02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 21 NİSAN 2019 Arif Kızılyalın Cholet Basket’e tarihindeki ilk lig şampiyonluğunu kazandırdıktan sonra, kentin en popüler ismi olmuş, ‘gayri resmi’ Belediye Başkanlığı teklifi bile almış. Öyle ki, yolda yürürken, boynuna sarılıp, “Sen olmasaydın oğlum itfaiyeci olacaktı, şimdi NBA’de oynuyor” diye şükranlarını dile getirenler var . Kunter yabancı basında sık sık haber oluyor. Düşme hattında aldığı Cholet’yi düzlüğe çıkardı Türkiye’de sayı Fransa’da altyapı F ransa’daki lakabı, “Boğazın Kurdu”, L’Equipe gazetesine göre Fransa’nın en iyi 5 basketbol antrenöründen biri. Onu ön plana çıkartan özelliği ise yoktan var ettiği gençlerle zafere koşması. Evet, Fransa’daki “Türk mucizesi” Erman Kunter’den söz ediyoruz. Türkiye’de basketbol antrenörlüğü noktasında istediğini bulamasa da Fransa’da bir fenomen o. Özellikle Cholet Basket’e tarihindeki ilk lig şampiyonluğunu kazandırdıktan sonra, kentin en popüler ismi olmuş, “gayrı resmi” belediye başkanlığı teklifi bile almış. Öyle ki yolda yürürken boynuna sarılıp “Sen olmasaydın oğlum itfaiyeci olacaktı, şimdi NBA’de oynuyor” diye şükranlarını dile getirenler var Cholet sokaklarında. Aslında Erman Kunter sadece Fransa’da popüler bir basketbol adamı değil. Türkiye’nin de unutulmaz isimlerinden. Mesela Fenerbahçe formasıyla, Süper Lig’de İzmir ekibi Hilalspor’a 1 maçta attığı 153 sayı var. 175101’lik maçın ilk yarısına sığdırdığı 81 sayı ise modern zamanların kırılamayan muhtemelen de kırılamayacak rekoru. İTÜ, Eczacıbaşı, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Çukurova’da geçen basketbolculuk yaşantısı sonrası en iyi bildiği işi devam ettirme kararı alan ve “cocah”lık yani basketbol antrenörlüğüne geçen Kunter’in, 2000’li yıllar öncesi Milli Takım’da yaşadığı Avrupa Şampiyonası çeyrek finali ise onu üst seviyeye taşıyan en önemli kilometre taşı. Sonrası Darüşşafaka, Galatasaray, Beşiktaş, Cholet, Asvel, Le Mans yeniden Galatasaray derken Erman Hoca’nın yolu yeniden Fransa’ya düştü geçenlerde... Erman Kunter’le NBA’e Daha doğrusu oradaki dostlarını kıramadığı için, “ilk göz ağrısı” Cholet’nin, üstelik sadece 2 galibiyetle ligin dibine demir atmış eski takımının “gel bizi kurtar” ricasını kırmadı. Apar topar Fransa’nın yolunu tuttu. O geldikten sonra “doğal olarak” bir toparlanma oldu ve Cholet şimdi 8 galibiyetle küme düşme hattının hemen üzerinde. İlk sorumuz “Niçin Fransa”ydı? “Öncelikle teknik adam olarak organizasyon anlamında Fransa’da çalışmak çok rahat. Altyapıya verilen önem, genç oyunculara şans tanıma Fransa’daki takımların önceliği. Bizde ise durum böyle değil. Örneğin, Cholet 5560 nüfuslu küçük bir kent ama tam bir basketbol kenti. Salon 4 bin 500 kişilik, ama 4 bin 250 seyirci ortalaması ile oynuyoruz. Şampiyonluğa koşsak da, kümede kalma mücadelesi versek de o seyirci o tribünleri dolduruyor. Kentin yüzde 10’u her maça geliyor. Hele üst üste maç kazanırsak bilet bulunmuyor, benim coach olarak 2 bilet hakkım var, gerisini siz düşünün.” Sohbetimizde Kunter, “Elbette sırf bu basketbol altyapısı değil benim Cholet ile bağım diyor ve ekliyor: “Örneğin benle çalışan çok sayıda oyuncu bugün NBA ve uluslararası liglerde oynuyor, milli takım formasını giyi Kunter, “Her çarşamba antrenmanını engelli insanlara açıyoruz” diyor. yor. Cholet halkı biliyor ki, benle çalışan genç oyuncuların kariyer sahibi olma ihtimali çok yüksek, bu da bana gösterilen ilginin nedeni. Çünkü, Fransız altyapısından gelen çocukları üst seviyeye taşıyorum.” Fransa Milli Takımı’na... Kunter, bu başarısının kendisini Fransa Milli Takım antrenör adayları arasına soktuğunu hatta, adının Fransa Cumhurbaşkanı’nın önüne gittiğini ancak o günlerde Fransa pasaportu bulunmadığı için bu görevin kendisine verilmediğini de itiraf ediyor: “Aslında bu teklif benim kaşım gözüm ya da iyi Fransızca konuştuğum için değil, Cholet altyapısının Fransa’ya en çok oyuncu yetiştiren kulüp olması. Biz bu altyapı operasyonunu 2003’te başlattık. Öyle ki üst takımın antrenman saatlerini bile altyapıya göre ayarlıyor, kulüp doktor ve psikologları ile düzenli toplantılar yapıyorduk, genç çocuklar sakatlanmadan üst yapıya geçiş yapsın diye. Yüzde yüz küme düşer denen Cholet’yi kabul etmemin nedeni bu sistem ve gelecek vaat eden genç oyuncular. Eğer bu sene ligde kalırsak bir sonraki sene şampiyonluğun en güçlü takımı oluruz. Belki risk aldım ama genç oyuncuların gelişmesini görmek ve katkı sağlamak bir antrenör olarak büyük bir keyif. Fabien, Rodrig, Kevin, Seraven Jeravel. Bu seneki kadroda üst 3 tane altyapıdan gelen müthiş oyuncu var. Yıldız ve genç takımlarda 2 üst düzey oyuncuya sahibiz. Avrupa’nın en iyi altyapı kulüplerindeniz. Elbette 2 Amerikalı oyuncu ve hiç Erman Kunter (A) takım tecrübesi olmayan 7 oyuncu ile oynamamız risk. Oyuncu alabilir miyiz? Burası Fransa alamayız, gelir gider tablomuz buna izin vermiyor. Bu konuda çok hassaslar.” İşte burada laf Türkiye’deki altyapılara geliyor ve Erman hocanın yüzü asılıyor: “Türkiye’de hemen ve kolay başarı için altyapının yüzüne bakan yok. 55 bin nüfuslu bir şehrin takımının altyapısından 56 yılda yetişen yıldız adayı sayısı, neredeyse bizim son 20 senede tüm Türkiye’de yetişen yıldız oyuncuların sayısından fazla. Türkiye’de yabancı oyuncular da sorunlu. Çünkü sisteme güvenmiyor, baştan ne kadar peşin alırsam kâr diyerek yüksek rakamlar istiyorlar. Gençler de bir an önce para kazanalım diye menajer ve kulüpler arasında gidip geliyor. Fransa’da ise mesele önce iyi oyuncu olmak. Burada ben kupa aldım, şampiyon oldum, başarılıyımdan ziyade altyapıdan yetişen oyuncu sayısı. Başkan sizi değerlendirirken, “Kaç kupa aldın değil, kaç oyuncu yetiştirdin” diyor. tesis yapar, rakip olmaz! Konuşmamızın sonunda ise konu yerel yönetimlerin spora, basketbola olan katkısına geliyor. Bu konuda çok dertli. Çünkü bir belediyenin büyükşehir olsun, ilçe belediye olsun takım kurup kendi bölgesindeki takımlara rakip olmasını kabullenmiyor. “Fransa’da da yerel yönetimler sporun içinde, hatta en büyük destekçisi” diyor ve ekliyor: “Hatta bütçemizin yüzde 25’i yerel yönetimden yani belediyeden geliyor. Ama kulüp bağımsız belediye para veriyorum diye kulübünüze başkan atamaz, işinize karışmaz. Yerel yönetim sporu destekler, tesis yapar, yatırımı ve desteği denetler ama kulübü idare etmez. Hatta, verdiği paranın altyapıyla harcanıp harcanmadığının faturalandırılmasını ister. Eğer bunu kanıtlayamazsak kulüp bilir ki o para kesilir. Paris, Londra, New York Belediyespor takımı yok. Bizde ise var. Demek ki biz yanlışız.” Haftanın sesleri AYÇA HAN u Adamlar ‘Dünya Günlükleri’ T olga Akdoğan, Gürhan Öğütücü, Emre Malikler, Emir Ongun ve Berkan Tilavel’den oluşan, alternatif rockun önemli gruplarından Adamlar, üç yıl sonunda “Dünya Günlükleri” albümüyle döndü. Her parçada, Tolga Akdoğan’ın güçlü hikâye anlatıcılığına şahit oluyorsunuz. 10 şarkı içinde favori belirlemek epey zor olsa da “Benden Bana” ve “Felek” diyorum. u Jakuzi ‘Hata Payı’ İlk albümleri “Fantazi Müzik”i 2016 yılında kaset olarak yayınlayan Jakuzi, ikinci uzunçalarları “Hata Payı”yla kaldığı yerden devam ediyor. Albümde sözler vokal Kutay Soyocak’a ait, davulda ve perküsyonda Can Kalyoncu var. Albümün aranjörü Taner Yücel. “Hata Payı” sizi dramatik sözleriyle içine çekerse, bu yolculuğu dans ederek yapacağınız kesin. u Joep Beving ‘Henosis’ Hollandalı piyanist Joep Beving, “Solipsism” ve “Prehension”ten sonra, üçlemenin son albümü “Henosis”i yayınladı. 23 parçalı albümde, Beving’e büyükannesinden devraldığı Schimmel piyano eşlik ediyor. Albümde, klasik piyano tınılarının yanı sıra keman ve elektronik dokunuşlar da yer alıyor. u Simge Pınar ‘Güzel Şeyler’ Genç müzisyen ve söz yazarı Simge Pınar’ın, ilk solo albümü “Güzel Şeyler” dijital platformlarda. Prodüktör Harun Tekin. Albümün sevilesi yanlarından biri de incelikler şairi Gülten Akın’ın “Kestim Kara Saçlarımı” şiirinin şarkı versiyonunun yer alması. Çocuk olmak dün de zordu, bugün de zor Fransa Kralı 15. Louis çocuk sevgisiyle bilinirdi. Öyle ki kızdığında sakinleşsin diye yanına çocuk götürüldüğünü söylerler. Sarayının duvarları çocuk tabloları ile dolu olduğuna göre demek ki gerçekten çocukları seviyordu kral. Ama ne kralın yaşadığı dönemin ne de sonrasının Fransa’sı dahil hiçbir Avrupa ülkesinde çocuklar yetişkinler tarafından çok da sevilen varlıklar olmadı. Özellikle emek üretim sürecinde bedenlerinin kaldıramayacağı ağır işlerde çalıştırılan çocuklara “çocuk” da denmezdi. Daha çok “küçük adamlar” diye tanımlanmışlardır. Vahşi kapitalizm yoksulluk yüzünden çocuklarını kendilerine yük olarak gören ailelerin de desteğiyle bu küçük emekçileri maden ocağında da, tekstilde de kullandı acımasızca. Terk edilmiş ya da yetim kalmış çocuklar batı sermayesinin işgücü oldu yıllar boyu. Kimileri “Sanayi Devrimi çocuk emeği olmasaydı gerçekleşmezdi” bile demişlerdir. On sekizinci yüzyıl İngiltere’si berbattır. Onbinlerce anne, yoksulluktan ötürü bakamayacağından ya da istenmeden doğdukları için benim semediklerinden bebeklerini Thames Nehri’ne atmışlardır. Bebeklerini çiğneyip ezenler, çöp varillerine atanlar binlercedir. Onuncu yüzyıl İtalyası da hurafelerin, akılsızlığın çılgına döndürdüğü insanlarla doludur neredeyse. Jacop Burckhardt İtalya’da Rönesans Kültürü’nde “1140’lı yıllarda cinlere 100’den fazla çocuk kurban etmiş olan Gilles de Retz” diye birinden söz eder. Mezarötesi düşüncelerin de hedefi kolayca çocuklar olabilmiş yani. Bakın Ispartalılarda çocuğun durumu neydi? Açlık, yoksulluk tek bir çocuğa izin verebiliyordu ancak.İkinci bir çocuğa gebe kaldı mı kadın, bunu engellemenin bir yolu yoktu. Doğduğunda bebeği açık havada bir yere bırakır ya da başka bir yolla öldürürlerdi. Ama diyelim ki çocuk erkek doğdu, o zaman devletin malı sayılır, önce sağlık denetiminden geçirilir, büyüdüğünde iyi bir asker olacağına kanaat getirilirse büyütülürdü. Değilse talihsiz çocuğun yeri Taygetos Boğazı’nı boylamak olurdu, diğer akranları gibi. Çok çocuklu babalar Herhalde daha fazla da vardır ama ben çok çocuklu babalar olarak II.Ramses ile Herakles’i bilirim sadece. II. Ramses’in yüz altmış çocuğu olduğu söylenir. Herakles de yetmiş iki oğul ve bir kız babası olmasıyla ünlüydü. Bunun çocuğa değer vermekle ilgisi var mıydı, emin değilim. Bu doğan çocukların akıbetinin ne olduğunu bilmek isterdim doğrusu. İlyada’yı okuyanlar Homeros’un Truvalıların çocuk bolluğundan övgüyle söz ettiğini hatırlarlar. Herhalde çocuğa değer veriyorlardı Truvalılar. BATI EDEBİYATINDA YOK Çocuk, özellikle Fransa’da o kadar görmezden gelinmiş ki, edebiyat bile farkına varamamış. Bu nu ben değil Andre Gide söylüyor. Gide, İngiliz ve Rus romanına oranla Fransız edebiyatında çocuğa az yer verildiğini yazar: “Romanlarımızda hemen hemen hiç çocuğa rastlanmıyor ve romancılarımızın, pek ender olarak önümüze çıkardığı çocuklar da çoğunlukla, geleneksel, becerik sizce çizilmiş, ilgi çekmez oluyor”. Peki nedeni ne olabilir bunun? Gide göre neden şudur: “Bütün Fransız edebiyatında, henüz biçimlendirilmemiş şeyler önünde bir çeşit sıkıntı duymaya dek varan bir ‘biçimsiz olan’dan tiksinme duygusuna rastlarız”. Rus edebiyatında çocuğa daha çok yer verildiği doğrudur gerçekten de. Dostoyevski’nin romanları buna iyi bir örnektir. Çocuklar için iyi bir dünya yaratılamadı hâlâ. Durum dünden biraz daha iyi belki ama çocukları mutlu kılacak fazla bir şey yok. Bugünü sorunlu, yarınının nasıl olacağı bilinmeyen bir varlık olarak işi zor çocuğun.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle