22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 2 gün 1 nefes İ stanbul’un kalabalığından kaçıp küçük bir mola vermek isteyenler, seçim nedeniyle de tatil planı yapamayanlar için üç yakın rota derledik. Havalar da iyice ısınıyor. Hele de çocuklar, evlere sığamıyorlar artık. Hafta sonu tatili, biraz nefes aldırır, dinlendirir. u Kıyıköy, İğneada İstanbul’a bir buçuk saat uzaklıkta olan Kıyıköy, ormanlarla çevrili sahil kasabası. Dünyanın en eski taş oyma manastırlarından Aya Nikola Manastırı, Serves yolunda. İğineada İstanbul’a 250, Kırklareli şehir merkezine ise 97 kilometre uzaklıkta. Longoz Ormanları Milli Parkı İğneada’da. İlkbahar ve sonbahar ayları İğneada ziyareti için ideal. 19 MAYIS 2019 Tarihi evler ve kaya mezarları, akşam ışıltısıyla harika bir panoramik görüntü oluşturuyor. Masal şehri: Amasya İğneada u Şile, Ağva, Kerpe Şile, ormanlarıyla ve tertemiz deniziyle tam bir doğal cennet. Şile Kalesi ve Şile Feneri gezilecek yerler listesinde olmalı. Şile Feneri dünyanın ikinci büyük feneri. İstanbul’a 60 kilometre uzaklıkta. Ağva, Göksu ve Yeşilçay arasında, karşısında da Karadeniz olan güzel bir gezi rotası. Aşıklar Yolu’nda yürüyüşü ve Saklıgöl gezisini listenize ekleyin. Kerpe, Kocaeli’nin Kıncıllı Köyü’ne bağlı. İzmit’e 50 kilometre mesafede. Karadeniz’in batıya bakan tek koyu, korunaklı bir liman. Ağva u Mudanya, Trilye Bursa’ya 40, Mudanya’ya ise 11 kilometre uzaklıktaki Trilye, Zeytinliklerin olduğu bir vadinin iki yamacına kurulmuş eski bir Rum köyü. Köydeki eski yapılara çivi bile çakmak yasak. Dönüşte Trilye zeytini ve zeytinyağı alabilirsiniz. Mudanya’da, Tahir Paşa Konağı gibi Osmanlı döneminden kalma evleri, Mütareke Evi Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Trilye MEHMET KIZMAZ Sanki şehir dağlar arasında unutulmuş gibi. Meydanda durup çevreye bakınca tarihin içinde olduğunuzu iliklerinize kadar hissediyorsunuz Yollar genelde aynıdır, şehirler gibi. Ama gitme nedenleriniz değişebilir. Hüzün kokan yollar bir bakmışsınız yerini mutluluğa bırakmıştır. Tıpkı benim Amasya’ya gidişim gibi. Bir şehri tanımanın kaç yolu olabilir ki? Ya gezmek amacıyla gidilmiştir ya iş, askerlik ya da sevgili için. Belki de okul için... Neyse çok fazla duygusala bağlamadan, yeşil ırmağın kenarındaki o masalımsı şehre, Amasya’ya gidelim. DAĞLAR ARASINDA GİZLENİR Bu kez bir basın gezisi için Amasya’dayım. Sanki daha önce bu masalı hiç dinlememiş, tarihin yaprakları arasında hiç dolaşmamışım gibi, bir başka gördüm kenti. Dağların arasında gizlenen kentte mis gibi havayı ciğerlerinize çekerken bir anda donup kalabilirsiniz. Şehrin masalımsı havası sanırım bu duyguyu veriyor misafirlerine... Kimseyi o masaldan uyandırmamak için sessizce akan ırmak, penceresini bir an bir şehzadenin açacağını hayal edebileceğiniz evler, dağlar... Şehir birbirine hiç kavuşmayan Ferhat ve Şirin gibi Harşena ve