Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 12 MAYIS 2019 Fotoğraf: Kurtuluş ARI Anne yazılır... Aşk diye okunur. Barış diye, Cumartesi diye, iyilik diye, sevinç, merhamet, gökyüzü, nehir, yayla, dağ, sıla, ev, bahçe, yaşam diye okunur. Anne yazılır, acı, keder, yitik, kahır, yal nızlık diye okunur. Anne yazılır, şiir diye okunur... Anne ilk aşktır, ilk şiir. Yazılır. Sonra başka aşklara, başka şiirlere çıkılır. Evden çıkılır, bahçeden çıkılır, uzaklara çıkılır, ama gönülden çıkılmaz. Anne gönüldür. “Gönül Dağı”dır, bazen bulutlandığı, sislendiği, kar yağdığı da olur, ama hep yerinde durur. O durur, bazen evlatların, kızların, oğul ların anneden evvel gittiği olur. Olmaz ol sun ama olur. Sıra bozulur, gönül bozulur, dirlik bozulur. Bir evlat yitince, her şey faz la gelir, çok olur. Yaşamak anlamını yitirir, dünya dar gelir. “Gönül Dağı” bu darı dünyaya sığmaz olur, gönül hiçbir yerde durmaz olur. Gencecik insanların, çocukların ölüm haber leri gelir, askerlerin şe hit haberleri gelir, ha berden önce annelerin yüreklerine kara bir sı kıntı gelir, akşamdan haydar bir rüya gelir, herkes ergülen ten önce acısı onlara ge lir. Ne bulut ister ne sis, “Gönül Dağı” içinden çöker, acıdan çöker. Anne yazılır, “Gönül Dağı” diye okunur. Anne yazılır, sabır diye, dayanma diye, direnme diye okunur. Çünkü annelik bir sanattır. Sevgi sana tı. Merhamet sanatı. Sabır sanatı. Diren me sanatı. “Şairler annesi” olarak da tanı yıp sevdiğimiz, Türk şiirinin en incelikli şa iri, sabrın, sevginin de simgesi olan Gülten Akın’ın dizeleri de tam bunu söyler. Polisin döverek öldürdüğü güleryüzlü, gencecik ga zeteci Metin Göktepe’nin annesine seslenir, ama oğulları, kızları kaybedilen, katledilen tüm annelere bir sesleniştir “Anneler İlahi si”: “Yitiğin tartıldı orda burda/bozuk mu düzgün mü tartılarda/durdun/ söylenmemiş, anlatılmamış, söylenememiş olanı/anlaşılır durdu duruşun”. SIZLAYAN BİR YÜREK... Metin’den önceydi, Hasan Ocak kimsesizler mezarlığında bulunmuştu. “Balım oğul, balım kız”lar “kayıp oğul, kayıp kız”lar oluyordu. Dilin kıyamadığı, elin kıyamadığı, sözün, gözün kıyamadığı, “her biri vazgeçilmez cihan parçası” olan evlatlara zorbalar kıyıyordu. Anne yazılıyor, direniş diye okunuyordu. Türkçenin şiir annesi Gülten Akın, 12 Eylül karanlığında mahpus oğlunun peşinde şehir şehir geziyor, o hapishaneden bu hapishaneye dolaşıyor, bir yandan da bu günlerin tanıklığını şiire yazıyordu: “öyle bakıyorsun/içinde dolaştırdıkları o karışık ayna/senin çıplak gözlerine/ne kadar ne kadar yabancı”. Anneler toplanıyor Cumartesi oluyordu. İstanbul’un ortasında sızlayan bir yürek olarak Galatasaray Meydanı’nda oturuyorlardı: “Benim annem Cumartesi”. Onlar kayıp anneleriydi. Oğul acısıyla dağlanmış yürekleriyle şehit anneleri de vardı. Aslında hepsi “Eylül anneleri”ydi. 12 Eylül rejiminin 40 yılda, adım adım yarattığı, yol açtığı karanlığın, faşizmin, gericiliğin ‘Yeni Türkiye’si kaybediyordu, alıyordu çocuklarını ellerinden. hiçbiri unutulmaz Sonra Gezi geldi. Gezi günlerinde genç ruhlar kendilerini ırmağa, çiçeklere, bulutlara sunar gibi ölüme gittiler. Tam 7 genç, adları Ahmet, Mehmet, Abdullah, Muhammed, Ethem, Ali İsmail olan 7 fidan, sanki bir “Bahar Ayini”ndeymiş gibi göğe yükseldiler. Hasan’ın annesinin, Metin’in annesinin yanına, Mehmet’in, Ethem’in, Ali İsmail’in anneleri de gelip durdular. Yalnızca evlatlarının değil, tüm kayıpların, katledilenlerin annesi oldular, acıdan bir ulu “anne dağı” oldular. Güzel çocuklar, güzel ruhlar. Ali İsmail, o toz konduramadığım şehrimde, Eskişehir’de katillerin ellerinden kurtulamadı. Kaşları kuştan Berkin Elvan avcıların hedefi oldu. Hiçbiri unutulmadı, unutulmaz. Anneler unutmaz çünkü, unutturmaz: “suya düşmüş arıyı gözleyen/bu dünya düşündürmez mi/ kimin hayatı kimin umurunda/oysa sarmalandın, paylaşıldın/ortasında sen gibi bir kalabalığın”. Benim Gül annem de 3 haziran önce kardeşlerin en karagözlü, güzel yüzlü, ince sözlüsünü, Halil oğlunu yitirdi: “Genc idin, tez idin, sıra bilmezdin”lerden. Sonra anneler günü geldi. Kızlarını, oğullarını yitirmiş tüm anneler için o ilahiye sarıldık: “Anneler olmasa kim kimi severdi/saklı tuttun o insanı insana bağlayan güvenci/ yollar boyu, eskitilmiş alanlarda/solgun bir bedeni gezdirmedin Metin’in annesi”. Anne yazılır, evlat diye okunur. Hamdım, yandım u Anne olmaya nasıl karar vermiştiniz? Çok küçüktüm. 25 yaşında evlendim, 26 yaşında anne oldum. Ama anne olmayı çok sevdim. Bu hayatta en sahip çıktığım şey anne olmaktı. ‘Çok gençsin, bir daha çocuğun olur’ diyorlar. Ben öyle bir şey istemiyorum. O benim ilk göz ağrımdı. Annelik çok zor, fedekârlık istiyor. İstediğiniz kadar kendiniz olun, çocuğunuzla çocuksunuz, yeniden öğreniyorsunuz. Herhalde hamdım, yandım, piştim... Şimdi dernek var. Çocuklar ‘Mısra anne’ diye geliyorlar. Mutlaka hediyelerine not yazıyorum. Bana mesaj atıyorlar. Bakıyorum, bir sürü çocuğum olmuş. Oğuz Arda için bir kitap yazmaya başladım, biraz yavaş gidiyor, ağır geliyor bana. Bitirebilirsem 9. ayda çıkarmayı düşünüyorum. İnstangram’da içimi döküyorum. Twitter’da adalet arıyorum. Hiçbir yetkili aramadı bizi. Komisyon belki bir iki aileye gitmiştir. Çok korkunç şeyler yaşadık, unutulmayacak şeyler. Vazgeçmeyeceğiz. Oğuz Arda’nın mucizeleri annesiyle: O yanımdaymış gibi yaşıyorum ‘Yine ona tutundum...’ Evlat acısının reva görüldüğü anneler ülkesi burası. O annelerden biri Mısra Öz. Oğlu Oğuz Arda’nın yokluğuna alışmaya çalışıyor. Oğuz Arda Sel Çocuk Derneği’yle ve adalet mücadelesiyle ayakta kalıyor. Öz’le buluşmak üzere evinin mer “Her şeyine o karar veriyordu. Kıyafetine divenlerini tırmanıyoruz. İçim içimi yiyor. Ka önem verirdi. pı açılıyor, evdeki kocaman boşlukla darmadağı Gri giyindiyse nım. Dayanılır mı bu acıya? Mısra Öz, benden di saatinin rayetli. Oğlu için yaşamak, konuşmak, yazmak ve hesap sormak zorunda çünkü. Oğlunun muci hilal köse kayışı gri olurdu. ‘Ünlü zeleriyle yaşadığını söylüyor. “10 ay nasıl geçti? olacağım, Bilmiyorum, tarifi yok. Benim gibi binlerce anne var bu acıyı yaşayan” diyor. u Adalet nöbetine neden başladınız? Adaleti göremeyeceğimizi fark ettik. Soruşturma savcısı, bize ‘ben de babayım, dosya üzerinde çok hassas çalışacağım, içiniz rahat olsun’ demişti. Göz göre göre gelen bu kadar büyük bir katliama böyle bir takipsizlik kararı verdi. İtirazımız da mahkemede reddedildi. 10 aydır ne yaşadığımızı bilmiyoruz. Adalet beklemek, bu yokluğa alışmak... Çok canımız yandı. Birilerinin de bedel ödemesi gerekiyor. ‘Acı içinde, sizden adalet bekleyen insanlar var’ diye kendimizi göstermek için nöbet tuttuk. 3 Temmuz duruşma gününe kadar her cuma nöbete devam edeceğiz. 17 Mayıs’ta Çağlayan Adliyesi önünde olacağız. Aileler, katliamdan sorumlu siyasiler, bürokratlar ve TCDD üst yönetimi hakkındaki takipsizlik kararına tepkili. Adalet bütün dünya beni tanıyacak’ derdi. Oldu. Keşke böyle olmasaydı. ‘Türk Telekom Arena’da bir gün ben oynayacağım, beni en güzel yerden izleyeceksin, sonra da Barselona’da oynayacağım’ demişti.” Oğuz Arda (9) Çorlu’daki tren faciasında ruhuyla yaşıyorum u Yeterince destek gördünüz mü nöbette? nöbeti başlattılar. babasıyla birlikte yaşamını yitirmişti. Çok güzel insanlarla tanıştım. Biz toplum ola rak güzeliz, sadece tepki göstermekte bastırılmışız. Biraz yorgun ve bıkkınız diye düşünüyorum. rendik. ‘OAS09’ diye atardı imzasını. Maçın ilk golü ne önce bir gün dedi ki ‘Ekrem İmamoğlu İstanbul 9. dakikada geldi. O an telefonuma mesaj yağdı. İkin Büyükşehir Belediye Başkanı olsa ya’. ‘Çocuğum da u 10 ayda nasıl ayakta kaldınız, nasıl destek ci gol 9 numaradan geldi. Üçüncü gol de 90. dakika ha seçim yok, bir şey yok’ diye güldük. ‘Niye gülü aldınız? da geldi. yorsunuz ki? Olacak, sonra da Cumhurbaşkanı ola Ailem benimle, ilk günden beri hiç bırakmadı. İki üç aydır, ayda bir kez terapiste gidiyorum, mavi beyaz orkide cak’ dedi. Biz yine güldük. Ekrem İmamoğlu’nun adaylıkta adı geçtiğinde ona mesaj attım. ‘Sandı hiç ilaç kullanmadım. Özellikle reddettim, biliyorum ki acının üstüne gittikçe yenebilirsiniz. Üstüne üstüne gitmeyi tercih ettim. Oğuz Arda’nın yokluğuyla yüzleşmeye ve yokluğunda onunla nasıl yaşayabileceğimi bulmaya çalıştım. Bir dernek kurduk. Hep ‘Oğuz Arda benim dünyam, her şeyi onunla yaşıyorum’ diyordum. O gidince çok büyük boşluk oldu. İş bir kenara, benim onsuz hiçbir sosyal hayatım yoktu... Bir şekilde ayakta durmam gerektiğini biliyordum. Adalet mücadelesi olsun, onun adıyla çocuklara hizmet etmek olsun... Bir gün o hastaydı, ben de hastaydım. Levent’te çalışıyorum, Beylikdüzü’nde oturuyorduk. ‘Annemle otobüse binip doktora gidin’ diyemedim. Toplu taşımaya bindiremiyordum, kıyamıyordum. Levent’ten gittim onu almak için. Arabaya bindi, ‘yüzün neden böyle’ dedi. Hastayım deyince, ‘Hayır, ağlamış gibi duruyorsun, seni böyle görmek istemiyorum, gül’ dedi. Moralimin bozuk olmadığına onu inandıramadım. u Güçlü görmek istiyordu sizi... Her zaman. Onun gözünde kahraman, her şeyi yapabilen bir anne figürü vardı. Ben de kendime yakıştıramadım, bazen kendimi çok kaybettiğim zamanlar oldu ama yine de ona tutundum. u Başka? Uzun zaman sonra dışarı çıktım. Onunla hep Rumeli Hisarı’na inerdik kahvaltıya... Martılar uçuyordu, kalktım aralarına girdim, biri omzumun kenarından geçti, biri ayağımın dibinde yürüyor, fotoğraflarını çektim. Arda varmış gibi gülüyorum, konuşuyorum onlarla. Instangram’a koydum o fotoğrafları, ‘Bugün sen yanımdaymışçasına martılarla konuştum, eskiden yaptığımız gibi’ diye yazdım. Ertesi gün pencereye bir martı geldi. İlk defa. Cama ‘tık tık’ diye vurup içeriye baktı. O günden sonra da hep geldi. u İnanılmazmış... Bir de mavi beyaz çiçekler var. Bir ay kadar önce Oğuz Arda bir destekçimizin rüyasına girmiş, ‘Anneme mavi beyaz çiçekler gönderir misin’ demiş. Rana hanım, sağolsun derneği aramış, sormuş. Üç dört gün sonra doğum günüm olduğunu öğrenmiş. Oğuz Arda bana doğum günümde başkasının eliyle çiçekleri gönderdi. Gerçek hayatta ben onunla yaşıyorum. (Mavi beyaz iki orkide var şimdi pencere önünde.) u Terapist ne diyor bu mucizelere? ‘Sana iyi geliyorsa, böyle düşünüyorsan böyledir’ diyor. Beylizdüzü’nde Oğuz Arda’yla Yaşam Vadisi’nde yürüyüşe çıkardık her gün. Bundan iki se ğa gitmeyecektim ama oğlumun vasiyetidir sizi destekleyeceğim’ dedim. Bunu anlattığımda psikiyatristim ‘sezgileri çok kuvvetli bir çocukmuş’ dedi. Hiç kimse inanmazken, Ekrem İmamoğlu’na inanmıştım. İmamoğlu’nu ziyarete gittiğimde geçen gün yine söyledim. ‘Cumhurbaşkanı da olacaksınız’ dedim. Değişik bir çocuktu Oğuz Arda. Her çocuk özel, hepsi şahane... Benim oğlum da özeldi. u Gerçekten de öyle... Barselona’nın futbol okuluna gidiyordu. Vefatından sonra, sezonun ilk maçında Galatasaray’ın stadının barkovizyonlarında Oğuz Arda’nın fotoğrafları döndü. Bütün stat Çocukluk Aşkımsın’ı söyleyip Oğuz Arda’nın ismini haykırdı. Çok etkilendim. VIP’te oturuyordum. Yukardan bir kuştüyü süzüle süzüle Fatih Terim’in önüne kondu. Ben de dedim ki Oğuz Arda’yı en güzel yerde izledim... İçim giderdi Oğuz Arda’ya. Çıkan her dişini sakladım. İlk saçı, ayakkabıları, o kadar çok şey saklamışım ki. Tırnağının yanından derisi kalkardı, bazen canı kıymetli olurdu. Çantamda tırnak makası, bant, sargı bezi taşırdım...Havuza götürüyorsunuz kaymasın diye havuz ayakkabısı alıyorsunuz, gözünün içine bakıyorsunuz. Devlete emanet ediyorsunuz, devlet ‘olsa da olur olmasa da olur’ derken çocuğumu katlediyor... u Rüyalarınıza giriyordur... Giriyor. Ben mucizelere inanırım. Onun ruhunun burada olduğuna çok eminim. Bir kaç kez bana bunu ispatladı. Onun ruhuyla yaşıyorum. u Nasıl ispatladı yanınızda olduğunu? Çok koyu Galatasaraylı’dır. Onun resmini yanımıza koyuyoruz hep, Arda varmış gibi izliyoruz maçları. Onsuz izleyebildiğim ilk maçtı. ‘Bana bir mucize göster’ dedim. Arda, 9 Ocak 2009 doğumlu. 9 numaralı evde doğdu. Okul numarası tesadüfen 9’du. Barselona’ya 9 Nisan’da seçildi. Arda’nın gittiğini de 9 Temmuz’da öğ Beylikdüzü’ne ilk gidişi... O ğuz Arda’dan sonra Beylikdüzü’ne hiç gitmedim. Hiçbir kuvvet beni götüremez diyordum. Seçimler iptal edilince Ekrem İmamoğlu, Yaşam Vadisi’nden açıklama yapacağını söyleyince birden fırladım ve gittim annemlerle birlikte. Beylikdüzü’ne girdiğim andan itibaren şuramın (eli kalbinde) söküldüğünü hissettim. Bir parça sökülüyor... Ben, inanır mı sınız, sokaklarda yere kapanıp o taşları tek tek öpmek istedim, her yerde ayak izi var oğlumun. Duvarlara sarılıp bağıra bağıra ağlamak... Hiçbirini yapamadım ama ağladım, şuramdan (kalbi) bir şey söküldü, söküldü, söküldü... Artık çekinmiyorum, her yerde ağlıyorum. O ‘git’ diyor, o ‘yap’ diyor, ‘yapmak zorundayım’ dedim. Dedim ya gücünü o veriyor bana.