Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
15 EYLÜL 2019 “Yazdıklarımın tamamını yaşasaydım ölmüştüm dertten. Arkadaşlarımdan dinlediklerim de var. Ama baktığınızda benim yaşadığım ıstırapların tümü. Dertleşmek diyelim. Safa Önal hocamdı, bir derste kafanızı eskiteceğinize kâğıdı eskitin demişti.” “Kitapta, Kafa dergisinde ilk iki yıl yazdığım yazıları topladık. Nisan gibi ikinci kitabım çıkacak yine içinde denemelerin olduğu... Kadınadam diyaloglarına başlamıştım. Okuyanlar da sevdi. Belki buna ikinci kitapta biraz daha ağırlık verilebilir.” “Fazla tevazu insana ahmak dinlettirir. İkisinin ortasını bulmakta fayda var. Bizim meslekte biricik doğru yok. Hamlet’i herkes farklı oynar, hiçbirine de yanlış diyemezsin o oyuncunun yorumudur. Ben kibrin karşısındayım.” Celil Nalçakan ile kitap, yazı, dizi ve hayat üzerine... Kibrin Oyuncu Celil Nalçakan’ın Songül Öden’le birlikte oynadığı FOX TV’deki Bir Aile Hikâyesi’nin ikinci sezonu dün başladı. Dizide sevgi dolu bir babayı canlandıran Nalçakan, ekranda ilk defa silahsız! “Yaptığımız işle gurur duyuyorum. İnsanların böyle dizilere ihtiyacı var. İki gün önce Sivas’a gittim. Ben yaşlarda bir adam, iki çocuğu kucağında geldi, ‘Abi’ dedi ‘Cem olmak için çalışıyorum...’ Zaten olmuşsun dedim ben de... Bunlar mutlu ediyor. Bir de Songül’le oynamak mutlu ediyor. Hayranıydım kendisinin...” diyor. Nalçakan ile yazı ve dizi konuşmak üzere buluştuk. karşısındayım u Kitabınızla başlayalım mı? Okurken şunu dedim, ne kadar doluymuş Celil Bey! Nasıl başladınız yazmaya? Dolmuş, ne çektirmişler be garibana değil mi? (gülüyor.) Bir Beşiktaş maçında başladı yazı maceram. Şöyle; Kafa dergisinin sahibi Candaş Tolga Işık, tribünden arkadaşım. Beşiktaş’ın yönetim kurulu üyesiydi. Bu sene bıraktı. Bir maçta, Beşiktaş yenince, sanırım üçüncü golü atmıştı, biz coşkuyla birbirimize sarıldık. “Oğlum yazsana bizim dergiye bunu” dedi. “Yazarım tabii” dedim ben de! Beşiktaş’ın attığı golün gazıyla... Yoksa böyle bir cesaretim hiçbir zaman yoktu açıkçası. Ufak tefek şeyler yazıyordum ama... Dört sene önce başladım dergiye. Kitap ise hiç düşünmüyordum. u Devamı gelecek mi peki? Roman mesela? Hikâyecilik zor, başka. Becerebileceğim bir şey değil. u Belki yazı sizi götürür oraya? Zor... Nereye evrileceğini çok da bilmiyorum. Haddimi biliyorum sadece. Ciddi bir Yaşar Kemal hayranıyım. Demirciler Çarşısı Cinayeti’ni 23 kere falan okumuşumdur... Romancılık, hikâyecilik bir dünya yaratmaktan geçiyor. Hem ben dikkatini o kadar toplayabilen biri değilim, hiperaktifim. u Dergiciliği sevdiniz mi? Çok seviyorum. Hastasıyım. Bir ara yazarım nasıl olsa diye geçiriyordum hayatımı. Dergi bana o disiplini vermeseydi bu kitap çıkmazdı. Yazı teslimine bu ay da geç kaldım! Bir yandan tiyaro, bir yandan dizi... Dizi zaten haftanın beş günü günde 12 saatinizi alıyor. Annem, babam, kız kardeşim var. Ellerinizden yalar bir köpeğim var; Robin. Kalan zamanda da uyuyoruz! Nalçakan, İnkılap Kitabevi’nden çıkan kitabı ‘elveda diyorsun eyvallah diyorum’ u, Sarıyer Belediyesi’nin düzenlediği Sarıyer Edebiyat Günleri’nde 25 Eylül’de imzalayacak. Nalçakan’ın Cem Davran ve Onur Özaydın ile oynadığı, Engin Alkan’ın yönettiği “Üçü Bir Arada” tiyatro oyunu da ekim ayında ikinci sezonuna başlayacak. portakal da sattım u Oyunculuğa başlama hikâyenizi muhtemelen çok anlattınız. Kitapta da var... Evet yaa. (gülüyor) u Yine de şöyle dönüp bakınca ne kaldı geriye? O zaman baştan başlayayım. Annem babam oyuncu olmamı istemiyordu. Babam demişti ki “oğlum mühendislik oku da kız isterken kolaylık olur.” Yedi sene jeoloji mühendisliği okudum, bitiremedim. O yüzden de hâlâ bekârım (gülüyor.) Sonra turizm otel işletmeciliğine yolladılar beni. Bir sene de orada okudum. Baktım ki ben şarap servis etmek istemiyorum. Bizimkilere de çaktırmadan Türker hocanın oyunculuk okulu TÜRVAK’ın burs sınavını kazandım... u Umutsuzluğa kapıldığınız zamanlar da çok olmuş... Tabii. Baktığınızda ben yaklaşık 5 yıldır iyi projeler ve şanslı karakterlerle buluşuyorum. Ama okulu bitireli 16 yıl olmuş. Mezuniyetin ilk dört senesi telefonum hiç çalmadı. O ara başka işler de yaptım. Pazarda portakal sattım, garsonluk, bir sürü şey... u Çok zor muydu? Yani... Ailenin yanında yaşıyorsun, bir çekyatta yatıyorsun. Onlar sana demiş ki mühendislik oku... Allah’tan benim annem babam şahane insanlar. Ben öyle bir durumda “sen beni dinlemedin gördün mü” diyebilirdim. Onlar hiç demediler sağ olsunlar. askere gidecektim ki... u Sonra? Bir gün en iyisi askere gideyim dedim. Çok ilginç bir şey oldu. Tam Maltepe Askerlik Şubesi’nin kapısındayım, tek adımımı içeri attım. İkincisini atsam askerim yani. Telefonum çaldı. Harika Uygur, iyi bir kast direktörüdür. “Celilciğim merhaba ben Harika. Mardin’de Sıla diye bir dizi var. Gül (Oğuz) hanım seni çok istiyormuş, bölüm başı bin lira, kabul eder sen bu gece uçak var” dedi. Ayağımı öyle hızlı çektim ki içeriden! Yarım saniye sürmedi. Taabiii taabiii ne demek diyerek... O gece ışık hızıyla Mardin’e şavulladım. Dört bölüm sonra ölecektim, misafir oyunculuktu... u Ama ölmediniz... Gül Hanım, “oğlum sende bir şey var ama yontulman lazım, is Songül Öden’le Bir Aile Hikâyesi’nde. tersen seni yaralayalım, biraz daha devam et” dedi. 13 bölüm devam ettik. İkinci sezonda tek kötü ben kaldım dizide. Sıla bittikten sonra da bir dönem işsiz kaldım. u O dönem ne yaptınız? Dövmeci Tahsin abinin dükkânında çalıştım. u Kollarınızda gördüğümüz dövmeler o zamandan mı? Evet. Ne yapacaksın? Manavda çalışsan muz yiyeceksin (gülüyor.) Canım sıkıldıkça “abi ya yapsana bir dövme” derken... Hiç yoktu, şimdi 39 dövmem var. Düşünün artık ne kadar işsiz kalmışım o ara. Şurama da (boynunu gösteriyor) bir dövme mi yaptırsam noktasına geldiğimdeee, aynı askerlik şubesi gibi yine telefonum çaldı. u Süpermiş... Bu sefer dediler ki, Poyraz Karayel diye bir dizi var... Özel bir işti. İçine giren herkese iyi kapılar açtı. u Anneniz ve babanız sizi izlerken ne diyor şimdi? Gurur duyuyorlar haliyle artık. İki kere yanıldılar aslında. Hiç istemediler, ben oyuncu oldum. 16 yaş küçük bir kız kardeşim var. Esra’yı da baleye filan yolladılar, kızcağız şu an biyoloji yükseklisansı yapıyor. Hatta babam bizim jargonu benden iyi öğendi, oğlum repo ne zaman diyor. Ah be babacığım sen repoyu ne ara öğrendin. (gülüyor) Babam diziyi de anlatmayı sever. Cem şunu yaptı, bunu yaptı... Baba diyorum onu ben oynuyorum ya... Aaa diyor... u Şimdi bütün kadınların isteyeceği bir eş rolündesiniz... Böyle şeyler ancak dizilerde olur! u Kesinlikle! Yok aslında gerçekte de olur... Yaptığımız işle gurur duyuyorum. Çünkü silah yok, kan yok, şiddet yok. Hatta sette hiç kimse birbirine sesini dahi yükseltmiyor. u İlk defa mı bu kadar iyi bir adamsınız ekranda? Yoo ama ilk defa silahım yok. Poyraz Karayel’de bazen kostümü unutup, silahla eve geliyordum... u Oyuncak silah ama değil mi? Yok canım gerçekti! (gülüyor) Benim zaten epey leşim var. Hiç vurmadıysam 70 kişiyi vurdum! Ki bazılarını iki kere vurdum. Figürasyon ajanslarından kardeşler geliyorlar bazen “abi hatırladın mı ben geçen ay da ölmüştüm!” O zaman biraz arkada öl filan diyorlar, yüzün belli olmasın... u Hikâyenin çeken tarafı geçmişe gittiğiniz anlar... Çünkü hatırlıyoruz o dönemi... Bir de Fatih abi (Aksoy) beni şöyle kandırdı: Oğlum Türkiye’nin ilk ölü başrolü sen olacaksın! Amerika’da sezon 13 hafta, bir bölüm 55 dakika, bizim 39 hafta, bir bölümümüz 120 dakika. ‘ÇOK SEVİNDİM’İ BİLE OYNAYAMIYORSUN u Dizi süreleriyle ilgili devrim olur mu acaba ileride? Yıllardır bekliyoruz ama mümkün değil. Bir dizi kâr elde edebilmek için dört kuşak reklam almak zorunda... Eskiden bir günde iki dizi vardı hatırlayın... u Bazı oyuncular bu duruma tepki göstermişti sanki... Bizim meslekte öyle birbirini tutma, kayırma çok yoktur. 17 yıldır yapıyorum bu işi meslekten üç yakın arkadaşım var. Hayatım boyunca Cihangir’de oturmadım ben. Birine denk gelsen sokakta, ne oldu sizin iş? Bitti demeni bekliyor. İyi, devam ediyor diyorsun. Çok sevindim deyip kafasını çeviriyor. Bırak ya neye sevindin. Sevinmediği her halinden belli, kötü bir oyuncu! Çok sevindimi bile oynayamıyorsun, ne oynayacaksın? u Egolu meslek, belki de ondan... Sizde hiç oldu mu o kendini beğenme? Ben oldum dediniz mi? Ben kibirin karşısındayım. Kibirli tayfa var. Bir dur. Uzaya füze yollamıyorsun. Kanser aşısı da üretmedin. u Sivas’ta nasıl karşılıyorlar sizi, artık çok ünlüsünüz... Kitap için geçenlerde oradaydım. Onlar için hiç öyle bir durum yok. 67 kişilik ortaokul lise arkadaş grubum var. Bir şeyler hazırlamışlar, otururuz muhabbet eder, ayran içeriz diye... Sağolsunlar, iltifat ettiler, 400 kişi kitap imzalayacak, benim arkadaş, kulağıma eğilip “gardaş yeter, oğlum bak..” Elimde değil diyorum, “Ama mangal yaktık.” Onların gözünde hâlâ, Celo’yum. 5 “Oyuncuyuz, uzaya füze yollamıyoruz. Biz sadece hayat kurtaran insanları işlerine mutlu yolluyoruz.” hilal köse “Poyraz Karayel’e benzer diziler çıktı ve tuttu. Bir Aile Hikâyesi’nden sonra da inşallah benzerleri çıkar da insanlar tercih eder... Perihan Abla, Süper Baba, Mahallenin Muhtarları kıvamında bir dizi.” CTucaommmha.utmrr’iıdyeet “Uzaktayken özlediğini (Sivas’ı) anlamıyorsun ama geçen gün dönerken uçağa ağlayarak bindim, ‘lan galaydık azcık daha’ diye. 23 senem geçti. Arkadaşlarım var, hepsinin çoluğu çocuğu var.” “Kibirli tayfadan uzağım. Ben niye Shakespeare’in bilmem kaçıncı kuşak akrabasıymışım gibi davranayım?” ülkenin hali... “Ben memleketteki kaybedilen insanlıktan mustaripim. Hayvana, kadına, çocuğa şiddet, tecavüz... Önce bunları halledelim, sonra dünya üzerindeki kuvvetimize, askeri gücümüze, ekonomimize filan bakarız. Memleketime âşığım ama her gün kadınların öldürüldüğü, çocuklara köpeklere, çocuklara tecavüz edilen bir ülkeye, korku filmine uyanmak istemiyorum. Derdim, tasam o...” istanbul... “Son birkaç senem diye düşünüyorum. İstanbulla bağı koparamazsın tabii ama buranın çilesini çekmek zorunda değilim. Onu yeni mezun kardeşlerim buyursunlar çeksinler, ben 41 yaşındayım artık, emekliliğime beş sene kaldı. Biz ağır işçiyiz... Güzel bir iş olursa, İstanbul şehir dışı olur üç gün çalışır dönersin memleketine...” memleket “İleride memleket Bodrum olur, Sivas olabilir. Belli olmaz. Ben kırsalım. Benim hayalimdeki yer yılkıya çıkmış atlar, faytondan kurtarılmış, bir daha insan ve yük taşımayacak atların olduğu bir ahır... Günün birinde bir çocuğum olacaksa bahçeden domates koparıp ısıracak, o domatesin suyu ağzının kenarından akacak... O hayatı istiyorum.”