bilgiye ulaşmayı öğrenmek. Bence tehlike çanları sosyal medyada çalıyor televizyonda değil. Yüzde yüz sürreel, neredeyse hissiz, vicdansız ve hatta ahlaksız, kibirli ve ukala söylemlerin başı bozuk uçuştuğu bir atmosferde kimlik inşaları, itibar kundaklamaları görüyoruz her gün. Yanlış ve anında unutulan bilgilerle uyuşuyor düşüncemiz ve hislerimiz. Direnişlerimizi dahi suya yazı yazmak gibi bu suni alanda harf sayısına endeksli ifade ediyoruz. Trend topic yiyip fotoğraf beğeni sayısını içiyoruz gibi öyle bir beslenme. Özümüzü unutuyoruz her geçen gün ve bence bu çok çok daha acı, tehlikeli. unutulan bilgilerle uyuşuyor düşüncemiz ve hislerimiz. ZILHA’YA CAN VERMEK Onu oynamaktan etkilenmek için karakterin özelliklerine hayranlık duymaya hacet YÜCEL ERTEN’LE ÇALIŞMAK Çok ama çok şanslıyım, bunu tüm kalbimle söylüyorum. Öğrenciyken onun rejisi ile iz ILKER AYRIK’LA OYNAMAK Tanıştığımız günden beri beni konu ne olursa olsun hep ama hep yüreklendirmiştir. Öyle ku Direnişlerimiz dahi suya yazı yazmak gibi. yok. Zilha olabilmek mühimdir her kadın oyuncu için bence. İmtihandır. Konservatuvarda sıklıkla seçilen parçadır Zilha’nın 2. Perdenin başındaki tiradı ya da Ali Zilha sahneleri. O yüzden ben zaten hayalimin içindeyim diyelim, öyle düşün. lediğim Kafkas Tebeşir Dairesi’ni hâlâ unutamam mesela. Tüm duyularımla izliyorum onu oyunumuzu yönetirken. Aslında okul hiç bitmemiş de ben hocamdan daha ne kadar, ne öğrenirim diye onu markaja almış bir öğrenciyim sanki. Öyle bir haldeyim. rusıkı da yapmaz o işi, ne dediyse olmuştur bugüne kadar. Sahnede zaten çok eğleniyoruz birlikte Hürmüz’ü izleyenler bilirler. Keşanlı’da tadımız tuzumuz bir başka şimdi.. İlker, onunla oynarken çok konforlu ve güvende hissediyorum kendimi. Canım arkadaşım. EMRAH KOLUKISA Akalay, “Her genç oyuncu adayı bir gün Zilha’yı oynayabilmek ihtimalinin hayalini kurar okul yıllarında. Fakat benim spesifik böyle bir hayalim dahi yoktu aslında. Bir ütopya gibi geliyor insana o zamanlar çünkü. İçimden geçmiştir fakat bu hayali bir amaç haline dönüştürüp metalaştırmadım hiçbir zaman. Bu Hürmüz için de geçerli” diyor. ScöYtuycaAmlomemşhRaimnu.ItirrıNni’ydeet
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle