Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 23 ŞUBAT 2020 Enver Aysever, hayallerini kurarken kendisine eşlik eden arkadaşlarını anlattı Dostluk derinlikle olur İşin sırrı ne? u Dostlukların ömrü var... u Birini merak etmekten vazgeçtiysek artık o dostumuz Enver Aysever’in son kitabı “Dostlar Kitabı Kendi Patikanda Yürümek”, çocukluğundan başlayıp, 50’li yaşlarına uzanan bir yolculuğun kitabı. Alışık olduğumuz türden bir anı kitabı değil. Medyadan, sanat ya da siyaset dünyasından tanıdığımız isimlerin ya di. Bülent’le sonra hiç görüşmedik. Kitabı okur da karşıma çıkar mı diye de merak ediyorum. Ben dostluklarla ilgili, olanın olduğu yerde kalmasından yanayım, 8, 9, 10 yaşındaki Enver yaşamıyor ki. O Enver’i de Bülent’i değildir... nında, anneannesini, ilkokul sıralarında yan yana de azıcık tanıyorum. u Dostluk ortak bellek yaratmaktır... u Dostluk, dönüp dolaşıp kürkçü dükkânına gelmektir. u Tanışıklığın dostluğa dönüşmesi asla rastlantıya yer vermeyen uzun erimli emek ister. u Dost inatla hata yapacaksa yanında durmayı bilmek gerekir. u Dostluk, düşünceleri, duyguları denetimsiz bırakabilmektir. u Kirlenmeden, terleyip kana bulanmadan dostluk olmaz. u Giderek seyrelen görüşmelerle süren ilişkilere dostluk denmez. u Dostlar ne kadar sessiz kalınacağını bilir. u Dostluk aynı dizelere sığınmaktır. Aysever’in Tarık Akan’la tanışması ve Paris seyahati de var kitapta. Abi kardeş olduk. Dostlukların zamanla değil derinlikle olduğunu o gün keşfettim. 20 yıl, 30 yıl birisiyle konuşursun ama hiçbir şey konuşmamış olursun, bir hafta tatili yaşarsın ayrı iki kuşaktan iki insan dost olursun. Onu kaybettiğim gün anladım ki öz abim olsa bu kadar üzülürdüm bir kayba. “Sevgi, yoldaşlık neyse onun geçmesini istedim. ‘Kötü’ anıları dışarıda tuttum çünkü o kötü anıların bugün güncelliği yok. Yollar ayrılsa da tedavi edici etkileri olduğunu düşündüğüm insanları yazdım.” düştüğü çocukları, ortaokul ve lise yıllarında beraber yürüdüğü çocukları da anlatıyor Aysever. Onları birer kahramana dönüştürüyor. Büyüdüğü yer AtaköyBakırköy vurgusu dikkat çekiyor, doğal olarak. Yazarın adımladığı neredeyse her sokağı, onun gözüyle dolaşmış gibi oluyorsunuz kitabı okurken. Tren raylarında uzun yürüyüşler, okul yolundaki zorunlu yürüyüşler, ilk gençlik, atılan yumruklar kendisi yemiş, Beyoğlu geceleri, rock grubu, uzun yılları bulan küslükler, rastlantılarla keşisen yollar, tiyatro sevdası, gazeteciliğe magazinci olarak adım atışı, üniversiteden mezun olmadan bir üniversitede danışmanlık yapması, CHP PM üyeliğinden istifa ettiği gece olanlar, TKP dostluğu... Neredeyse yaşamının en özel dönemeçleri öykü tadında yer buluyor kitapta. Okurken es verip uzaklara dalıp gitmeniz kuvvetle muhtemel. Dostlarınızı, dostluğunuzu, hangisiyle büyüdüyseniz anneannenizi ya da babaannenizi, kendi sınavlarınızı düşünüyorsunuz ister istemez ama hüzne boğulmadan. Aysever, ilk anlatısına “Anneannelerin büyüttüğü çocuklar ülkesi diye bir yer olsa...” notunu düşmüş. Kitabın sonuna dek bu sıcaklıkta devam etmiş, kendisini açık yüreklilikle tartmış, en önemlisi dostluğa bir hayli kafa yormuş... Tabii bir yandan da ülkenin geçirdiği siyasal dönüşümü, “Özal gericiliğini” fonda akıtmayı ihmal etmemiş. Yazarla kitabına dair sohbetimizden bir demet aşağıda... DAHA İNSANSIZIZ ŞİMDİ u Anneannene dostum demen ilginç ve güzel geldi. Anneannem benim dostumdu, galiba ben onun dostuydum. Hâlâ özlerim, 25 yıl oldu gideli. Yazarken de o sızıyı hissettim. Eşini yitirmiş, torununa bakan, tüm günü yalnız geçiren bir kadın. Bir acısı var, evladı yurtdışında, iletişim olanakları sınırlı. Bir taraftan Türkiye’nin o koşullarında ne varsa orta sınıf ailelerde, hepsinin yaşandığı bir ev. Ve anneannem bütün masallarından, anılarından, İstanbul görüntülerinden, geçmişinden, acısına ve çocuklarına duygusuna kadar ne varsa benimle paylaşıyordu. u Levent’le ortaokulda okuldan kaçmaya başlamışsın... 40, 50 gün rapor uydurur gitmezdik okula, uzun yürüyüşler yapardık Levent’le. u Yaramaz bir çocuk muydun? Başını belaya sokan bir yaramaz değildim. İçine kapanık, okuldan hoşlanmayan, tiyatro, müzik yapmak isteyen, edebiyatla uğraşmak isteyen, sistemle uyumlu olmayan bir çocuktum. Ama ailemi utandıran bir çocuk hiç olmadım. u Robert Kolej’de okuyan Burak ve Galatasaray Lisesi’nde okuyan Haluk. Mahalleden arkadaşların... İkisi hayatımda çok önemli. Haluk 20 yıl küstü bana, Burak yumrukladı. İleri yaşlarda oldu tabii bunlar. u Bence Haluk haklıdır. (Gülüyor) Haluk haklı olsaydı yıllar sonra nedenini bile unuttum demezdi. u 20 yıl geçmiş, unutmuştur... Unutmadı. İkimiz de biliyoruz. u Sen mi haklıydın? Hayır, bence 20 yıl sürecek bir haksızlık yoktu. O sürdürdü, Haluk kincidir, unutmaz. u Kimin suçuydu sonuçta? Aslında iç içe olayların sonucunda, bir arkadaş grubu içinde biraz gazlama ve kutuplaşma. Ben biraz atak, öne çıkan, lider olmaya çalışan ya da olan, bazen kabul edilen bazen edilmeyen bir çocuktum. Haluk’la hiçbir zaman konumumuz çelişmiyordu. İkimizin birlikteliğinin bir anlamı vardı. Ben yazı yazacağım, tiyatro yapacağım. O da müzik yapacaktı. Biz hayatımızı bunun üzerine kurmuştuk, on yılımız böyle geçti, her dakikamız. İyi çocuklardık biz. Haklılık, haksızlık... Bence 50 yaşında bunu söylemek gülünç olur. İnsan geçmişteki çatışmalarda her zaman kendini haklı sayar. Zaman ilerlediğinde özlem kalır geriye. Sanki 20 yıl geçmemiş gibi arkadaşlığımızın duygusu ve dili korunduğuna göre... u Burak’la ne oldu? HİLAL KÖSE Aysever, “Bir hayatı bir kez sürüyoruz, tedavisi, tamiri falan yok, hayat onarılabilecek bir şey değil. Ben yaşadıklarımdan hiç pişman değilim, diyenlere hep hayret ederim, hiç pişman olmaması için bir insanın hiç yaşamamış olması gerekir. Hiç mutlu olmadım, diyen bir insanın da hiç yaşamamış Ataköy’deyiz o zaman. “Anneanne dede elinde büyüyen çocuklar ayrı bir ülkenin yurttaşlarıdır” diyorum kitapta. Büyükanne ve büyükbaba, şefkati sevgiyi hem doğrudan veriyor, hem de yaşam birikimi Burak’la da uzun zaman sonra bir araya geldik şimdi üçlü meyhanede buluşuyoruz. u Nasıl bir dostsun peki? Kolay ulaşılan bir dostum, fedakârımdır, mesele olması gerekir. Böyle bakıyorum nin getirdiği o bilgece bakış kulağımızda kalıyor. lerine kafa patlatırım. İnsan sevdiği insanın peşinden meseleye, Anneannem, İstanbul’da yaşamadığım çevreler Laleli’yi, Aksaray’ı, Samatya’yı, Rum, Ermeni komşularını anlatırdı. 67 Eylül Olayları olduğun gider. Zaman ayırma, hadi gel dediğinde gitme, yan yana olma konularında sınavı iyi vermişimdir. Dostlarımın tamamına emek verdiğimi düşünüyorum, o ölçüden yazdım” diyor. da dedemin komşularına nasıl sahip çıktığını... Kü onlar da böyle düşünür. 50 yaş B u kitabı yazmaya iten şeylerden biri de yazarın 50 yaşına yaklaşması. 50 yaşın simgesel olduğunu düşünüyor. “İnsan 50’den sonra, o gençlik vs. zırvasından kurtulup, daha oturaklı ca adil olmaya çalıştım, birilerini yargılamak için yapmadım. İyilikler kitabı olsun istedim, hayatımdan geçerlerken olumlu iz bırakan insanları yazdım. Beni yetiştirdikleri için teşekkür borçlu ol çükken insan sevgisini oralardan öğreniyorum. Bir de biz sürekli radyo dinlerdik. Arkası Yarın ve Çocuk Bahçesi. Tiyatro sevgimin temeli oradan. Mükemmel miydi çocukluk? Hayır ama bir yanıyla o geçmişi özlediğimi de inkâr edemem. İlişkiler daha insani, içten, daha masum idi sanıyorum. Şimdi daha insansız, daha duygusuz, çatışmaların derinleştiği bir ortam var. u Göztepe Pansiyonlu İlkokulu’ndan arkadaşın Bülent’le sonradan karşılaştın mı? u Yarı yolda bırakmadın mı kimseyi? Hiç bırakmadım. Eğer bir hikâye yarım kalmış sa, bir çatışma olmuştur, eksik kalmıştır bazı şeyler. Eksik kalanları tamamlama gayreti u En çok ne ne kadar, doğru onu da bilmiyorum. zaman gereksinim u Dostlukların ömrü nasıl biter? Ortak dilin, heyecanların, duyguların sürüp sürmemesiyle ilgili, sevginin, sevincin, hayatın o dilde yansımasıyla il duyuyorsun dostlarına? Her zaman. Üzgünken de mutluyken de… Çok üzgünken arayıp kendimi sağaltmak istediğim de olur, çok yüksek olma zorunluluğunu hisseder, diye dü duğum insanları...” Doğan Kitap’tan çı Bülent yatılıydı, babası annesi polisti, ben akşam gili bir sorun. Biz senle dostluk yapa sevinç yaşadığımda paylaşmak şünüyorum. Bilgeleşme, demlenme açı kan Dostlar Kitabı, Aysever’in nereden ları eve gidiyordum. Hiç bilmediğim bir dünyaya ta cak olsak ortak dünyamız olur. Meslek istediğim de olur. Dostluk sından 50 yaş değerli bir yaş” diyor ve nereye geldiğinin de hikâyesi: “Okul nık oluyordum Bülent’le. Hafta sonu annesinin ba taşlık, aynı kent, çocukların olması, siya bence bir gereksinim ekliyor: “Dostlar Kitabı bir tür kendim da başarısızdım, aşklarım berbattı, ar basının yanına gitse bile, daha soğuk bir hayatı sü sete benzer yerden bakmak, bir şeyler or meselesi. le selamlaşma, hesaplaşma, terazi oluş kadaşlarımın aileleri istemiyordu beni. rüyordu. Bizim evse şenlikliydi... Yatılı okul bü taktır, dostuna gereksinim duyarsın, o gerek turma meselesiydi. Mümkün olduğun Üniversiteyi dört kez kazanamadım...” yük acıların yaşandığı bir yerdi. Her çocuk kederliy sinim ortadan kalktıktan sonra... Onun kadar, İngiliz emperyalizminin günahlarını dile getiren bir İşçi Partili görmedim Yoldaşım Jeremy Bİ DÜNYA HABER H ani derler ya, “bir çırpıda” diye öyle okudum Rosa Prince’in “Yoldaş Corbyn” kitabını. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in kendisini partisi sünün yarattığı eşitsizliğe karşı çıkmak da. Kitapta yaşamının bir bölümü anlatılan Corbyn, gelir düzeyi yüksek bir aileye mensup biri olarak, düzen karşıtı olmayı seçmiş o sosyalistlerden biri. nin liderliğine kadar getiren mücadelesi Corbyn, partisi içinde “aşırı solcu” ni anlatılıyor kitapta. Aslında aklında li kabul edilen, bu nedenle (diğer yoldaş derlik olmayan, bunun yerine, hem de ları gibi) hep dışlanmış bir milletveki yıllarca unvansız ama çok etkili bir akti MUSTAFA K. liydi. Zaten o da parlamento içinde de vist olmayı seçen sosyalist bir politika ERDEMOL ğil, daha çok dışarda faaliyet yürütür cının neleri altederek aşamalar kaydettiğini öğrenmek son derece keyifli. Dünya politikasına meraklıların olduğu kadar, zaferin en olumsuz koşullarda bile nasıl elde edildiği dü. Nerede bir göçmenin sınır dışı edilme tehlikesi varsa o kol kanat gererdi. Irak’a o büyük ABDİngiliz saldırısı öncesi yaptığı itirazlarla ülkenin tüm ırkçı faşistlerinin hedefi olmuştu. ne ilgi duyanların da zevkle okuyacağı bir kitap bu Onunla 80’li yılların sonunda tanıştım. Kitapta da ama bu bir kitap tanıtım yazısı değil. Sadece yakın söz edilen Finsbury Park’daki o ünlü İşçi Partisi’ne dan tanıma mutluluğuna eriştiğim Corbyn’in anla ait barın yakınlarındaki mütevazı odasına, o sıralar tılan siyasi hayatının bir bölümüne tanık olduğum çalıştığım dergi için söyleşi yapmaya gitmiştim. Bü için söz edeyim istedim. yük İngiliz maden grevi yıllarıydı. Darbenin etkile Bizim buralardan bakınca İngiltere’de solcu ol rinin halen sürdüğü Türkiye’ye ilişkin bir söyleşiy manın kolay olduğu sanılabilir. Oysa ben hep tersini di. Hiç böyle bir milletvekili görmemiştim. Müteva düşünmüşümdür, sosyal refah devletinin, bizim as zı, sekreteri olmayan, kahveyi kendisi yapan, kapıya la yakalayamadığımız konforu içinde yaşayıp da bü kadar uğurlayan kaç milletvekili tanıyoruz biz? Öy yük bir emperyal gücün dünyaya nasıl bela olduğu le biriydi bu gördüğüm. nu anlayabilmek, sonra da buna karşı çıkmak büyük Cunta lideri Evren’in İngiltere ziyareti öncesi çalış fedakârlık. Dünyanın altıncı büyük ekonomisinin iyi malar yapmak amacıyla kurduğumuz Turkey Solidarty kötü sağladığı olanaklara razı olmak yerine emek Campaign’in de destekçilerindendi Corbyn. O sıralar mücadelesinden yana saf tutmak sanıldığı kadar ko bir de Güney Afrikalı siyah lider Nelson Mandela’nın lay değil. Fark edilmesi hayli zor olan emek sömürü serbest bırakılması için yapılan gösterilerde de yer alır dı. Hatta bir keresinde kendisini tanımayan polislerce gözaltına alınmıştı diye anımsıyorum. Kitabın arkasında yer alan o gözaltı fotoğrafı o gün çekilen fotoğraf yanılmıyorsam. O gösteride ben de vardım, Corbyn’nin hemen yakınındaydım, omuzumda hâlâ o gün yediğim polis copunun sızısı vardır. SOLCULARA TAHAMMÜLSÜZ TOPLUM İşçi Partisi’nde (aslında biz “İşçi” diyoruz nedense, doğrusu “emek”’tir) “aşırı sol”un, liderlik savaşını kazanmasında Corbyn’den çok, önceki lider Ed Miliband’in etkisi vardır. Lider seçimini sendikaların vereceği desteğe muhtaç olmaktan çıkaran yeni delege sistemini o getirdi, hakkını yemeyeyim. Corbyn’nin yolunu da açan bir bakıma odur. İşçi Partisi içinde solcular etkili de olsa ciddi bir sağ damar da vardır. Önce Miliband’in sonra da Corbyn’nin liderliği kazanması partiyi seçimlerde hezimete götürdü iki kez. Sözünü ettiğim o damarın toplumda da karşılığı var çünkü. Miliband’in de Corbyn’nin de İngiliz egemenini rahatsız eden tutumları büyük medya gücünün de aleyhlerine kullanılması sonucu toplumun gözünü korkuttu. Yani İngiltere’de de solcu olmak güllük gülistan bir yerde yaşandığı anlamına gelmiyor. Bendeniz, hiç İşçi Partili olmadım. Britanya Komünist Partisi’ni desteklerdim. Küçük bir partiydi ama hepsiyle değilse de birçok görüşüyle uyuşurdum. Buna rağmen Corbyn’nin İşçi Partisi içindeki mücadelesine destek verirdik. Tek başına müthiş Jeremy Corbyn bir aktivistti. Göçmen dostu, savaş karşıtı, barışçı, LGBTİ destekçisiydi. İçinde yer aldığı bir mücadelenin toplumda destek görmemesi imkânsızdı. Ben onun kadar, İngiliz emperyalizminin günahlarını her fırsatta dile getiren bir İşçi Partili görmedim, Tony Benn’i saymazsak. Tabii Tony Cliff, Paul Foot gibi büyük sosyalistleri bilirdim, ikisiyle de tanışıklığım vardır, aynı masada oturma onurunu yaşadım, ama İşçi Partisi içinde kalıp da İngiliz egemenini acımasızca korkusuzca eleştiren, ırkçıların, kralcıların, faşistlerin tepkisini çeken tek “düzen partisi” mensubu Jeremy Corbyn’di. Liderliğindeki İşçi Partisi hak etmediği bir yenilgi aldı, doğru. Ama bu yürekli sosyalist, seçimlerde lehlerine olacak kimi söylem değişikliği önerilerini bile kabul etmedi. Fikirlerinde ısrar konusunda anıt bir kişiliktir. Kitabı büyük bir zevkle okudum. Anlatılan “yoldaşım”dı. Mandela gösterilerinde beraber cop yediğim bir yoldaşım. Çok yaşa sen Jeremy.