Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 3 KASIM 2019 30’u aşkın sporcu olimpiyat vizesi aldı, hedef 70 sporcuyla madalya almak Tokyo 2020 Eda Tuğsuz Cenk İldem: Olimpiyat altını uzak değil G üreşte kazandığı dünya üçüncülüğü ile 97 kilo grekoromen stilde olimpiyat vizesi alan Cenk İldem, Tokyo’da Şampiyonalarda bana ters gelen Ermeni rakibim Aleksyan’ı son dünya şampiyonasında aslında yendim, ama hakemler artık zirve yapacağını söyledi. puanımı rakibe yazınca yenik Cumhuriyet’in sorularını yanıtlayan İBB Spor Kulübü Cenk İldem sayıldım. Hakemlerin de emekli edildiği bu müsabaka güreşçisi İldem, “Avrupa, dünya şampiyonası ve olimpiyatlarda madalyalarım gösterdi ki, kilomdaki tek rakibimi de yenebiliyorum. Şimdi Tokyo’da hedefim, var. Ancak altın madalyam yok. Bu olimpiyat yenilgisiz olarak final yapıp altın madalya almak. Bu benim yaş olarak da son büyük organizasyonum. kez olimpiyat altını hiç uzak değil” dedi. yolcusu kalmasın ARİF KIZILYALIN Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu, en başarılı ve kalabalık olimpiyat kadrosunu hedeflediklerini, yaz ayında Türkiye’nin gururlanacağını söylüyor. Spor dünyası artık 2020 Tokyo Yaz Olimpiyat Oyunları için geri sayıyor. 28’i aşkın branşta 10 bin 500’e yakın sporcu, 900 madalya için kapışacak. Olimpiyat dünyası şimdiden ABD’yi, ‘Tokyo’nun altın avcısı’ ilan etmiş durumda. Çin’in de Amerika ile boy ölçüşmesi bekleniyor. Ev sahibi Japonya, doping gölgesinde kalmazsa, Rusya ve İngiltere ise kürsü için iddialı ülkeler. Elbette mayısta netleşecek katılım listesine girecek sporcular da bu sıralamayı etkileyecek. Peki, Türkiye, ne yapacak? Açıkçası, 1948 Londra’daki 6’sı altın 12 madalya rekorunu kırmak güç. Yine güreşte fırtınalar estirip 7 altın birden alan 1960 kadrosunun başarısı da uzak gibi duruyor. Çünkü, 1948’de, 2. dünya savaşından çıkan ülkelerin çoğu Londra’ya eksik kadrolarla gelmiş, o dönemi görece hasarsız atlatan İsmet İnönü Türkiyesi, olimpiyatta tarih yazmıştı. 1960’taki İsmet Atlı’lı, Müzahir Sille’li, Hamit Kaplan’lı, Mithat Bayraklı, Tevfik Kış’lı güreş takımının 7’si altın, 9 madalya tüm dünyada ses getirmişti. 1988 Sydney Olimpiyat Oyunları’nın baz alındığı ‘yeni nesil’ oyunlarda ise Türkiye, en büyük başarıyı 3’ü altın olmak üzere 11 madalya ile 2004 Atina Olimpiyat Oyunlarında yakaladı. Ki, bu olimpiyattan sonraki 3 oyunda da Türkiye, hep ‘cepten’ yedi. Şimdi hedef, doping gölgesinin düştüğü 2012 Londra ile madalyaların ucu ucuna kaybedildiği 2016 Rio’yu geçebilmek. Daha önemlisi ise önceki olimpiyatlarda kürsüye çıkılamayan cimnastik, okçuluk ve son dakikada olimpik branş kabul edilen karatede madalya alabilmek. KOTA YOLU AÇIK Elbette bu o kadar kolay değil. Şu an 30’un üstün sporcumuz olimpiyat vizesi alırken, kadın voleybol milli takımı ile erkek basketbol milli takımlarının Tokyo’da mücadele etme hakkını yakalaması, Türk kafilesindeki sporcu sayısını 100’ün üzerine taşıyacak. Eğer iki branştan birine vize alınabilirse, 6070 civarı bir kafile ile madalya arayacağız. Spor dünyası, güreşte Yasemin Adar, Rıza Kayaalp, Cenk İldem ve Taha Akyol ile tekvandocu Nur Tatar, cimnastikçi İbrahim Çolak, atlet Ramil Guliyev, barajı geçmesi halinde de halterci Daniyar İsmayilov’un Türkiye’ye madalya getirme şansının olduğuna dikkat çekiyor. Olimpiyatın nabzını iyi ölçebilen Gracenote’nun verilerine gö re Türkiye, bu kez kadınlarla da altını kazanacak. Şu an olimpiyat vizesi aldığımız branşların ilk iki sırasında atletizm ve güreş var. Pistlerde Kaan Özbilen, Polat Kemboi Arıkan, Mert Girmalegesse, Ramil Guliyev, Yasemin Can, Eda Tuğsuz, Meryem Bekmez, Özkan Baltacı, Necati Er, Salih Korkmaz, Yasmani Copello boy gösterecek. Cimnastikte dünya şampiyonu İbrahim Çolak, dünya ikincisi Ahmet Önder de listede. Güreşte şu an Cenk İldem, Rıza Kayaalp, Süleyman Atlı, Taha Akgül’ün olimpiyat katılım belgeleri geldi. Yelkende Alican Kaynar, Ecem Güzel, Deniz Çınar ve Dilara Uralp, yüzmede ise Berkay Öğretir, Beril Böcekler, Viktoria Zeynep Güneş ile Emre Sakçı yarışacak. TOHM’un tohumları! Türkiye’nin bu denli iddialı gitmesinin yegane nedeni kuşkusuz ki ülke genelinde sayıları 21’i bulan Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezleri (TOHM). Olimpik sporcular burada, 24 saat yaşıyor, sürekli kamp yapıyor. Ankara ve İzmir’deki merkezler dünya standartlarında. Sporcular, özellikle müsabaka dönemlerinde, günün en az 56 saatini pratik ve teorik çalışmalara ayırabiliyor. Buralarda diyet, fizyoterapi, psikoloji ve tıp uzmanları var. Gençlik Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, merkezleri Türk sporuna ‘tohum atan’ projeler olarak nitelendiriyor. Bir iktidar stratejisi: Maçoluk Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonraki yılları kolay geçirmediği bilinen Rusya’nın son yıllardaki atılımları, ilk dönemlerinde özellikle, “sıfırdan başlamak” olarak nitelendiriliyor ki, gerçeklik payı var. Kim ne derse desin, Sovyetler’in yıkılmasıyla değerlerini kaybetmiş bir toplumdu Rusya. Bugün, o eski değerlerin değil, yeni/farklı değerlerin üzerinde yükselişini sürdürüyor. İç politikasındaki dalgalanmaları anımsayalım: 90’lara damga vuran kriz, oligarklar ile devlet arasında süren savaştı. Yine doksanların ikinci yarısındaki Çeçen savaşı da hallice bir iç krizdi. Bunlar, büyük sarsıntı yaşatsa da Rus toplumunun dönüşümünde etkili olmuş büyük olaylardı. Vladimir Putin’i işte bu atmosfer içinde değerlendirmek gerek. İktidarının ilk döneminde bambaşka bir görünüm vardı öncelikle. Sovyetler sonrası Rus devletinin yavaş yavaş oluşan ideolojisini iktidarının ilk döneminde topluma dayatmayan, kimsenin özel yaşamına müdahil olmayan, yeni yeni palazlanan Rus sermeyesiyle iyi geçinen bir “liberal”di örneğin. Tüm çabasını ülkesinin ekonomik büyümesine, kalkınmasına adayan bir Putin’di bu. Bu konuda öylesine başarılı oldu ki toplumda kendisine yönelik inanılmaz bir güven duygusu oluştu. güç zehirlenmesi Bu duygu sayesindedir ki, başka bir politikacıyı yerinden edecek sonraki büyük krizlerden yara almadan çıkabildi. Örneğin 2000’de gerçekleşen Kursk denizaltısı faciası, Nord Ost rehineleri meselesi, çok sayıda can kaybının yaşandığı Beslan katliamı Putin’in iktidarını ekilemedi bile. Oysa bu konularda gerçekten son derece başarısız bir “yönetim” sergilemişti. Putin bu krizlerden sağ çıkma becerisi sonrası adeta “güç zehirlenmesi” yaşadı. Medya üzerindeki devlet baskısı, Çeçen savaşı karşıtı, insan hakları savunucusu gazeteci Anna Politkovskaya’nın öldürülmesi Putin’in doğrudan sorumlu olduğu vakıalar elbette. Toplumun büyük bir kesiminde yavaş yavaş bu olayların da etkisiyle muhalif damar kabarmaya başladığında saldırgan bir dış politikaya yönelerek durumunu sağlama almayı da beceren bir Putin vardı karşımızda. Yeni bir resmi ideoloji Ama toplumların da kendi gündemi var elbette. Gittikçe büyüyen orta sınıfın sıkıntıları daha çok dile getirilir oldu zamanla. 20112012 protestoları bu nedenle hayli önemlidir. 2012’den sonra Rus toplumuna Putin eliyle aşılanan yeni bir yarı resmi ideoloji gelişti. Güçlü bir hükümet, gelenek ile din, nihayet yurtseverlikten oluşan bir ideolojiydi bu. Bunun üzerine ülkenin tüm zenginliklerine göz koyan bir de dış düşman algısı yaratılınca, resim tamamlanmış oldu. Putin işte bu ideolojinin yaratıcı/uygulayıcı figürüdür. Bunu yaparken, büyük Sovyetler Birliği’nin nazizmi yenmesi gibi muhteşem bir başarıyı da ideolojisinin unsurlarının arasına katmaktan çekinmedi. Aile değerlerine yapılan vurgu, eşcinsel düşmanlığı, Ukrayna’da ortaya çıkan “faşizmle” savaş propagandası Putin’in “başarıları” arasında sayılır. Gücünü bunlardan alan bir lider o. Sovyetler’in, ABD ile benzerlerinin emperyal tutumu karşısında, emperyal saldırıların hedefi olan topluluklara verdiği destekle büyük bir “manevi güç” olmasının verdiği övünme duygusunu, Rus insanı bugün Putin’in dışarıya karşı sert tutumunda yeniden yaşıyor. Ama içeride de adaletsizlik, yozlaşma, yöneticilerin yerlerinde uzun süre kalma gibi olumsuzlukların giderilmesi için Kremlin kılını bile kıpırdatmıyor. Bunun bir nedeni de işte bu Putin politikalarının aşıladığı bu güven duygusu. Putin’e karşı bir itiraz güven duygusunun kaybolacağı korkusunu hissettiriyor Rusya vatandaşına. ‘RUSYA’nın sembolü’ Putin’in Rusya’da her ne yapıyorsa bu yapıp etmelerine uygun bir de “karakteristik” özellikleri var. Örneğin erkeklik performansı sergilemeye bayılıyor bilindiği gibi. Ciddi bir “erkeklik histerisi”ne sahip. Özellikle 2007, 2009 ve 2010 yıllarında yayımlanan tatil fotoğrafları Rusya’daki erkeklik biçimleriyle ilgili egemen söylemlerin yeniden üretilmesine yol açacak türdendi. 2012’de başlayan üçüncü başkanlık döneminde, Putin bedenini sergileyerek “kendine güvenen bir Rusya’yı sembolize eden karizmatik bir lider olarak” değerlendirildi. Sibirya’da nehir kıyısındaki belden yukarısı çıplak fotoğrafı halk arasında efsanevi bir konuma getirdi Putin’i. Bu fotoğraflar hipermasculin bir araç elbette. Kullandığı sözcüklerde, jestlerinde muhataplarına karşı son derece aktif ve mutlak hâkimiyeti bu “erkeklik” vurgusunun yan araçları. “Uluslararası” bir örnek vermek gerkirse şu mutlaka anımsanmalı: 2007’de Almanya Başbakanı Angela Merkel enerji alışverişini konuşmak amacıyla Moskova’yı ziyaret eder. Soçi’deki Başkanlık Misafirhanesi’nde Merkel ile Putin’in yanında üçüncü bir konuk daha vardır: Putin’in Labrador cinsi dev köpeği. Putin’in Merkel’in köpek korkusunun ne kadar büyük olduğundan haberdardır oysa. Özellikle köpek orada bir süre tutulmuş, görüşmelere geçilmeden önce dışarı çıkarılmıştır. Dış politikada muhataplarına gösterdiği gücün aracı bazen pazuları bazen de köpek olabilmektedir yani. Rusya’nın Putin’i budur. Aşırı erkeklik vurgusu, milliyetçilik, güç: Putin’in ‘siyaset araçları’