Ferhat dağları arasına kurulmuş. Yeşil Irmak sanki olan bitenden habersiz ağır ağır akıp gidiyor, başka masallara hayat vermeye... Bir ırmak bir şehre bu kadar mı yakışır? Karadeniz bölgesinde olsa da İç Anadolu’ya daha yakın Amasya, elmalarıyla meşhur ama her yıl 12 Haziran’da festivali yapılan kirazı da çok güzel. Aşk dağları deler mi... Şehrin eşsiz güzelliğine güzellik katan bir diğer şey aşk. Ferhat’ın Şirin için dağları delmesinden söz ediyorum. Ferhat ve Şirin Âşıklar Müzesi’nde, Romeo ve Juliet, Mimar Sinan ve Mihrimah Sultan, Kerem ile Aslı’ya ait bölümler de var. Helenistik dönemde Amasya’nın su ihtiyacını karşılamak için kayalar oyularak yapılan su kanalına da halk arasında Ferhat Su Kanalı denilmiş. Amasya’da doğduğu söylenen bu aşk, Hüsrev ve Şirin diye İran edebiya tında da geçiyor. Efsane bazı kaynakla Yıldırım Bayezid, Mehmet Çelebi, II. Mu ra göre İran’a ait. Bu noktada Amasya’nın rat, Ahmet Çelebi, II. Mehmet, II. Bayezid, bir dönem Pers hâkimiyetine geçtiğini de Ahmet, Murat, Mustafa, Bayezid, III. Mu hatırlatmam gerek. rad, Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Şehrin manzarasının tümüyle izlendiği Ça Selim, Amasya’da görev yapmışlar. Irmak kallar Tepesi ise tarihi evlerin tam karşısında. boyunca şehzadelerin heykelleri sergileni Şehzadeler şehri demiştik ya işte o şehzadeler yor, tabii selfie çeken meşhur şehzadeyi de ve bazı paşalar, Osmanlı döneminde bu tepe unutmamak gerek. Yalıboyu Evleri önünde de avlanırmış. Tepe hem de yazlık köşklere belediyenin diktiği, sol eli kılıcında, hava ev sahipliği yapıyormuş. Tepenin hemen ar ya kaldırdığı diğer elinde cep telefonu olan kasında da Ferhat Dağı’nın bulunduğunu söy şehzade heykeli 2015 yılında olay olmuştu. lemezsek Şirin’e borcumuz olur... Savaştan kaçan ve bir hayalle kente sığınan Amazon’lara uzanan hikâye Amasya ismi nereden geliyor? İlk adı Hitit kaynaklarında Hakmiş olan Amasya’nın, Suriyeliler, çalışmak için ülkelerini bırakmak zorunda kalan Afganlar da burada... Mumyalar sizi bekliyor Mitridates Krallığı dönemindeki adı “Amas Amasya’daki ilk yerleşim MÖ 5500’e uza seia” olmuş. Dünyanın ilk coğrafyacısı, nıyor. Şehri açık hava müzesine dönüştüren Amasya’da doğan Strabon’a göre kenti ilk başlıca eser ise Pontuslar’ın yaptığı Kral Ka kez Amazon kraliçesi Amasis kurmuş. Kra ya Mezarları. Mezarlar Osmanlı döneminde liçe Amasis şehre “Amasis şehri” anlamına gelen “Amaseia” ismini vermiş. Bazı kaynaklarda kentin kurucu tanrısının Hermes olduğu kabul ediliyor. “Anadolu’daki en çekici şehir” diyen Fransız arkeolog Georges Perrot da Amasya’yı üniversiteler şehri ve Anadolu’nun Oxford’u olarak tanımlamış. Dağlarla sarılmış olan Amasya’nın fethi hep zor olmuş. Şehre giriş sadece Yeşil Irmak kenarından, iki boğazdan yapılıyor. Irmak tarafı kapatılınca şehir neredeyse ulaşılamaz oluyor. O nedenle Osmanlı şehzadeleri burada yetiştirilmiş. Kimi padişahlık yapan kimi yapmayan bir süre hapishane olarak kullanılmış. Mumya görmek için taa Mısır’a kadar gitmeye gerek yok. Amasya Arkeoloji Müzesi’nde, 14. yy’dan kalma mumyalar sergileniyor çünkü. Dağlar arasında yakaladığınız bir rüzgâr bir bakmışsınız sizi Anadolu’nun ilk ihtilalcileri olarak bilinen Baba İlyas ve Baba İshak’ın türbelerine götürmüş. İşte o an her şey çok güzel olacak demek geçebilir içinizden... Şehzadeler şehri olduğu için Amasya’da her taşın altından tarih çıkıyor, konak, medrese, han, hamam, saray... Saat Kulesi, Bimarhane ve Şehzadeler Müzesi ile Amasya Kalesi de başlıca görülmesi gere ken yerlerden. Dar sokaklardan, kayalardan oyulmuş yollarla ve merdivenlerle tren garına gitmek ise ayrı bir keyif. Irmak seyri bitince, şehir mer kezinde köprüler konuşmaya baş lıyor. İlk hali ahşap olan, ye nisi betonla yapılan Mapdenüs Köprüsü’nün diğer ismi Maydo noz. Köprü yıkılmak üzereymiş. Köprüde yıllar önce maydanoz satan bir kadın onarım için bağış ta bulunmuş... Girişinde saat ku lesinin olduğu Hükümet Köprüsü, Alçak Köprü ve Helkıs Köprüleri de görülmeye değer. Kral Kaya Mezarları ‘Herkesin kendi Tanrı’sı var’ 1 F ransa’nın Ardennes bölgesinde yaşayan köy papazı Jean Meslier elli beş yaşında öldü. Ardında 400 sayfalık bir elyazması bıraktı. “İtiraflarım” adını taşıyan belgede; “Hıristiyanlık, yoksulları baskı altına almak, zenginlerin egemenliğini meşrulaştırmak ve cehaleti sürekli kılmak için kullanılan bir aygıt olmaktan öte pek az özelliğe sahip” yazıyordu. Yaşamı boyunca Tanrıtanımaz olan Meslier, babası tarafından zorla papaz olmaya itilmişti. Meslier ardında şöyle bir mektup bıraktı: “Sizi ahmakça saçmalıklar ve boş batıl inançlarla oyalamak için, kendi düşüncelerime tamamen aykırı şeyler yapmak ve söylemek gibi can sıkıcı bir sorumluluk almış olma hoşnutsuzluğunu yaşıyorum. Bunu daima acı çekerek ve aşırı derecede iğrenerek yapıyorum.” 2 İAYRIKSI OLMAK... nsan düşüncesini söylemekten neden çekinir? İlk akla gelen toplum tarafından yadırganma kaygısı olmalı. Ayrıksı olmak, toplumdan farklı yolda ilerlemek yalnızlıktır, buna katlanmak pek kolay değil kuşkusuz. Fikirlerini söylemeden sürülen bir yaşam, sahiden yaşanmış sayılır mı peki? Melih Cevdet Anday: “Düşünmek, düşündüğünü söylemekle başlar” diye yazmıştı. Dile gelmemiş, başkası tarafından işitilmemiş düşünce tamamlanmamıştır. 3 RKÖTÜ BİR ALIŞKANLIK ichard Dawkins binlerce kilo ağırlığında metal bir yapı (uçak) içinde gökyüzünde bulunmamızı haklı olarak: “Batılı düşün cenin ürünü mühendislerin doğru hesaplamaları sonucu olduğunu” söyledi. Aklın evreni tamamen kavramak konusunda yetersiz olacağı savı, bu yalın açıklamayla bir kez daha çöktü. Eğer hesaplamalarda ufacık hata olsa yere çakılmak, ölmek kaçınılmazdır. “Aklın” henüz evrenin gizini çözememiş olması, bunun peşinden koşmasına engel değildir. Açıklamasını yapamadığımız her durum, giz, olgu, kavram olay için Tanrı’ya başvurmak kötü bir alışkanlık olsa gerek! 4 İGÖRDÜĞÜMÜZDEN KORKMAYIZ nsan bilmediği ne varsa, ondan korkar. Aydınlık, görünür olmayı sağlar. Gördüğümüzden korkmayız, olsa olsa üstü ne düşünürüz. “Tanrı” fikrinin tarihi üstüne çeşitli araştırmalar yapıldı bu güne dek. Sis perdesi ardında, gizemli Tanrı açığa çıktıkça büyüsünü yitirdi. Karen Armstrong inançlı biriydi, uzun dindarlık dönemi ardından karar verdi; “Artık endişeli değilim” diye yazıyordu. “Tanrı gerçek olamayacak kadar benden uzaklaştı.”! “Tanrı’nın Tarihi” adlı kitabının önsözünde, sarsıcı satırları şöyle sonlanıyordu: “... Bilim Yaratıcı Tanrı’yı elden çıkarmış görünüyordu.” İnsan bilmediği ne varsa, ondan korkar. Aydınlık, görünür olmayı sağlar. Gördüğümüzden korkmayız, olsa olsa üstüne düşünürüz. 5 İAKLI KULLANMAYI ÖĞRENDİ nsan “aklı” keşfetmedi, onu kullanmayı öğrendi. Kant: “Aydınlanma, insanın kendi aya ğıyla içine düştüğü toyluktan kurtulmasıdır. Toyluk, insanın kendi aklını bir başkasının rehberliğine ihtiyaç duymaksızın kullanamamasıdır. İnsanın bu toyluğa kendi ayağıyla düşmesinin nedeni de akılsız olması değil, aklını başkasının rehberliği olmaksızın kullanma kararlılığı ve cesaretini gösterememesidir” dedi. Ancak herkesin aynı zamanda, yoğunlukta, beceride “akla” gereksinim duyduğunu söylemek güç. “İnanç” yaşamı konforlu kılar, boyun eğmeyi öğütlediği için her tür iktidar adına kullanışlıdır. Newton der ki: “Evren, Tanrı ya da Tanrıların kaprislerine göre değil insan tarafından anlaşılabilecek mekanik ilkelere göre işlemektedir.” 6 SBİRBİRİNİN ZIDDI iyaset felsefecisi Thomas Hobbes ile İbranice profesörü Ralph Cudworth birbirinin çağdaşıydı. 17. yüzyılda yaşayan iki düşünür, birbirinin zıddıydı. Hobbes insanın temel varoluş biçimini: “Zavallı, yalnız, müstehcen, hayvansal ve kısa” olarak tanımlayan bir materyalistti. Doksan yaşına gelip artık ölüme yakın olduğunu fark edince kiliseye gidip gelmeye başladı. Materyalizm konusunda daha az ısrarcı olması anlaşılır elbette. Hobbes muhalifi Cudworth “Gerçek Entelektüel Evren Sistemi” adlı yapıtına adadı tüm ömrünü. Güç kavranan kitap yoğun eleştiri aldı. Kitabın amacı “Tanrının var olduğunu” kanıtlamaktı. Çağdaşı bir siyasetçi olan Lord Bolingbroke şöyle eleştirir Cudworth’u: “O kadar çok okuyordu ki düşünecek zamanı kalmıyor; ve o kadar çok beğeniliyor ki serbestçe düşünemiyor.” Cemal Süreya 7 BŞİİR KENDİNİ GÖSTERİR ir yerde: “Hangi şairle ne vakit karşılaşacağımız belli olmaz, gereksinime göre, şiir kendini gösterir” diye yazmıştım. Kişi ömrünü iyi bir şiirin son sözcüğünü doğru koymak için harcayabilir. Kim böylesi bir çabanın boşuna olduğunu söyleyebilir? Cemal Süreya’dan; “Sanmasınlar inanmıyorum Elbet inanıyorum tanrıya Herkesin kendi tanrısı var Sen ölünce ölüyor o da”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle