22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 11 EKİM 2020 Nysa’nın en iyi korunmuş yapılardan biri olan tiyatro, yaklaşık 73x99 metrekarelik bir alanı kaplıyor. Geç Helenistik Dönemde (MÖ 1. yüzyılın 2. yarısı) inşa edildiği düşünülen tiyatro, yarım daire formunu 12 derece aşan bir oturma alanına sahip. Nysa Tiyatrosu, diğer Anadolu antik tiyatroları gibi AnadoluRoma tiyatroları karakteristik özelliği taşımaktadır. EMRAH KOLUKISA Nasıl gidilir? SşüıtStrBuibÜnaulzuniTlaiCkUldaakasdNıısds’mnaeL’paınntUagiınnnirlmidaC6şor6iışğAss.muaoİğnDeşklutaeBrcDseyGauiamgninE2ürkii3nn“aşd”Aes2mıye’nü0eincnıçttıradsd1naedaeö3ldddl,irkeea2Gt’tdT0absike1reöpaEnid3loşpüi”nFcyNımdy,suıoleaÇoüılrnarüauBslaldauçrmıçaşhgEk(ııkyeiğapByaiRnalakaaoddaçpİanzleaılutiznıkıılKnnığp‘iailkeyaaılrsıdAaorbkıevilsrukakseıo)Zı’ünirlknÇzcralaaeI“ı’isansns;pLzüArıiıhünnntnuIezeiıYşentmlssrleaOaiurinhlmeiRpa.En kestirme yollardan biri, eğer Ege dışından geliyorsanız, önce uçakla İzmir’e gitmek. Orada Aydın’a karayoluyla ulaşmanız yaklaşık 1.5 saatiniz alır. Aydın terminalinden Sultanhisar ilçesine giden otobüsler sizin işinizi görecektir. Yok eğer kendi aracınızla geliyorsanız DenizliAydın karayoluna çıkıp yine Sultanhisar tabelalarını takip edeceksiniz. Yolun sonlarında üzerinde “Sadece Nysa antik kentine gider” yazan tabelalar karşılayacak sizi; vardınız bile... Bu arada şunu da belirtmekte fayda var: Nysa’da engelli dostu parkurları sayesinde kentin tüm önemli yapılarını yakından görebiliyorsunuz. Yaklaşık 14 metre ön cephe genişliği olan ve havuz derinliği 2.5 metreye ulaşan, Roma döneminde insanların serinlediği anıtsal çeşme MS 2. yüzyıla tarihlendiriliyor. Dionysos’un kenti Nysa M itolojide Hermes, çocuk Dionysos’u, büyütmesi için Nysa Dağı’nın perilerine emanet etmiş. Nysalıların, inşa ettikleri tiyatronun sahne binasının podyum frizlerinde, Nysa tanrısı olan Dionysos’un yaşamından kesitlere yer vermelerinden dolayı kent, “Dionysos’un kenti Nysa” olarak biliniyor. Türkiye’nin dört bir yanı tarihi zenginliklerle bezeli. Çağlar öncesinden gelen bu zenginliği ne kadar görüyor, ne kadar tanıyoruz sorusu ise ne yazık ki o kadar da tatmin edici değil. Ege’nin yeni yeni adı duyulmaya başlanan iki antik kentini, Nysa’yı sizler için gezdik. Deniz, kum, güneş tatili bitti Sırada tarih var “ Bir Afrodisias değiliz belki ama bizim de yabana atılmayacak güzelliklerimiz kecik deresinin aktığı (şimdi kupkuru dere yatağı ama kasım ayında gelirseniz aktığına da şahit olabilirsiniz) yatağın üzerine inşa edilmiş köprünün altındaki 1800 yıllık tünelden geçiriyor bizi. “Dıvar”. Bu sözler, zeytin ağaçlarıyla çev şarısı 30 derecenin üzerinde olabilir ama rili olağanüstü bir doğanın içinde biztünelin içi en fazla 18 derecedir” diyen leri binlerce yıl öncesinden selamlayan hoca tünelin çıkışında yukarı tırmandıNysa antik kentindeki arkeolojik kazı rıyor bizi ve yine yemyeşil floraya sahip ların başkanı Prof. Dr. Hakan Öztaner’e bir başka yoldan Sütunlu Cadde’ye doğait. Yaklaşık 25 kişilik bir grup halinde ru götürüyor. bir yandan yörenin en meşhur gözlemecisi Hayriye Ana’nın pişirdiği leziz ye ZEYTIN AĞAÇLARI mekleri yiyor bir yandan da hocanın anCadde’nin tam anlamıyla kazılıp ayalattıklarını dinliyoruz. “Afrodisias baş ğa kaldırılması yaklaşık üç yıl daha süka bir ligde tabii, Premiere ligde, ama recek, bunu Hakan Hoca’nın söyledikbiz de yavaş yavaş yükseliyoruz” diye lerinden anlıyoruz. İkincisi caddenin bir devam ediyor ve ekliyor Hakan Hokısmı burada yıllardır var olan karaca, “Ben özellikle konuşuyoyolunun altında kalıyor ve jerum ki yemeklerden yemeofizik veriler olumlu sonuç yeyim, pandemi sırasınverince buranın kamuda biraz kilo almışım”. laştırılması ve civarLatife yapıyor elbetda yaşayanlar için yete ama bir yandan da ni bir yol yapılmahaklı galiba, önümüsı gerekmiş. “Hoze gelen her şeyi yicam siz de hep biyip bitirdiğimiz gibi zim yolları kazıyoren son gelen tahinsunuz” diyormuş li gözlemeden tekrar civar köylüler. Ama tekrar istememek için başka çare yok, gerzor tutuyoruz kendimiçekten de cadde biraz zi. O kadar mutluyuz ki daha kazılınca büyükbıraksalar bir zeytinin gölgesine kıvrılır, binlerce yıl Hakan Öztaner çe bir taş blokla karşılaşmış kazı ekibi. Bu noktaönce Menderes Havzası’nın iki da Hakan Hoca bazı fotoğrafyakasına kurulan Nysa’ya karşı huzur lar gösteriyor bize ve ne bulduklarını içinde dalıp gideriz... tahmin edebilecek miyiz diye bizi küçük TÜNELIN IÇI bir sınavdan geçiriyor. Kimileri bir lahit diye tahmin yürütüyor kimileri bir heyAydın’ın Sultanhisar ilçesine bağlı kel, ya da hamam... Kafaların karıştığıNysa’daki kazılar 200 hektarlık bir ala nı anlayıp kısa kesiyor: “Anıtsal bir çeşna yayılan antik kentin farklı bölgelerin me!” Yüzeyden derinliği 2 metreyi gede sürüyor ve şu sıralar ekibin özellik çen kazı büyük ölçüde tamamlanmış ve le konsantre olduğu bölüm kentin doğu sonraki dönemde döşenmiş tesisat borusundan batısına uzanan Sütunlu Cadde... ları bile bulunmuş. Nymphaion Çeşmesi Sütunlu Cadde’yi ve oradaki son geliş çok yakında tüm görkemiyle karşımıza meleri sona bırakan Hakan Hoca önce dikilecek gibi. 2020’nin Nysa’daki flaş likle kentin tiyatrosuna götürüyor bigelişmesi bu işte. Üzeri tamamen kapazi ve yapının muhteşem akustiğini test lı bir arazinin altından çıkan bu devaedelim diye portatif bir hoparlörden “O sa çeşmeyi görüp de heyecanlanmamak Sole Mio” çaldırıyor. Pavarotti’nin se mümkün mü? si Erken Roma döneminde yapıldığı tahBu arada arazideki zeytin ağaçlarımin edilen tiyatroda yankılanırken Ha nın akıbetini de anlatıyor Hakan Hoca: kan Hoca da kendini tutamayıp eşlik et “Biliyorsunuz zeytin ölümsüzdür. Doğmeye başlayınca tam bir müzik şölenine ru şekilde yerinden alıp başka yere diktitanık oluyoruz ve o birkaç büyülü daki ğinizde yeniden zeytin verir. Biz de baka boyunca sessizce çağlar ötesine uza zı ağaçları başka antik kentlere yolladık. nıyoruz adeta. Şimdi mesela Laodikya’da (Denizli’de Grubu peşine takan Hakan Hoca Tek bir antik kent) iki ağacımız var.” İnsan bir garip mahluk işte! 1 Yazı masasına oturmak her zaman aklınızda çok iyi fikirler bulunduğu için olmaz; alışkanlıktır, içinde bulunduğunuz dünyaya katlanma yoludur, belki en masumu yalnızlığa bir tür başkaldırıdır, kalem kâğıt alışkanlığı olanlar, buna sığınır. Gazete yazarlığı günlük meseleler hakkında konuşmak anlamına gelir. Gazeteci daha çok bildiği için değil, farklı kaynaklardan türlü verilere sahip olduğu için söz söyler. Ama adı üstünde günceldir, uçucudur. Muhabirlik zevkli olsa gerek, ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM heves etmedim, ben daha çok siyasal, toplumsal meseleleri anlamak için okur, yazarım. Asıl “gazeteci” muhabirdir hakkını teslim etmek gerekir. Ancak sosyal medyada görünür olmak adına, tuhaf şöhret hırsıyla, yalpalıyor gençler. Hoş yaşlısı da beter ya! 2 Köşe yazarlığını “ahkâm kesmek” sananlar çoktur öteden beri. Hele de iyice eve çekilip, eski bildikleri üzerinden dünyayı yorumlayanlar iyice felakettir. Zaman akmış, olaylar, olgular değişmiş, toplum dönüşmüş, dahası kişi de belki kimi yetilerini kaybetmiştir. Bunun dışında olan, zihni berrak, günü takip eden örnekler var elbette. Ancak kişi yaşlandıkça “dediğim dedik, çaldığım düdük” halini alıyor. Takıntılarını hakiki sorun sanıyor. Bir de dar çevresinin kahramanı olmak isteyenler var ki sormayın gitsin. Oysa yaşam karmaşık, hele de “ben edebiyatçıyım” diyen buna daha dikkat etmeli. Güncelde kaybolan muhabire köşe yazarı belki ölçüt koyarak yardım etmeli. Ayrıca aykırı fikirler oldukça gazete okumak lezzetlenir. Hoş gazetelerin ömrü de ayrı dert. Mecra değiştiğine göre, yeni hallere uygun davranmak gerekir. 3 Geçen gün ulusalcı bir site ile siyasal İslamcı haber sitesi benim bir medya kuruluşundan “kovulmamla(!)” ilgili aynı manşeti atmış. İşte uzak sandıklarımız arasındaki mesafe bu kadar yakındır aslında. Çünkü güdü ile davranmakta olan kimselerin fikir işçiliğine dair herhangi kaygısı bulunmaz. Hakikatin üstü güzelce örtülür elbirliğiyle. Çok zamandır bu yalnızlık üstüne düşünüyorum. “Niye mücadele ediyorum” sorusunun yanıtı, sadece ahlaki olarak verilebilir. Yani kişinin kendiyle ilgili meseledir bu. Dünyanın beş milyar yıllık ömrü kalmış! Şöyle düşünelim, sonunda her şey yok olacak, tüm gördüklerimiz, işittiklerimiz... Tanrı varsa acil çözüm bulmalı, haber etmeli. Diyeceğim, sınırlı ömrümüzü kayıkçı kavgasıyla geçiremeyiz. 4 Kovulmak gazeteciler için sıradan durumdur. Bir ara Babıâli’de kovulan gazeteciler, aynı akşam kutlama için içmeye gidermiş. İyi alışkanlık. Kadehler geçen zamanda ürettikleri için kalkar, eğer fırsat bulurlarsa yeni mecralarda buluşmak dileğiyle sonlanırmış gece. O masalarda şiir vardı elbette, yazınsal sorunların tümü, “muharrir” yazı yazmasını bilen kişiydi. Şimdi öyle mi ya! Abuk sabuk, anlam bütünlüğü olmayan, cümleler arasında ilişki kuramayan yazarlarla(!) dolu her yan. Eğer iyi gazete yapacaksanız yazarların “has” olması gerekir. Yetmez, heveskâr kimselere gerçek düşünürleri feda etmemek gerekir. Asker emeklileri uzman oldukları konularda kalem oynatsa anlaşılır belki ya da siyasetçi eski anılarını falan söylese diyeceğim yok. Ama bu kişilere yer açınca, genç yetenekli, üstelik değerli insanlar kayboluyor. Oysa gençlerin tümü değilse de duyarlı olanları, yazmaya, düşünmeye meraklısı için yer açılmalı. Mesleğini yapmış, unu eleyip asmış, üstelik de başarısı tartışılır kimselere gençleri feda etmemeli bence. 5 Bir de “televizyon gazeteciliği” diye iş var. Patronlar izin verdiği kadar söz söyleyebilen, üstelik darbe günleri dahil her dönem revaçta olan kimseleri görüyoruz. Bunlar aynadaki suretlerine âşıklar. Konforlu yaşamlarını zavallı yoksul halkı uyutarak sürdürüyorlar. Doğrusu ben ekrandan uzak durmaya niyetliyim, kirlendiğimi hissediyorum. Romancılığıma zarar verecek diye de endişe ediyorum. Peki, ekran ne işe yarar? Uzun süre buralarda bulundum, şimdi nasıl yaptım diye şaşırdığım tartışmalara da girdim, yorulmuşum. Burada inatla olmak isteyen kişinin, muhtemelen başka becerisi yoktur. Oysa öğle rakısı içip, dostlarla söyleşmekten güzel ne olabilir. Siyaset yeterince zehirli, ekran da şarlatanlığa zorluyor insanı... Eğer özgür, faydalı olacağım zemin bulursam dönerim ancak. Aksi halde yapılan işe inancın yoksa, geri çekilmek suça ortak olmamak demektir! 6 Bazen umutsuzluğa kapılıyor insan, kaçınılmaz. Ruhsal çöküntü dediğimiz, çağın olağan hali. Freud “otoanaliz” yöntemiyle bize ne çok kapı araladı. Sahiden kendimizi tanıyor muyuz? Bu soru, tıpkı “yaşamın anlamı nedir?” gibi tükenmez. İnsan bilgeliğe doğru yol almaya çabalarken, elbette yalnızlaşır, bu eylemden, sorumluluk almaktan kaçmak değildir. Kahraman olmadan da şöhret peşine düşmeden de kendi patikasında yürüyerek gereğini yapar insan. Ahlaki meseleler birinin gözünün içine bakarak anlatılmaz. O kişi, asla bu türden kavramlar, olgular, düşün sorunlarıyla ilgili değilse, zaten anlamayacaktır. Demek kapı hep kendi ruhumuza doğru açılıyor. Serinler mi içerisi? Emin değilim. Düşünmek, sonsuz sancıya talip olmaktır. 7 Kör cahil, hırsına kapılmış kimselerden uzak durmak gerekir. İlkin kendimize ayna tutmalıyız: “Peki, ben bunu başarabildim mi?” diye. Eco, “Kimseler okumasın, ben kendim için yazıyorum” diyen yazarlara güler. “Ben okunsun isterim” der. Tıpkı Oğuz Atay’ı, ona: “İlerde herkes seni okuyacak” dediklerinde gösterdiği tepkiye benzetirim bunu. Yandan okunmak, anlaşılmak, yalnızlığı sağaltmak isteriz, öte yandan da bayağılığa pabuç bırakamayız. Oysa kitleler bizim sorunumuzla ilgili değildir. Dostlar Kitabı yazdım. Bazısını yüreğimden sildim bile. Bazısı silinmek üzere... İyi ki yazmışım, yoksa şimdi kısacık kalırdı kitap. İnsanım ben, bir garip mahluk işte!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle