Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 3 KASIM 2019 Farklı bir deneyim: Eko turizm Başka bir dünya mümkün... Gülşen’le aynı yaştayız, ikimiz de şahane 33’teyiz. İkimiz de hikâyesi olan kadınlarız. Gülşen, Diyarbakır doğumlu, orada veterinerlik, Manisa’da tıbbi ve aromaterapik bitkiler ve en son İstanbul’da aşçı lık okumuş. Bir yurtdı şı seyahatinde İtalyan Iacopo ile tanış mış ve kısa sürede evlenmişler. Ze no adından dün ya şekeri sapsarı bir çocukları var. Gülşen, hayalini kurduğu eko turizmi Toskana’nın en Gülşen fes doğasında Piano Piano Toscana adıy la gerçekleştiriyor. Ha yat arkadaşı Iacopo ve dost ları Giovanni ile... Dağların eteklerinde dönemsel ola rak kiraladıkları büyük taş evlerinde misafirlerini ağırlıyorlar. Gülşen, tam da hayal ettiği gibi Floransa’nın güne yinde, sürdürülebilirliğe ve başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan dostlarıyla yaşıyor. Şu sıralar oralar da şarap yapmak için bağbozumu ve zeytin hasadı başlıyor. eko köyle başka tatil Toskana’da neredeyse her evin kendi bağı, bahçesi var. Zeytinyağı ve şarap üretimi çoğunlukla organik tarım. Gülşen’in hayali içinde gezindiğim günlerde, üç İtalyan aileyle tanıştım. Bizim de kültürümüzde olan büyük masalarda yemekler yedik, keyifli sohbetler ettik. Doğa ve üretim tutkularını gözlemledim, hep bir ağızdan İtalyan müziğinin en popüler örneği, faşizme direnişin şarkısı, Bella Ciao’yu söylediğimiz dolu dolu dört gün geçirdim. İnsan düşünmeden edemiyor, küçük dokunuşlarla güzelleşen bu ortamı, Gülşen’le doğduğumuz topraklarda da bulabileceğimiz yerler var aslında. Ama düşünen ve kaygı duyan genç leri bu topraklardan alıkoyan da bir ger çek var. Ortada buz gibi hepimizin göz lemlediği gerçek, parlak öğrenciler, genç girişimciler, sanatçılar, yurtdışına gidiyor. Türkiye’nin belki de ge lecekteki en büyük sorunu olacak beyin göçü... Bi raz da Gülşen’in ha yali eko turizmden bahsedeyim. Bel ki bu yazıyı oku yan birine ilham verir. Eko turizm, genelde küçük grupların, bölge de yaşayan ailele rin işlettiği küçük İrem tesislerde ağırlan Çiçek ması... İlk kez 1992 Rio Çevre Zirvesi’nde ortaya çıkmış. Uluslara rası Eko Turizm Topluluğu (TIES) eko turizmi “çevreye du yarlı, yerel halkın refahını gözeten, do ğal alanlara karşı duyarlı seyahat” ola rak tanımlıyor. Ülkemizde eko turiz min yaygınlaşması doğayı ko ruduğumuz sürece kolay, evren bize cömert dav ranmış. Doğa ve hal ka karşı verilen rant savaşlarına ve bü tün zalimliğimize rağmen, doğal gü zelliğini koruyan yerlerimiz ve eko turizmi hayata ge çirmeye çalışan giri şimcilerimiz mevcut. Destek alırlarsa, Kara deniz, Ege, Batı Akdeniz Bölgesi, Doğu Anadolu Bölge si, Toroslar ve pek çok yere dünyanın her tarafından eko turizmi seven insan lar gelebilir. Ancak Kaz Dağları’nı hiç uğruna yok ettiğimiz bilinçsizliğimiz sürmezse tabii... Gülşen ve ailesi, eko turizmle, kü resel düzeyde komün halinde yaşama nın da mümkün olduğunu düşünüyor. İtalya’da tek bir eko köy ya da toplu Dahili telefon hayali bitirdi luğa girmeyi tercih etmemişler. Pek çok eko köy buluşmasına katılıp, çiftçi pazarlarına ve üretici ağına dahil olup, kendi eko köylerini kurmak üzere yola çıkmışlar. Türkiye’de Biga Dağları’nda, Fethiye’nin Yanıklar köyü sahilinde, Nevşehir Avanos’da, Bolu’da ve daha pek çok yerde eko köy oluşumları var. Ancak, bahsettiğim eko köyle aralarında bazı farklılıklar var. çocuklar için okul şart mı? Gülşen’in kurmayı planladığı eko köyde Homeschooling olarak adlandırılan evde eğitim benimseniyor. Bu konuya kimimiz önyargılıyız. Bunun bencillik olduğunu, okula gönderilmeyen çocukların yeterince sosyalleşmediklerini düşünen lerimiz oluyor. Ancak şu da bir gerçek ki eğitim, zenginlik, tutku ve başarı gibi konularda kültürel beklentilerden ne kadar vazgeçersek o kadar özgürleşiyoruz. Okul notu, sınırlaması ve sosyal tabakalara göre ayrıştırmayla sistem için tasarlanmış bir yapı söz konusu. Sistemin zaten dışına çıkmış insanlar, “Bizden sonraki çocuklarımızı neden sisteme teslim etmeliyiz” sorusunu gündeme getiriyor. Gülşen de böyle düşünüyor. Çocuğuna, yargılanma ve başa rısızlık korkusu olmadan, tutkunlarının peşinden gitmesi için alan açmak istiyor. Gördüğüm kadarıyla da başaracak. Zeno’nun tek derdi doğa. Ağaçlara sarılıyor, çiçeklerle oynuyor, zıplıyor, hopluyor, kısaca gülücüğü bol bir çocuk. Dilerim Gülşen ve ailesi hayalini kurduğu yaşamı bu yazıyı okuyanlara da gösterebilir. Hikâyesi olan insanları seviyorum. Dilerim barış içinde yaşadığımız ülkemizde güzel hikâyelerimiz bol olur. Başka bir dünya mümkün. İREM ÇİÇEK Farkındayım, Türkiye’nin gündemi başka, ancak dünyanın başka yerinde, Toskana’da, yoga kampında bir araya geldiğim Gülşen’le aynı şeyi hissediyoruz: “Bıktık ve yorulduk. Şiir yazmak ve şarkı söylemek yerine neden savaşıyoruz!” Bazen gündemden çok sıkılıyorum. İşim gereği takip etmek zorunda olmasam bir süre ne haber okurum ne dinlerim ne de izlerim. Yok yok, işimi seviyorum, ama ülke gündemi o kadar hızlı akıyor ki takip ederken insanın kafasından duman çıkıyor. Bazı günler öğle toplantısında plandığımız sayfalarla akşamüstü ortaya çıkan taşra baskısı arasında hiçbir benzerlik olmuyor. Birkaç saat içinde tüm gündem tepetaklak olabiliyor. Epeydir tatil de yapamadığımdan tatil hayalleri ile avunmaya çalışıyorum. Tatil dediysem öyle 5 yıldızlı otellerde konaklamak, diskolarda eller havaya yapmak falan değil kafamdaki. Bir arabaya binip dört ana yön arasında “Portakalı soydum” diye sayıp sonunda neresi çıkarsa oraya doğru gitmek istiyorum. Ama eminim ki hile yapıp Çanakkale tarafını çıkarırım ben. Ve yine eminim ki rotayı Assos’a çeviririm. 1996’da üniversite gezisiyle ilk kez gitmiştim Assos’a. İşte Assos aşkı da o zaman başladı. Laf aramızda sanırım en sadık kaldığım aşk da bu oldu. Neyse buralara çok girmeyelim. 1996’dan beri aynı mekân Reklam gibi olmasın ama 1996’dan beri de gittiğim de kaldığım bir pansiyon vardır Behramkale’nin giri şinde. Sidar Pansiyon. Celal Abi ve ailesi işletir pan siyonu. Celal Abi, geleni müşteri gi bi görmekten zi yade misafir ola rak gören, dozunda muhabbetiyle insa na güven, keyif ve ren bir abidir. Si dar Pansiyon da lüks aramayan, te miz bir yatak ve ke yifli bir bahçede kahvaltı, akşam is Athena Tapınağı teğe bağlı kendi mangalını yakarak mutlu olanlar için uygun fiyatlarıyla benim vazgeçilmezimdir. Akşamla rı Assos’un Antik Limanı’ndaki restoranlardan birin de enfes mezeler eşliğinde Midilli’ye karşı kadeh kal dırıp Sappho’ya selam çakmak, bildiğim kadarıyla bir birlerini pek sevmeseler de çağdaşı Aristo’nun selamı nı söylemek de bu cennet gibi yerde yapılacaklar ara sında. Sonra da mendireğe çıkıp Ege’nin iyotunu iyi ce ciğerlerime doldurmak isterdim. Sabah erkenden öten horozlar, kuş cıvıltıları, otlamaya giden koyunla rın çanlarıyla belki de Türkiye’nin en temiz havasına uyanmak, Behramkale köyünün eşsiz manzaralı kahve sinde Sokakağzı’na, Babakale’ye doğru koylara baka rak kahve içmek... Ve tabii ki bu arada telefondan, te levizyondan falan uzak durmak. Yüz kere çıkmış ol sam da köyün yukarısındaki Athena Tapınağı’na yi ne çıkıp sütunlar aracılığıyla günümüzden neredey se 2 bin 500, 3 bin yıl öncesine dokunmak. Yürüye rek limana inerken antik tiyatroda bir sıraya oturup Aristo’yu sahnede hayal etmek. Bak, tam “hayal et mek” derken haber merkezinden aradılar, bütün bü yü bozuldu. Neyse ben bir fırsat yaratayım da en kı sa zamanda kendimi Assos’a atayım. Zaten “Aksak Dünya”ya ayrılan yer de bitti. Ölçü yitince geride başıboş alkışlar kalır! 1 H er cuma Mudanya’ya gidiyorum. Birkaç yıl önce söyleşi, gösteri için gördüğüm Mudanya’yı sevdim. Başkan Hayri Türkyılmaz dost canlısı biri. Sanatçıların, yazarların topluma faydalı olmak için çalışma yapmasını önemsiyorum. Elbette emeklerinin karşılığını telif olarak almalılar; ancak düşünür, sanatçı eğer bir belediye başkanının, siyasinin kuyruğuna takılırsa ikbal için, bunu acıklı bulurum. Bunlardan uzak “Okuryazarlık Atölyesi” yapma kararı aldık. Altı ay sürecek, onlarca insanla edebiyatı, sanatı, düşünceyi paylaşacağız. Sahilde otelim, pencereden deniz doluyor odama. Akşamları çalışma ardından küçük balıkçı meyhanelerine atıyoruz kendimizi. Dost söyleşileri sürüyor. Farklı mesleklerden, yaş gruplarından insanlar, samimi okur olmak için çabalıyor. Mümkünse de yazarlığa adım atmak istiyorlar. İlk günün güzel sözü, kendini bence haksızca yaşlı sayan Şerife Hanım’dan geldi: “Dünyadan ben de geçtim demek, iz bırakmak için yazmak istiyorum.” 2 Yazmak herkesin hakkı! Bizim coğrafyamızda yazık ki yazıya değil de, söze değer verilir. Söz deyince de, sanki özgün, yaratıcı fikirler çoktur da, insanlar derinlikli söyleşir zannedersin! Bu hale üzülürüm. Ev toplantılarında, kahvelerde incir çekirdeğini doldurmayan konularla saatleri yer insanlar. Oysa yaşam biricik şanstır her birimiz için, tekrarlanamaz. Bunun farkına varan kişi toplum dışı sayılır, hele şiirden söz açmak falan, gülünesi gelir kalabalığa. Mudanya’da atölyeye katılan dostların üstüne titriyorum. Bu bayağılık içinden sıyrılıp her cuma edebiyat için geliyorlar. Kişi yazdıklarının iyi mi kötü mü, sanatsal değeri var mı, kendi başına ölçemez. Daha doğrusu yakın çevre baş belasıdır. Ya baştan savmak için, ya estetik ölçü olmadığından Mudanya’daki atölyeden bir kare. akrabalar berbat yorumlar yapar; bu kimseler, dostlar yaratıcılık için engeldir. Bizde herkes çocuğunu yetenekli sayar, bir de buna sosyal medya çağı eklenince “bayağılığın saltanatı” altında eziliyoruz. Mudanya’da anlamlı cümle arayanlarla bir arada olmak güzel! Az olmanın kıymetini bilmek gerekir. 3 Sıkça kitap fuarları yapılır oldu. Her belediye heves ediyor, bir yanı iyi elbette. Yalnız sapla saman iyice karışmış halde, orası vahim. Basım olanaklarının kolaylaşması çer çöpün kitap diye önümüze konmasına neden oldu. Can sıkıcı. AKP belediyeleri muhalif gördüklerini şehirlerine sokmuyor. Bence her gerici belediyeden gelen davetten kuşku duymalı hakiki yazarlar/sanatçılar. Gerçi şimdi yeni moda: “Benim her çevreden okurum var” demek. Tam liberal rezillik! Bu şu anlama da gelir: “Aslında ben iktidarı rahatsız edecek tek satır yazmıyorum”. Fuarlarda okurlarla karşılaşıyoruz. Kimi ekrandan tanıdığı için ömrümü edebiyata verdiğimi öğrenince şaşıyor. Yüreğimde yaradır bu. Bazısı, öteden beri verimlerimi takip etmiş oluyor. Bu da ayrı sevindirici elbette! Eğer kişi bir kez zamanın terazisinde tartılmaya alışmışsa uçucu başarılara kapılmaz. Kitabın ömrü uzundur, dikkat etmek gerekir. 4 Edebiyatımızda ölçüt sorunu her gün derinleşiyor. Uzun süre liberallerin elinde, abuk sabuk metinler pazarlandı topluma. Elbette yaratıcılığa set çekilsin istemem, ancak ölçü kaybolunca, ki eleştirmenlerin ölümüyle oldu bu, yerli yerinde düşünsel, estetik tartışma yapılamaz hale geldi. Özellikle muhafazakâr çevrelerin “bu işte bizde varız” zorlaması gülünç oluyor. “Sarayımız var, yazarımız yok” diye hayıflandıklarını görüyorum. Gördük ya, abartarak bitiremedikleri “sınır ötesi harekât” sonrası mecburen “Gündoğdu Marşı”nı okumak zorunda kaldılar. Özgün, yaratıcı olan yerde muhafazakârlardan birini bulmak güçtür. Geçen gün Nuri Pakdil diye İslamcı bir yazar öldü. Hadi siyasetçiler iktidar belasına ileti yayımladılar da, değerli şair Haydar Ergülen’e ne demeli? 5 Belediyeler önemli, hele ki İstanbul çok önemli. Bu şehrin deprem kadar öncelikli sorunu elbette kültür sanat yaşamının çölleşmiş olmasıdır. AKP ağır darbeler vurdu şehre. Özellikle AKM ardından büyük boşluk doğdu. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi cinayetini asla unutmuyorum. Payı olanların hanesinde duracak. Şimdi şehir yeniden kendini bulmaya çabalıyor. Popü lizm kimseye yarar sağlamaz. Bir zaman yazdım “Halk dalkavukluğu büyük sorundur” diye. Siyaseten yanlış yerde duran birini, yöneticiler bizim adımıza affedemez. “Yetmez ama evet” demiş bir müzisyen, oyuncu her kimse, bu büyük sanat kurumlarını yönetemez, buna hakkı yoktur. Ha keza belediye başkanları “Bu çocuk iyi biri” diye, keyfi olarak da atama yapamaz. Ölçü önemlidir. Bakıyorum da AKP’ye siyasi koltuk değneği olmuş, sanat tüccarlığı yapmış kimseler yine başköşede. Oysa bedel ödeyen sanatçıların zamanı olmalıydı. Bizim gibi ülkelerde “boyun eğmeyen” yazarlara, sanatçılara gereksinim var. 6 Umudunu yitirdiğin an, kitap fuarları imdada yetişir. Huzurevi’nden kalkıp gelip sevgisini veren biri yaşam sevincidir. Ya da sokulmadığımız illerden birinden, minibüs tutup gelen dostlar direnme gücüdür. Ayağı kırık olduğu halde sıraya girip boynuna sarılınca gözyaşları döken dostlardan öte ödül yoktur. Elbette bir yandan siyasal kavgaya verilen destektir bu, öte taraftan aydınlanma mücadelesine duyulan saygının göstergesidir. İnatla roman yazma isteği bu güzelliğin tadına vardıktan sonra, yalnız gecelere hazır olmaktır. Ölçüyü yitiren yazar, kısa sürede kendi mezarını kazmaya başlar. 7 H erkes tarafından sevilen kişi kimsesizdir. Ortada ölçü kalmamıştır. Yazar bu gürültüye pabuç bırakmamalıdır. Bu hafta cuma yine Mudanya’ya gideceğim. Dilim döndüğünce kurmaca metinlerden söz açacağım. Bazen roman yazar insan, kimi zaman roman kahramanlarıyla karşılaşır. İnsan mucizedir, tam direncin kırılırken gülümsetir. İnatla roman yazma isteği bu güzelliğin tadına vardıktan sonra, yalnız gecelere hazır olmaktır. Ölçüyü yitiren yazar, kısa sürede kendi mezarını kazmaya başlar.