Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Hİlal Bebek 5Ağustos 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar ‘Tehdit edici ölçüde çıplak’ Birkaç yıl önce İzmir’de bir üniversitenin girişinde koruma görevlisi “tehdit edici ölçüde çıplak” olduğunu varsaydığı –askılı tişört giymiş bir kız öğrenciyi uyarmış, sonra da tartaklamıştı. Günümüzde bu uyarı ilkokul öğrencilerine kadar indi. Önceleri bu örnekleri basından derliyordum, kitabımın (1) yeni baskısında kullanmak için; ama artık gerek kalmadı, istisnasız her gün karşımıza çıkıyor zaten. Nitekim geçenlerde şortlu bir kız öğrenci de kaldığı yurt yönetimince uyarıldı (gerekçeleri öncekinin aynı olmalı). Bunun anlamını sosyal tarihçiler, sosyal psikologlar, sosyal psikiyatristler bize mutlaka açıklamalı. Ben kendi görüşümü açıklayacağım. 1999 yılında uluslararası bir kongre için Tokyo’ya gittiğimde, bana yardımcı olmakla görevlendirilen genç kadın İstanbul’da öğrendiği güzel Türkçesiyle şu soruyu sormuştu: “Türk erkekleri yabancı bir kadın gördüklerinde neden akıllarına ilk gelen seks oluyor?” Yanıtım şöyleydi: “Çünkü yüzyıllar boyunca kadınlarla mesafeli yaşadılar, toplum içinde birlikte yaşamayı öğrenemediler, birlikte yapılacak tek şeyin seks olduğunu sandılar.” Bugün de bu kanaatimi koruyorum. Yakınlarda kaybettiğimiz Aydın Boysan’ın harika bir açıklaması var. Melih Aşık yazıyor: “Rusya’da St. Petersburg kentindeki ‘Yaz Bahçesi’ni geziyorduk... Sıra sıra yüzlerce çıplak heykel vardı bahçede. Aydın Ağabey o heykellere bakıp şöyle demişti: ‘Rus çocuğu bu heykellere baka baka büyüyor. O yüzden insanı çıplak görünce şaşırmıyor. Çıplak kadın görmeden yetişen bizim muhafazakâr mahalle çocuğu büyüyünce kişilik çatışması yaşıyor. Bunalıma giriyor.” (Milliyet, 6 Ocak 2018). Gustave Vigeland (18691943) Frogner Parkı, Oslo/Norveç (Bu parktaki 214 erkek, kadın, çocuk heykelinin tamamı çıplaktır ama bugüne kadar kimseyi tehdit ya da tahrik ettikleri görülmemiştir!) Osmanlı’da açık saçık gezme yasağı Osmanlı toplumunda kadın giyim kuşamının devlet politikası olduğunu Reşat Ekrem Koçu “açık saçık gezme yasağı” başlığıyla anlatıyor: “Türk Müslüman kadınının örtü altında yaşadığı yüzyıllarda kadınların sokakta açık saçık denebilecek şekilde aşırı süslü ve erkekleri tahrik edecek nümayişli kılıkla dolaşmamaları hakkında bir yasak ilan etme zaruretinin” ilk kez on sekizinci yüzyılın ortalarında duyurulduğunu ilgili fermandan öğreniyoruz (İstanbul Ansiklopedisi, 1969). Osmanlı yönetimi kadının nerede ve nasıl yaşayacağını, nasıl giyineceğini ve süsleneceğini yasaklarla ve cezalarla belirlemiş. İyi de aradan iki yüzyıl geçmiş, toplum yaşamı değişmiş, insanlar dar bir çevrede yaşamaktan kurtulup dışa açılmışlar, başka dünyaları, başka yaşam tarzlarını tanımışlar. Şimdi eskiye dönmekte bu ısrar niye? Çocukluğu Osmanlı döneminde geçen Suat Derviş (doğumu 1905), saray kökenli annesinin “O devre göre inanılmaz ama gerçek” kişiliğini ve davranışını anlatıyor: “Ata binen, kürek çeken, uzun mesafe yüzen, balık tutan çok güzel genç bir kadın. O devirde böyle Türk kadınlarının yaşamış olduğunu ancak o devirlerin devrimci ve ileri insanları içinde doğmuş ve yaşamış olanlar bilir. Ben bu yazılarımı 1969 yılında yazıyorum. Çok esef duymaktayım ki hâlâ sevgili memleketimde yarım yüzyıl evvel yaşanmış bu şeyleri, Türk kadınlarına bu kadarcık hakkı çok gören gerici çevreler vardır.” (2) Başka söze gerek yoktur. (1) B. Onur, Anılardaki Aşklar, Genişletilmiş 2.baskı. KalemKitap, 2015. (2) S. Derviş, Anılar, Paramparça. İthaki, 2017. 5 Ağustos 2018 SAYI: 31 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa YönetimUygulama İLKNUR FİLİZ Görsel Tasarım Ulaş ERYAVUz Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Çoğumuzun etrafında vardır ahlak alıp ahlak satan insanlar... Ahlaksız ahlakçılık Herkes, birilerini yaftalıyor. Karalama, linç ve havada uçuşan ahlak söylemlerinin bini bir para. Bir dolu “ahlak” abidesi, evimizde, işimizde, medyada, sokakta, içimizde... Ahlaklı olmak ile ahlakçı olmak gibi taban tabana zıt iki unsur sürekli birbirine karışıyor. Nitekim söylemlerin karışıyor olması, kavramların ve kafaların ne durumda olduğu ile ilgili de çok şey anlatıyor. Çünkü insan dili, duygular, düşünceler ve tutumlar ile aynı paralelde karışıyor. Çoğumuzun etrafında var ahlak alıp ahlak satan insanlar... Alıpsatma diyorum çünkü bir nevi ahlakın tüketildiği ve metalaştırıldığı ama aslen hiçbir zaman sahip olunamadığı bir düzlem, “ahlakçılık”. Adeta mutlak gerçeği keşfetmiş ve ona tam olarak sahipmiş edasında ve kendini, ötekini değerlendirebileceği üst bir pozisyona konumlandıran hiyerarşik bir yapı. Birinin ahlaki konumu hakkında ahkam kesmek, yargıda bulunmak, bedel biçmek, değerlendirme yapmak, ifşa etmek, kırbaçlamak gibi “hak ve imtiyazları” içerir. Bu haklara sahip olmanın da öncülü ya da sonucu olan bazı kişilik özellikleri vardır. Ahlakçı, teorilerinde haklı olduğuna emindir bir kere. Başkası hakkında hüküm verme gücü, bu emniyet duygusundan beslenir. Kendi fikirleri kesin ve tam “doğru” olduğundan ötekinin yanlışlığı hakkında değerlendirme yapma yetkisine sahiptir. Sadece teori boyutuyla sınırlı kalmaz bu durum. “Oluş” anlamında da kendisini ötekinin pür tersiymiş gibi görür. Yargısı neyse ahlakçı onun tersidir. Öteki kirli ise temiz, yamuk ise düzgün olduğuna inanmalıdır ki sadece ilk değil bütün taşları günahkâr olanlara fırlatabilsin. Hasetdeposudur ahlakçı Ahlakçı olabilmek için bu emin olma duygusu da kâfi değil. Hükümde bulunmanın da ötesinde bedel biçmek, yaftalamak, ayıplamak gibi yıkıcı girişimlerde bulunabilmek için sıkı bir öfke ve haset deposuna ihtiyaç vardır. Nitekim şefkat ve destek gibi duygular, maazallah ahlakçılığın zehrini alır. Öfke ve haset de yetmez. Karşı tarafın kişilik alanına girerek tahakkümde bulunmak ve kendini buna yetki Onu bunu herkesi çirkinlikle itham eden ahlakçı, insanı ‘öteki’ gören bir göze, burun kıvıran bir yüze, kınayan bir nefse, cehaletinde boğulmuş bir kibre ve aslında aynaya bakamayacak kadar çirkin bir yüze sahiptir. li merci gibi görmek, eşit ilişki kurmamayı gerektirir. Bu eşitsizlik ortamını yaratabilmek için de sıkı bir kibir gereklidir. Diğerlerinin kişilik sınırlarını aşıp, özel alanlarına dalıp, el ve dil yordamı ile içeriyi kurcalayıp çıkma fırsatını yaratan bir hoyratlığı barındırır. Esnemekte ve bağlamı hesaba katmakta zorlanan ahlakçı, ona daha önce başkaları tarafından girilmiş kodları girer ve ok tuşuna basar. Makine çalışır ve çıkan sonucu sorgulamaz. Öfke, haset, kibir, cezalandırma, haklılık duyguları... Tüm bunlar, zehirli bileşiminin formülüdür ahlakçılığın... Adı üzerinde filan değildir çünkü şefkat yaymaz, dünyayı daha iyi bir yer yapmaz, hiçbir şeyi güzelleştirmez, yanlışı düzeltmeye yardımcı olmaz, barış için bir el atıvermez... Kendini yukarıda gören bir kibir, ötekini cezalandırmak isteyen bir zulüm, nefsini hatasız gören bir cehalet vardır ahlakçılıkta... Fakat o, döner dolaşır ahlaktan bahseder. Ahlakçı olmak işte böyle zor zanaattır. Bütün bu “ahlaki” melekelere sahip olmayı gerektirir. Ahlaklı insan, günah işler Ya ahlaklı olanlar?.. “Nedir ahlak ya da ahlaksızlık” ekseninden çıkıp hayata, insana, doğaya karşı nasıl bir tavrı gerektirdiği üzerinde düşünmek lâzım belki. Belli ki ahlak; düzeltenler ve güzelleştirenler, örtenler ve iyilik dile yenler, yıkmadan yapabilenlere daha yakın olsa gerektir. Ahlaklı insan, “hata” yapabilir, “günah” işleyebilir, ahlaki “skorlarını” düşü rüp çıkarabilir. Yani insanın “iyilikkötülük” malzemesi dinamiktir ve elbette ki belli bir çerçeve içerisinde değişebilir. Ahlakın bu genel çerçevesi, insan, toplum ve doğaya karşı belli bir duruşu gerektirir; şefkatli, destekçi ve güzelleştirici olmak gibi. Ahlakçılık üzerinden erdem değil olsa olsa erdemsizlik, güç ve yıkım devşirilir. Üstelik tüm bunları “ahlak” olarak tanımlayacak kadar da dev bir riyaya sahiptir. Onu bunu herkesi çirkinlikle itham eden ahlakçı; insanı “öteki” gören bir göze, burun kıvıran bir yüze, kınayan bir nefse, cehaletinde boğulmuş bir kibre ve aslında aynaya bakamayacak kadar çirkin bir yüze sahiptir. Tabii aynaya bakmak zordur bu yüzden o, size bakar!.. hilalbebek@yahoo.com; www.hilalbebek.com.tr Erel Eryürek Gloria Gaynor, 9 Ağustos’ta Bodrum’da sahne alacak Müzik Disko kraliçesi Türkiye’de! 7 Eylül’de 69 yaşına basacak olan Gloria Gaynor’ın yükselişi, diskoteklerin parlamaya başladığı 60’lar70’ler dönemine denk gelir. Yeraltından çıkıp, kitle müziği haline gelen diskonun yükselişinde de onun payı büyüktür. Tarih 1975’i gösterdiğinde, 10 yıldan fazla süredir müzik piyasasında olan Gloria Gaynor’un cazdan uzaklaşıp disko stilinde çıkardığı ilk albümü “Never Can Say Goodbye”, dans pistlerinin tozunu attırmıştı. Plağın yapımcıları ilk üç parçayı öyle mikslemiştiler ki 19 dakika boyunca aralıksız dans etmek garantiydi. “DiscoSuit” adı verilen bu “dümen”, çok geçmeden başkaları tarafından da kopyalanmaya başlamış, albüm ise chart’lardaki yerini sağlamlaştırmıştı. “Never Can Say Goodbye”ın popüleritesi kaybolmadan aynı yıl ikinci albüm gelmiş, ancak ilki kadar tutmamıştı. Albümün B yüzündeki, dünyanın en büyük hitlerinden biri olan “I Will Survive” parçasına hakkını teslim eden ise dönemin New York’lu klüp DJ’leri oldu. Onların dikkatini çekmese, belki de unutulup gidecek olan bu parça, 1978’de yeni albümün A yüzünde yerini alarak hem ABD, hem İngiltere chart’larında birinci sıraya yükseldi. Disko dalgası o tarihlerde sanki tüm dünyayı ele geçirmiş, Donna Summer’lar ve Gloria Gaynor’lar listelerin başında, Saturday Night Fever filminin soundtrack’i “Yılın Albümü” Grammy’sini kapmıştı. Tüm radyo istasyonları da yönlerini diskoya çevirmişti. Bu, ABD’de bü yük şehirlerdeki hedonist klüp insanlarıyla diskoyla ilişki kuramayan rock tutkunu gençleri karşı karşıya getirdi. Saf rock sevenlere göre disko, gay’lerin, siyahi Amerikalıların, Latino’ların, feminstlerin müziği olabilirdi ancak. Bu yüzden kendileri gibi rock fanatiği ve disko dalgası yüzünden işinden olan DJ Steve Dahl, müzik tarihine damgasını vuracak bir hareketin öncülüğünü yaptı. O zamanlar 24 yaşında olan Dahl, başka bir radyonun desteğiyle, kızgınlığının ve üzüntünün acısı nı disko plaklarını yakma ve havaya uçurma eylemini gerçekleştirerek çıkardı. Radyocu, Chicago White Sox’u da arkasına alarak, takımın hem promosyonunu yaptı, hem de “diskonun ölümü”nü ilan etti. 12 Temmuz 1979 yazında Chicago’daki Comiskey Park stadında, ABD’nin iki dev takımı Chicago White Sox ve Detroit Tigers’ın maçında dananın kuyruğu koptu, 50 binden fazla fanatik hayran ve antidiskocu bir kitle, müzik tarihine “Disco Demolition Night” olarak geçen bir eyleme imza attı. Eylemin hikâyesi yakın bir zaman önce Dahl’ın Dave Hoekstra ile birlikte yazdığı “Disco Demolition: The Night Disco Died” isimli kitapla ölümsüzleşti. Çok geçmeden tekrar yeraltına çekilen disko dan sonra, “sıradaki büyük şey” Siyah Amerikalılar arasında HipHop, Beyaz Amerikalılar arasında da Metal oldu. Disko ölmemişti; House müzik olarak tekrar doğmuştu ama diskodan hiçbir zaman vazgeçmeyen gay’ler özellikle de AIDS meselesinin ayyuka çıktığı zamanlarda Gloria Gaynor’ın “I Will Survive” parçasını direncin ve dayanışmanın sembolü haline getirdiler. Diskodan Hıristiyanlığa Gaynor için disko sonrası yıllar, onun spiritüel bir yolculuğa çıktığı, kendini Hıristiyanlığa adadı ğı yıllar oldu. Bu süreçte, kendisini günahkâr ola rak addettiği disko kraliçesi zamanlarıyla yüzleşti. Halihazırda onu dinlemekten vazgeçmeyen eşcin sel kitlesine karşı tutumu da onu, örneğin 2001’de verdiği bir röportajdaki ‘kült statüsünü gay hayran larının hayrına kullanacağı’ ifadesiyle tartışmalı bir yere de sürükledi. Eşcinselliği günah olarak görüp görmediği sorusuna verdiği kaçamak yanıtlar ise pekçokları tarafından ‘evet’ olarak algılandı. 90’lar Gloria Gaynor cephesi sakin, televiz yon dizilerinde oyunculuk denemeleri ve müzi kallerde yan rollerde oynayarak geçti. Sanatçı, en büyük “comeback”ini 10 Eylül 2001’de Micha el Jackson’un 30’uncu sahne hayatını kutlayaca ğı konserde yapacaktı. New York Madison Square Garden’da düzenlenmesi planlanan konserde Jack son Five ile de aynı sahneyi paylaşacaktı. Ancak konser iptal oldu ve ertesi gün, 11 Eylül 2001’de World Trade Center’e yapılan saldırı gerçekleşti. Gloria Gaynor tam söylendiği gibi, en çok New York’lu gay’lerin kalbini fethetti ve müziği eğlen ceye çevirmesini bilen, renkli, gösteriş seven insan ların sembolüydü. Ancak ABD’de “disko işi”nin anlaşılması ve hazmı zor olmuştu. Belki futbo la benzetilebilirdi ya da beyzbola; teke tek ilişkide muhteşem, işin içine taraftarlar girdiğinde kolayca deforme edilen ama asla yokolmayacak bir sevda. erel.eryurek@gmail.com C MY B