23 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 8 gürer mut 5Ağustos 2018, PAZAR Hayat Boğazın incisinin kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesi sonrasında mahallelilerle konuştuk: Kuzguncuk’un dönüşüm kâbusu İstanbul sonu gelmez bir hızla değişiyor. Değişen kentin içinde, bellek mekânları, kentin özgün formları ve insanın estetik algıları da bu değişimden etkileniyor. Özellikle yeni cazibe alanlarının ortaya çıkması ve artan rantın getirisi olarak yaşanan sınıfsal dönüşüm, kentin dokusunda önemli değişikliklere neden oluyor. Peter Williams ve Neil Smith’in “kentin mutenalaştırılması” olarak tanımladıkları, yani “orta sınıf ailelerin kentsel alanlara taşınması sonucunda konut değerlerinin yükselmesi ve daha düşük gelirli ailelerin bu alanlardan sürülmesi” denilen süreç, tek başına konut alanlarının rehabilitasyonundan daha kapsamlı bir anlam taşıyor (“Kentin Mutenalaştırılması”,Yordam Kitap, 2015). Bir bölgenin soylulaştırılması olarak özetlenebilecek bu durum, aslen kent yoksullarının yaşadığı metruk konut alanlarının dönüşüme sokulup cazibe mekânı haline getirilmesi ve de ortaüst sınıf mahallelerine dönüştürülmesi anlamına geliyor. Bunun en son ve en çarpıcı örneği Anadolu yakasının sahil semti Kuzguncuk’un üstünde bulunan gecekondu bölgesinin kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesi. Köklü bir tarihe sahip olan Kuzguncuk semtinin kentsel dönüşüm alanı ilan edildiği ve 89 bin metrekarelik Boğaziçi etkilenme alanında kalan parsellerdeki kentsel dönüşüm projesi ve uygulama çalışmalarının, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütüleceği açıklandı. Bunun üzerine soluğu Kuzguncuk’ta alarak semtteki kültürel, ekonomik, sosyal dönüşümü mahalle sakinleri mimar Cengiz Bektaş, sanatçı Ursula Katipoğlu ve Gezi Direnişi sürecinde kurulan Karşı Lig takımlarından Kuzguncuk Bostan Celtic takımının üyesi Alper Alemdar ile konuştuk. ‘Karar, semti ele geçirmenin ilk adımı’ Haber ilk duyulduğunda çoğu kişi tarihi ve estetik yanı ağır basan bir semtin dönüşüme sokulacağından korktu. Haber kuruluşlarının öncelikli gündemi ise olası bir dönüşümün semti nasıl etkileyeceğiydi. Mahalle sakinleriyle yaptığımız Cengiz Bektaş görüşmelerde ise temel vurgu, semtin yaklaşık 10 yıldır süreklileşmiş bir şekilde dönüştüğüydü. Son yaşanan gelişmeleri değerlendiren mimar Cengiz Bektaş, Kuzguncuk gibi İstanbul’un eski dokusunu taşıyan bir semtin mutlak surette korunması gerektiğinin altını çizdi. Bektaş, “Kuzguncuk gibi cennetten bir köşenin tepesi Fotoğraf: Kurtuluş Arı Semt sakinleri Belediye’nin uzun zamandır sürdürdüğü yol inşaatlarından ve artan kafe sayısından rahatsız. ne yüksek bloklar koyacak olursanız bir kere sosyal doku uyuşmayacaktır. Yani oraya gelen insanlarla, buradaki halk ardında gerçekten bir kopukluk yaşanır. Kent çizgiler çekilerek parçalanıp ayrılamaz” diyerek uyarıda bulundu. Kuzguncuk’un özgün yapısına işaret eden ünlü mimar, kentsel dönüşüm gündeminin birden bire çıkartıldığına dikkat çekti: “Ben bu kararı, Kuzguncuk’u ele geçirmenin ilk adımı olarak görüyorum. Ayrıca bir mekân ‘kentli’ye sorulmadan, ki o kent parçasının içinde birtakım uzmanlar da oturuyorsa, bu insanlara danışmadan adım atılamaz.” Ayrıca bölgede bulunan bostan arazisine yapılan müdahaleleri hatırlatan Bektaş, 30 yıl önce de bostanı ele geçirmek için yetkililerin harekete geçtiğini hatırlattı: “O dönem yetkililerle konuşup engellemiştik. 10 yıl sonra bir daha ele geçirmek için hamle yaptılar, onu da önledik. Her 10 yılda bir bunu yapıyorlar.” Artan rantın Kuzguncuk’u nasıl etkileyeceğini ve ardından nasıl bir kentsel dokunun ortaya çıkacağını sorduğumuzda ise, kendilerinin bir sosyal bir dönüşüm yaşanmamasını ve insanların birbirleriyle bağlılık içinde yaşamasını arzuladıklarını belirterek şunu ekledi: “Son birkaç yıldır yarı aydın birtakım insanlar Kuzguncuk’ta 50’nin üzerinde kafe açtı. Doğalında bu bir değişimi getiriyor.” ‘Mahalle kültürü üzerinden silindir gibi geçildi’ Sanatçı Ursula Katipoğlu ise iktidarın özellikle Kuzguncuk’u istediğine değinerek, “Burayı dışardan gelenler için daha cazip kılmayı amaçlıyorlar. Kafelerin hepsinin hızla artması burayı bir şekilde cazibe merkezi haline getirdi” diyor. 10 yıl önce mahallenin Ursula Katipoğlu salaş halinin kendine has bir tınısı olduğunu anımsatan Katipoğlu: “Burası entelektüellerin toplanma alanı haline gelmesinin ardından bir cazibe alanı oluştu. Tabii gün geçtikçe çehresi değişen bu alan diğer insanları da çekmeye başlayınca, fiyatlar yükseldi. Birçok sanatçı dostumuz ve mahallenin eski sakinleri artan kiraları karşılayamayıp mahalleden taşınmak zorunda kaldı.” Semtin dokusunun artan rant ile değiştiğine değinen sanatçı, bir dönem Kuzguncuk halkının oluşturduğu güçlü dayanışma zincirinin de hızla eridiğine işaret ediyor ve semtin içinde bulundukları dokuya yabancılaştıklarını, “Artık mahalleliler birbirlerini eskisi gibi göremiyor. Eskiden semtte biriki kahve vardı, herkes oraya gider oturur ve meseleleri orada tartışırdı. Artık herkes dağıldı. Mahalle kültürünün üzerinden silindir gibi geçildi. Bir yere ne kadar para/rant giriyorsa, bu işler bir o kadar zorlaşıyor” sözleriyle anlatıyor. ‘Gecekondular güzellik katan simgelerdi’ “Üç yıldır yolların kazı lıyor oluşu, bu çalışmaların doğaya, mahallelilere, ve esnafa verdiği zarar orta da. Beş yılda açılan kafe sa yısındaki artışa bakarsanız Kuzguncuk’ta mimari deği şimin haricinde, sosyal bir dönüşümün de olduğunu, soylulaştırma denilen kav Alper Alemdar ramın burada hayata geçti ğini gürüyoruz.” Böyle diyor Alper Alemdar. Ye şil alanların tehlikede olduğunu, sıkışan sermaye nin yeni rant alanları yaratmak istediğini belirterek, kentsel dönüşüm alanı olarak gösterilen gecekon du bölgesinin bu yerelliğe güzellik katan simgeler den olduğunu da sözlerine ekliyor. Bunca zaman dır Kuzguncuk’taki dönüşüme ve iktidarın bu alana verdiği öneme yakından tanıklık eden biri olarak, iktidarın seküler hayatla kurmak istediği kontrol lü bağı ve entegrasyonu sorduğumuzdaysa şu yanıtı alıyoruz:“Kuzguncuk’a çok ciddi yatırım yapıyor lar. Burayı ellerine geçirmek istediklerini biliyoruz. Çünkü burası Üsküdar’ın içinde bulunan, Kadıköy, Beşiktaş, Ortaköy’dekine benzer bir canlılık alanı. Bu açıdan seküler hayatla bağlarını bir şekilde ko rumak istedikleri, hafta sonları buraya akın ederek nefes alabildikleri bir alan.” Kuzguncuk’un önemli bir özelliği de, kökleşmiş bir mahalle kültürünün bulunmasıydı. 1990’lı yıl larda çevrilen ‘Perihan Abla’ ve 2000’lerin başında yayımlanan ‘Ekmek Teknesi’ dizilerinin arka pla nı bu zengin dokuyu izleyiciye sunmuştu. Yaşanan toplumsal ve kültürel dönüşümün ardından mahal le kültürünün ne şekilde etkilendiğini merak ediyo ruz. Alemdar ise esprili bir dille, “O satıldı!” diyor ve ekliyor: “Buraya entelektüellerin alanı denil di ve bir anda cazibe merkezi haline geldi. Ama as lında buraya gelen kişiler entelektüel aristokratlar dı. Buraya büyük sermaye sahipleri gelip binlerce, milyonlarca dolarlık evler alıyorlar. Kiralar artmış durumda. Buradaki yaşam, artık yerli halkın karşı layamayacağı boyutlara geldi.” Bülent VARDAR Bugün Marilyn Monroe’nun ölüm yıldönümü Efsane olalı 56 yıl geçti Yakın çekim Marilyn Monroe, 36 yaşında öldüğünde kült bir figüre, bir efsaneye dönüşeceğini tahmin edemezdi. (Gösteri dünyasında bu bağlamdaki tek örnek şüphesiz Marilyn değil.) Bununla birlikte ölümünden önce şöhretin zehirli basamaklarını en üst katına kadar çıkmıştı. Burjuva toplumun ikiyüzlü kuralları arasına sıkıştırılmaya çalışılan, buna karşın “seks bombası, aptal sarışın” tiplemesinin içine sıkıştırılmayı reddeden, kendine güvensiz, sığınacak bir liman arayan, sevgiye aç, kırılgan bir genç kadındı aslında o... Gerçek adı Norma Jeane Mortenson olan Marilyn Monroe, 1 Haziran 1926’da Los Angeles’ta doğdu. Annesi sinema sektöründe kurgucuydu. Babası uçarı, sorumsuz biriydi ve o küçük yaştayken bir kazada öldü. Annesinin akıl sağlığı sorunları yüzünden Marilyn, çocukluğunu koruyucu aile evlerinde ve yetimhanede geçirdi. Kötü çocukluk dönemi taciz, tecavüz gibi sorunlar yaşamasına da neden oldu. On altı yaşında ilk evliliğini, biraz da seçeneksizlikten, komşusunun arkadaşı James Dougherty ile yaptı. 1944’te savaş için Marilyn’in hayalinde Dostoyevski uyarlamalarında oynamak yatıyordu. Marilyn yine de kendisine biçilen Kitap okuyup UCLA’da edebiyat kurslarına katılsa da ondaki yetenek ve azmi görmek istemeyen sistem, onu istemediği kalıplara uymaya zorladı. rollerin dışına çıkma arzusundaydı. Araştıran, kendini geliştirmeye çalışan bir çaba içindey di. Bu süreç onun Amerika’nın üretim yapan bir fabrikada çalışırken, First Motion Picture Unit’te çalışan bir fotoğrafçı aracılığıy la pinup modellik (kitlesel ürün tanıtımı) yapmaya başladı. Bu süreçte Twentieth CenturyFox ve Columbia Pictures gibi önemli film yapım şirketleriyle kısa süreli sözleşmeler yaptı. Yeni adı Marilyn Monroe ile art arda iki filmde küçük, ama anlamlı roller aldı: John Huston’un “Elmas Hırsızları” (The Asphalt Jungle,1950) ve Joseph Mankiewichz’in “Perde Açılıyor” (All About Eve,1950). ‘Aptal sarışın’ imajı üzerine yapıştı 1953 yılında Monroe, üç filmde başrol oynadı: Cinsel çekiciliğinin vurgulandığı ilk başrolü olan “Niagara” ile, “ap önemli entelektüellerinden ya tal sarışın” imajını oluşturan ko zar Arthur Miller ile yolu medi filmleri “Erkekler Sarışın nu kesiştirdi. Miller ile beş yıl ları Sever” (Gentlemen Prefer evli kalan Monroe, karşılaştı Blondes, 1953) ve “Milyoner Av ğı zor durumlarda içine kapa cıları” (How to Marry a Milliona nıyordu. Miller’dan boşandıktan re, 1953). Artık o, popüler Hollywo sonra ilaçlardan daha fazla medet od yıldızlarından birisiydi. Yıldız ol umar oldu. madan önce çektirdiği çıplak fotoğraflar bile kariyerine zarar vermedi. Film stüdyoları Marilyn’in seyirci nezdindeki imajının, kariyerinin Marilyn, 5 yıl evli kaldığı Amerikalı yazar Arthur Miller’ın kitabını okurken. Marilyn’in sinemada aradığını tam olarak bulduğu da söylenemez. Hayalinde Dostoyevski uyarlamalarında etkili ve içerikli karakterle oluşmasında önemli bir rol oynamasına karşın, onu ri oynamak yatıyordu. Öte yandan hep aynı tür rollerde oynatarak ve düşük maaş vererek onda hayal kırıklığı yarattı. 1954 yılı başında bir film projesini reddettiği için kısa süreliğine filmlerde rol alamadı. Fakat bu dönemin sonrasında kariyerindeki en büyük gişe başarısı olan “Yaz Bekârı” (The Seven Year Itch, 1955) onun için önemli bir çıkış oldu. Aynı yıl ünlü beysbol oyuncusu Joe DiMaggio ile evlendi. Oyunculuk yıllarının ilk döneminde çok başarılı olduğu söylenemezdi. Dorsay’ın da kaydettiği üzere, yönetmen Otto Preminger onun için şöyle diyordu: “Kullanabilecek bir tek sahne elde etmek için her sahneyi 14 kez çekmek zorundaydınız.” kaydetmek gerekir ki “aptal sarışın”ı oynamak için bile, “aptal sarışın” olmak değil, yetenekli olmak lazımdı. Monroe kitap okuyup, Beethoven dinlese de, Actors Studio’da oyunculuk dersleri alıp, UCLA’da edebiyat kurslarına katılsa da ondaki yeteneği ve azmi görmek istemeyen sistem (eleştirmenler bile), onu istemediği kalıplara uymaya zorladı. Şöhretin yalancı dünyasını erken fark etmiş ve kendisini yalnız bir yaşamın labirentlerine çekmişti. Geriye, ABD Başkanı John F. Kennedy’nin metresi olarak anılan, insanın içini acıtan hüzünlü gülüşüyle alımlı bir kadının fotoğraf kareleri kaldı. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle