16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 5Ağustos 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk Körebeye körleşme Pedagojiden anlayan herkes bilir. İyi bir insan yetiştirmenin yolu oyuncak diline dikkat etmekten geçer. Çocuğunun duyarlı, barışçıl, adil bir insan olmasını hedefleyen ebeveyn ona asla mükemmel güzellikte oyuncak bebekler almaz. Çocuğunun odasını hazır satılan ve birbirine benzeyen standart süslerle donatmaz. Eline envai çeşit oyuncak silahlar, askerler, tanklar tutuşturmaz. Daha konuşmayı öğrenmeden aklına pahalı araba maketlerine tutkun olmayı sokmaz. Avucuna sıkıştırdığı küçücük ekranların içinden tavşan deliğinden geçer gibi sanal âleme geçmesinin ve o âlemde kaybolup onu yormadan sessiz sakin vakit geçirmesinin konforuna kapılıp onun hayatını daha en baştan mahvetmez. Çünkü insan neden zevk alacağını ve neyin yoksunluğundan mutsuz olacağını ilk yaşlarında öğrenir. Çocuğun eline tutuşturulan her oyuncak ona hayatı öğretir. Çocuk neden zevk alacağını, erişemediği hangi yoksunluklardan yararlanacağını oyuncaklarla kodlar. O yüzden dükkânlarda satılan o albenili rengârenk çocuk oyuncakları asla göründükleri kadar masum değildir. Sanmayın körebe daha az tehlikeli! Ama işin kötüsü, asırlardır farklı kültürlerde oynanan ve nesillerden nesillere aktarılan geleneksel çocuk oyunları da masum değildir. Çünkü insan masum değildir. Çocuklar hayat boyu neye katlanabileceklerini ya da neye itiraz edeceklerini o çocuk oyunlarında keşfederler. Tahammül sınırlarını ve iktidar algılarını o oyunlarda belirlerler. Değer yargıları o oyunlarda meşrulaşır. Diğer insanlarla kuracakları dil o oyunlarda oluşur. Kime nasıl davranacaklarını oyunlarla öğrenirler. Kazanma, kaybetme ve rekabet duyguları o oyunlarda bilenir. O yüzden sanmayın körebe, oyuncak bir silahtan daha az tehlikelidir. Antonio Ermolao Paoletti (1834–1912) Blind Man’s Bluff Etrafını görmeyen bir insanın aczinden faydalanarak, onun çaresizliği üzerinden bir değer oluştururken, kör olmanın ne anlama geldiğini düşünecek fırsatı ellerinden kaçırırlar. Aksine kendi gözlerinin görmesini bir fırsat olarak değerlendirmeyi öğrenirler. Engelli olmakla empati kurmaktan tam aksi yöne, aciz halle eğlenme ahlakına doğru hızla uzaklaşırlar. Seksek bile bu açıdan baktığınızda riskli bir oyundur. Tek bacaklı bir çocuğun dünyasındaki anlamıyla iki bacaklı çocukların dünyasındaki anlamını karşılaştırırsanız, tüyleriniz ürperir. Ebelemecede ötekileştirme, bir dokunuşla farklılaştırma, birisini toplum dışı bırakma ve o yalnızlığın çaresiz çırpınışıyla eğlenme eğilimi körpe zihinlere bir virüs gibi yerleşir. Masum bebekten korkunç canavara O yüzden bu çocuk oyunlarında meşrulaşan bu hallerin üzerine inşa edilen yetişkinler dünyasında olup bitenlere hiç şaşırmamak gerekir. Henüz büyürken, yeryüzündeki sorunlarla, zorluklarla, azınlıkta olan insanlarla, aksayan meselelerle empati kurmayı öğrenmekten hızla uzaklaştırılan küçük insanın, zaman içinde masum bir bebekten korkunç bir canavara dönüşmekten başka çaresi kalmaz. Çocuğunun bu rutin döngüyü hasbelkader kırıp, insanın kötücül haliyle baş etmeye çalışan ve insanlığın makus kaderini değiştirmek için çabalayan bir avuç “iyi” insandan biri olmasını isteyen ebeveynler... Onları istedikleri kadar dükkânlarda satılan rezil oyuncaklardan ya da ekranlardaki tavşan deliklerinden uzak tutsunlar... Yine de kendi varlığının çapaklarını temizlemek yerine onları meşrulaştırmayı tercih eden kadim insanlık zihni, yetişkin hayatın vahşetini çocuklara aşılayan bir gelenek postuna sarılır, sinsi ve zehirli bir dilin marifetiyle, çocuk oyunlarında sihir gibi belirir. İnsan en zararsız halinden en vahşi haline kadim çocuk oyunlarının karanlık gölgesinde evrilir. Kötülük tohumu masum bir oyun sanılan körebeye körleşmede filizlenir. [email protected] Ne de olsa her tetkik, her ilaç, her ameliyat ‘akçe’dir artık sağlıkta... Tıptaki Alex’ler! Sayın Müsteşar buyurmuş: “Tıptaki Alex’leri destekleyeceğiz!” Dikkat edin “Lokman Hekim”leri, Nusret Fişek’leri ya da Louis Pasteur’ları değil, Alex’leri destekleyecekmiş Bakanlık!.. Alex kim? Fenerbahçe’nin Brezilyalı yıldız futbolcusu... Tıptaki Alex’ler kim? Müsteşarın ifadesiyle “145 bin doktorun içerisinde 10001500” kişi... Yani piyasada “yüksek akçeli” iş yapabilenler. Alex’lerin dışında kalanlar kim? Çok akçeli iş yapamayan hekimler. Bildiğiniz “maraba”lar yani... Filozof tabiplikten ‘iktisadi’ tabipliğe “İşinin ehli olmalısın” dediler tabibe. İşi, sağlığı korumaktı. Mucizelere yüz vermeden hastalıklara şifa aramaktı. Dahası esenlendirmekti “Üçüncü Bin Yıl”da... Ama “işini bilmek” değildi asla. Kaz–tavuk hesabı yapmak değildi. Mucizeler yaratmaya kalkışmak değildi. Hastanenin sahibi şirketin CEO’suna ya da zavallı bir müsteşara yaranmak hiç değildi. Fakat dönüştü sağlık ve dönüşen sağlık ortamında “iyi hekim”e değil, “işini bilen” hekime ihtiyaç var! Batının ve Doğunun yüz akı hekimleri, tabiplerin biraz da filozof olması gerektiğini vurguladı çağlar boyunca. Öyle ya, sağlık biraz da hayattı. Ama hayatın nasıl bir yaşam olacağı, hangi koşullarda yaşanması gerektiği, hangi hedeflerin muteber sayılacağı, hangi yolda yürüneceği, nihayete nasıl erileceği kimsenin bilmediği muammaydı. Kuşkusuz filozof tabip de bu sırrı çözemeyecekti. Ama yolda kazanacağı hikmet sayesinde insanları sağlık ve hastalık hezeyanlarından uzak tutacak, gereksiz yere bedenlerine eziyet etmelerini önleyecek ve can bedenden çekip giderken gereken saygıyla ona yoldaşlık edecekti. Ne acı ki, zamanın sonsuzluğunda felsefeden tümden ayırdı yolunu hekimlik. Artık ışıksız bir yoldaydı. Karardı karanlıkta gözleri. Kaybetti ereğini. Düştü verimliliğin ve iktisadın kör kuyusuna... Cerrahtı, kesip biçen... Artık ahlâki bir buyurgandı; kime nasıl yaşayacağını dikte eden... Artık gözü dört dönen bir girişimciydi; bedene para akan borular sokan... Artık realist bir duygusuzdu; ölümden iktidar üreten... İnsanın kendisinden bile sakladığı can korkularından tahakküm var eden... İnsanı anlamaya çalışmak gereksizdi artık. Ne de olsa sonu gelmez tetkikler, her gün yenisi eklenen ilaçlar her derde devaydı. Olmadı, bıçağın gücü her düğümü çözerdi. Yeter ki müşteri gözünde yıldız olunsun, F.B’li Alex gibi, şanın yürüsün!.. İnsanı anlamaya çalışmak gereksizdi artık. Ne de olsa sonu gelmez tetkikler, her gün bir yenisi eklenen ilaçlar her derde devaydı. Olmadı bıçağın gücü her düğümü çözerdi. Yeter ki müşterinin gözünde yıldız olunsun. Yeter ki Alex gibi şanın yürüsün!.. Hem ne de olsa hekimlik de diğer meslekler gibi değil miydi? Öyleyse uzun ve derin anlamlar aramak gereksizdi: Cerrahtı; kesip biçen... Ciğerciydi; nefes açan... Kalpçiydi; anjio yapan... Ötesine ne gerek vardı. Zaten insan, alt tarafı basit bir makine değil miydi?! Her şeyin değeri, akçesi kadar Milenyumun dünyası ketogorilere göre düşünmekteydi. Kişisel veriler kategorileri tanımlamaktaydı ve günümüz dünyasında verileriniz sizi “şüpheli” yaptıysa masumiyetinizi yeniden kazanmanız epey güçtü. Güvenilmezdi size bir hayat boyu. Tıpkı sigara içenler, kolesterolü yüksek olanlar, yan gelip yatan hareketsizler, alerjikler, yetersiz beslenenler, fazla beslenenler, ölçüyü kaçıranlar, uyumlu olmayanlar gibi... Her şüpheli gibi, bunlar da yakından izlenmeli, gözlenmeli, kontrol edilmeli ve kesilip biçilmeliydiler. Ne de olsa her tetkik, her ilaç, her ameliyat “akçe”ydi artık dönüşen sağlıkta. Gel gör ki; insan, “yaşadığı yere benzer / o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer”di. Öyle ya, eğer para kazanmak için kirletiyorsa soluduğu yeri termik santral; eğer içme suyuna karışıyorsa bir karış ötedeki altın madenindeki siyanür; eğer bereket fışkıran toprağı kirletmişse ağır metaller birilerinin cebi dolacak diye; eğer solunan havayı kaplamışsa kanser yüklü bulutlar nükleer santralden gelen... Orada sağlıktan bahsetmek mümkün değildi. Mümkün değildi ama bu cümleler para etmiyordu milenyum uygarlığında. Herkesin ve her şeyin değeri, piyasadaki akçesi kadardı. Tüm bunlardan sonra sakın bana “sağlık olsun” deme. “Fıtrat” hiç deme! Ama “kör olma da / gör beni”... Gör! Gör ki; bir müsteşar utansın cümlesinden... Gör ki; düşsün karanlığın gölgesi üzerimizden... Gör ki; her şeye rağmen tükenmesin hekim kalmaya gayret edenler!.. [email protected] Yere bakanyürek yakan Yerebatan! Çalıntı zaman Barbaros Şansal Tarihi Yarımada’ya karmaşık bir trafik yönlendirmesi sonucu iki misafirimle ulaşıyoruz. Hipodrom’da aracımızdan indiğimizde bizi önce silahlı polisler ve demir parmaklıklar karşılıyor. Çarnaçar bir aralık bulup Sultan Ahmet Meydanı’na geçebiliyoruz. Örme Sütun, Dikilitaş ve Yılanlı Burma kolonun zemini çöp dolu. Asırlar içinde zemin öylesine yükselmiş ki medeniyet denen şeyin kentleri nasıl gömdüğünün adeta tasviri olmuş. Hava sıcak. Çok sıcak güneş tepemizi kavurmadan turumuza başlıyor ve Sultan Ahmet Camii’ne giriş yapmaya çalışıyoruz. ^¡^ Hınca hınç bir kalabalıkta dikkatimi ilk çeken “sarı etek” giymiş adamlar oluyor!.. Sanırım şortları kısa olduğundan bu uygulama yapılıyor. Kadınlara dağıtılan mavi pamuklu örtüler ile kırmızı cübbeler ise kırış buruş ve leke içinde. Her tarafı iskeleye alınmış ve tadilat görmekte olan yapıya güvenlik görevlilerinin homurtuları arasında garip bir koridordan giriş yapabiliyoruz. Muhteşem “Mavi Cami”nin hali perişan. Kesif bir ayak kokusu eşliğinde her yeri kaplayan iskeleleri saklayan fotoğrafik panoların resimlerini çekenleri ve ibadete ayrılmış bölümdeki namaz kılanlar yerine yerli ve milli selficileri gözlemledikten sonra çıkışa geliyoruz. Şanslı olduğumuzu düşünmemek elde değil çünkü kafamıza biri ya da bir şey düşmeden sağsalim dışarıya ulaşabiliyoruz!.. “Camiye bağış / doneyşiğın for dı mosk” sürekli anonsu önünde ayakkabılarımızı giymeye çalışırkan toplanan cübbe, etek ve örtüler çuvalla yeniden dağıtılmak üzere önümüzden bir adamın sırtına yükleniyor. Az uz gidip Ayasofya’nın kapısına geldiğimizde ise uzun bir kuyruk bizi bekliyor. Mihmandar (tur Yerebatan Sarnıcı rehberi) saldırılarını atlatıp nihayet biletimizi alırken, “Türk müsün? Misafirler Türk mü? Müzekart satın alacak mısın? Kimlik görelim” gibi gereksiz mülakatın ardından muhteşem yapıya nihayet girebiliyoruz. Aynen Sultan Ahmed Camii gibi Ayasofya da acil kurtarma restorasyonu altında. Ortalarda koşuşturan çocuklar, kalabalık gruplar arasında çürüyen tarihi hızla geçip, eğrilmiş sütunları ve kaybolmuş ya da örtülmüş mozaikleri görüp hayal kırıklığı ile ayrılıyoruz. 3. Ahmet Çeşmesi’nin önünden geçerken caminin minarelerinden çok güçlü bir ezan sesi başlıyor. Ver elini Topkapı! Hazine dahil birçok bölüm ziyarete kapalı. Haremin açık bölümlerinde selilozik tiner kokusu hâkim. Zifiri karanlık ve cam zeminli galerilere dönüşmüş olan kutsal emanetler, silahlar ve saatleri mahşeri bir ortamda kenarından görebiliyoruz. Nefes alınamayacak kadar havasız ve her kenarda oturan “Resim çekmek yasak / Noğ fotoğ” diye bağıran güvenlik görevlilerine rağmen... Genelde Ortadoğulu olduğu anlaşılan kalabalık gürültüsü ve her yerde mavi önlüklü inşaat iş çileri arasından Konyalı’ya ulaşıp nihayet biraz olsun nefes alabiliyoruz. Ne mi olmuş? Kimi çatlamış kimi haklanmış ama tarihi Yarımada’da inşaat sevdasından mıdır bilinmez, anıtların hepsi patlamış. Karşımızda yükselen panoramik İstanbul ise beton kulelerle donanmış!.. ^¡^ Son durak Yerebatan Sarnıcı. Yerliye 10, yabancıya 20, öğrenciye 5 TL’yi verip merdivenlerden aşağı indiğimizde bizi adeta bir insan sirki karşılıyor. Her yanı inşaat, suyu boşaltılmış ve kapkaranlık mekânda tek ışıklı ve kalabalık yer orası. İnsan duvarının ardından ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorum. Polyesterden mamul, güya Osmanlı kostümlü insanlar resim çektirmek için sıraya girmişler. Buna kim izin vermis, neden izin vermiş pek anlam veremiyorum. Mekân ve tarihle de alakasını çözemiyorum. ^¡^ “Konstantiniyye”nin muhteşem sarnıcından ayrıldığımızda konuklarıma verecek cevabım kalmamış. Ballandıra ballandıra anlattığım İstanbul’da tarih, Yerebatan’da bile bir gözü yere bakan bir kakofoniye dalmış!.. Konuklarımı mı merak ettiniz? Dünyanın en saygın gezi dergilerinin birinden bir fotograf sanatçısı ve editör. Sonuç ne mi olur? Bilmem, makale ve fotoğraflar yayımlandığında öğreneceğiz. Muhtemelen Konyalı’dan ayrılmak istememelerinin sebebini de!.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle