16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5Ağustos 2018, PAZAR solİ özel SAYFA 5 Dünya Düzenin tüm riyakârlığını ifşa eden lider Trump ve Trumpizm Dünya bir Trump şoku yaşıyor. Trump’ın suyuna giderek yarattığı dehşet havasından ve düşmanca tavırdan sakınmak isteyenler de; kâh kızının vakfına bağışta bulunup kâh Trump şirketlerine kapıla ca First) sloganıyla süper gücün halen mutlak olarak sahip olduğu ekonomik ve askeri gücüyle yeni dönemin şekillenmesini büyük ölçüde tek başına yapabilmesi gayreti içine girdi. Üslubuyla, küs Dünyanın en etkili gücünün başında, Rusya zenginleriyle kara para aklama ilişkileri olduğuna dair güçlü karineler bulunan; devlet yönetmekten çok TV yıldızı gibi davranmayı seçen; okumayı, tartışmayı sevmeyen, etik kaygılar taşımayan rını açarak ya da Washington’da Trump’ın otelinde kalarak bir nevi rüşvet verip işlerini yolunda götür tahlığıyla ülkesine yönelik nefreti azdırdı. Seleflerinin aksine ABD’nin göreli zayıflayışını Ameri şaibeli bir emlakçı var. Nefret etseniz de asla küçümsememeniz gereken… mek isteyen devlet ve şirketler de her an beklenmedik bir darbe yiyebiliyorlar. Dünyanın en etkili gücünün başında Rusya zenginleriyle kara para aklama ilişkileri olduğuna dair güçlü karineler bulunan; seçimlerde Rusya’dan destek aldığı iddiaları gittikçe güç kazanan; hakkında soruşturma sürdürülen yakın çalışma arkadaşlarının giderek kendilerini kurtarmak amacıyla bülbül kesilerek yasadışı işlerden ne ölçüde haberdar olduğunu ifşa ettikleri; devlet yönetmekten çok TV yıldızı gibi davranmayı seçen; okumayı, tartışmayı sevmeyen, etik kaygılar taşımayan şaibeli bir emlakçı var. Nefret etseniz de asla küçümsememeniz gereken… Trump’ın şahsiyetine, komplekslerine, şımarıklığına iş hayatındaki düzenbazlığına, kendi yalanlarına inanma kapasitesine, kıskançlığına, gaddarlığına indirgenemeyecek olsa bile bu kişilik özelliklerinin etkisini de hissettiğimiz zorlu, tatsız ve tehlikeli bir değişim döneminden geçiyor dünya. Küresel krizin ürünü Alışık olduğumuz dünya düzeninin değiştiği, o düzenin hiyerarşi ve kurallarının yeniden düzenlenmekte olduğu hakkında bir tereddüt yok. Geçmiş dönemin kurumlarının, henüz daha tam şekillenmemiş yeni dönemde bir işlevi olup olmayacağını kestirmek zor. Şunun şurasında 40 yıl önce dünya ekonomisinin yüzde 1’i civarında bir ekonomiye sahip Çin’in bugün dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline gelmesinin yansıttığı ekonomik güç kaymasının bir siyasi/stratejik karşılığı da olması gerekiyordu. 2008 krizi, Batı’nın ekonomik üstünlüğünü ve dünya ekonomisini şekillendirme imtiyazının meşruiyetini sorgulatmakla kalmadı, Batı sisteminin ideolojik, siyasal hegemonyasının sorgulanmasını da kolaylaştırdı. Bu durumda asıl sürpriz ya da işaretleri krize kadar görmezlikten gelinen siyasi dalga, Batı toplum kan gücünü baskın şekilde kullanarak aşmak istediğini hem ekonomi politikaları hem de savunma alanında gösterdi. Bundan iki hafta önce Financial Times gazetesine “Çok çok tehlikeli bir dönemdeyiz” dediği bir mülakatta sabık ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, karakter zaafları, bilgisizliği, kindarlığından beslenen tweet’leriyle dünyanın ayarlarını bozan Donald Trump hakkında şu tespitte bulunuyordu: “Bence Trump, tarihte arada bir zuhur eden ve varlıkları bir dönemin bittiğini gösteren ve o dönemin kendiyle alakalı iddialarından vazgeçmesini zorlayan şahsiyetlerden biri sayılabilir. Gerçi bunu kendisi bilmeyebilir ya da herhangi bir alternatif sunmuyor olabilir. Bu durum, bir kaza da sayılabilir”. Gerçekten de Trump, tarihsel bir role soyunması en son akla gelebilecek şahsiyetlerden biriydi. Kendisine rağmen, Trumpizm diye adlandırılabilecek bir olgunun simgesi, temsilcisi ve sözcüsü oldu. Bu dalga Trump gittikten sonra da varlığını sürdürecek ve seçim kampanyasıyla, iktidarı sırasında daha da derinleştirdiği kutuplaşmadan, özgürlükçü değerleri reddeden öfkeden beslenerek sürecektir. Bu açıdan Trump, içinden geldiği, dolandırarak, çalarak, kanu nun etrafından dolanarak, yalan iflaslar ilan ederek servet yaptığı, medya sayesinde popüler bir şöhret haline geldiği düzenin tüm riyakârlığını ifşa eden bir siyasetçi de oldu aslında. Irkçılığı ön plana çıkardı Sermaye çevrelerinin asli temsilcisi olan Cumhuriyetçi Parti uzun yıllardır, kültürel politikalar, örtülü ırkçı söylemler sayesinde parti tabanını radikalleştiriyor, ancak uygulamada tercih ettiği ekonomi politikalarıyla bu tabanın çıkarlarına zarar veriyordu. Çalışan kesim, seçkinler tarafından aldatıldı ğını düşünerek giderek öfkesini bilerken, liberal değerlerin kendi aleyhine, imtiyazlıları kolladığına, azınlıkları çoğunluğun insafına bıraktığına inanıyordu. Amerikan sermayesinin en muhafazakâr ve dışlayıcı zenginlerince desteklenen sağcı çığırtkanlar, gazeteciler, vakıflar ve internet siteleri aracılığıyla da envaı çeşit komplo teorisi yaygınlaşıyor, taban militanlaşıyordu. Trump bu zemin üzerinden yola çıkarak, Obama karşısında tamamen antidemokratik yöntemlerle muhalefet yapan, teamülleri çiğneyen Cumhuriyetçi Parti’yi kendi oyunuyla mat etti. Irkçılığı, yabancı düşmanlığını ön plana çıkararak beyaz Amerika’yı dalgalandırdı. İktidara geldiğinden beri de atamalar yoluyla giderek devlet mekanizmasına daha fazla hâkim olmaya, yargıyı kontrol etmeye, kendi medyasını yaratmaya başladı. İçeride daha otoriter bir siyasi yapı, daha kontrol altında bir medya özlemini sürekli dile getirdi, kadın hakları, cinsellik tercihleri, ırkçılık gibi konularda epeyce eskilere dönen bir tavrı benimsedi. Ancak ekonomi politikalarında zenginleri kollamayı da sürdürdü. Şiddetin gücüne inandı Trump, 1990 yılında Playboy dergisine verdiği mülakatta aslında dünya görüşünü gayet net bir şekilde açıklamıştı. Çin hükümetinin Tiananmen gösterilerini kanlı bir şekilde bastırmasını onaylıyor, “Bu size şiddetin gücünü gösterir” diyerek kendi ülkesini zayıf bulduğunu ekliyordu. Başkan olursa sert bir tavrın makama hâkim olacağını söylüyor, “Bu ülkeye giren her MercedesBenz’e ve Japon ürünlerine gümrük vergisi koyardım ve bu sayede yeniden şahane müttefiklerimiz olurdu” diye tamamlıyordu. Bu dediklerinin hepsini dış politikasının ana eksenini oluşturan korumacı ticaret politikalarıyla yapmaya başladı. Asıl hedefi Çin olmasına rağmen Avrupalılara da saldırdı. Kendisinden hoşlanmayanların ve eski dış politika seçkinlerinin “kural temelli liberal düzen yıkılıyor” ağlaşmalarına karşın bu düzenin pek de onların hatırladığı gibi işlemediğini vurgulayarak, bugünkü şartlarda bu düzeni savunup maliyetlerini yüklenmenin ABD açısından yanlış olduğunu söyledi. Politikalarını da buna göre uyguluyor. Varlığının her zerresiyle nefret ettiği selefi Obama’nın Asya’ya yönelik ekonomik/stratejik politikalarından geri adım atar ve Pasifik Ötesi Ortaklık anlaşmasından, tıpkı Paris iklim anlaşmasından olduğu gibi ABD’nin imzasını çekerken, artık an ları içinde yerleşik düzenin mantığına, mekanizma gaje olmak istemediği Ortadoğu’da ve bir ölçüde larına, gerçekliğine duyulan öfkenin patlaması, bir Rusya ile ilişkilerde Obama’nın çizgisini önemli diğer deyişle, Batılı toplumların “kaybedenler”inin bir farkla sürdürdü. Bu önemli fark, Obama’nın Batı’nın düzenini giderek daha derin bir hınçla İran ile uzlaşmaya varma iradesine karşılık, sorgulamaları ile geldi. 1990’ların sonundan Trump’ın İsrail ve Suudi Arabistan’ın çıkar itibaren yavaşça yükselmeye başlayan larına daha uygun düşen, İran’a düşmanca bu öfke dalgası, 2000’li yıllarda AB ülkelerinde Avrupa Anayasası’nın Hollanda ve Fransa’da yapılan referandumlarda reddedilmesi, aşırı sağcı partilerin önlenemez yükselişi gibi işaretlerin ardından Trump, tarihsel bir role soyunması en son akla gelebilecek şahsiyetlerden biriydi. Kendisine rağmen, Trumpizm diye davranma siyasetini benimsemesiydi. Obama gibi Trump da Bush döneminin “demokrasileri destekleme” politikalarından vazgeçti. Ortadoğu’da İran rejiminin devrilmesi, Asya’da Çin’in giderek daha fazla sıkıştırılması, Rusya ile “birlikte Brexit oylamasıyla bir siyasi adlandırılabilecek bir var olma” formülünün geliştirilmesi ye şokla zirve yaptı. Bunun ardından yerleşik ik tisadi ve stratejik düzenin ku olgunun simgesi, temsilcisi, sözcüsü oldu. ni yaklaşımın ana parametrelerini oluşturuyor. Kuzey Kore lideriyle yaptığı ve aslında hiçbir sonucun alınmadığı rucusu, kollayıcısı ve savu zirveyi öve öve konuştuktan son nucusu olan ABD’de seçkinlerin tercihlerini tümden reddeden mesajlar veren Donald Trump’ın seçilme Kapitalizmin kıyamet öpücüğü ra Trump, altı ay sonra işler yolunda değilse zaten böyle dememiştim diyerek sorumluluğu Kim’e atacağının işaretini de vermişti. siyle liberal demokrasinin ve küresel kapitalizmin siyasi krizinin boyutları iyice belirginleşti. Liberal kapita TAYFUN ATAY lentileri yerle bir edercesine seçimi kazanabildiyse bunda belirleyici bir diğer faktör, onun alt sosyoekonomik tabakadan insanların özde “sınıfsal” temelli tepkilerine de sözde “ırkçı” bir biçimde hitap etmesi. Türkiye’yle ‘papaz oldu’! lizmin ideolojik hegemonyası sarsılmakla kalmadı; Batı sisteminin ve onun politik ekonomisinin savunucuları da önermelerini reddeden “popülist”, liberal değerlere düşman ve toplumların korkularını köpürterek içe kapanmacı, yabancı düşmanı pozisyonları öne çıkaranlar karşısında etkili bir söylemle karşı atağa geçemediler. ABD nefretini azdırdı Hepsinden önemlisi ABD Antropolog Peter Worsley’in Okyanusya’daki Melanezya yerlilerinin Beyaz istilası karşısında “Kargo Kültleri” başlığı altında toplanan “kıyametçi” (“milenaryan”) beklentilerini ele aldığı çığır açıcı kitabı (1957), “The Trumpet Shall Sound” başlığını taşır. Başlığın Türkçesi, “Trompet Çalacak”. İngilizce “trumpet”in bizim dilimizdeki karşılığı “trompet”; yani şu bildiğimiz nefesliüflemeli çalgı... Tabii Worsley’in kastettiği, YahudiHıristiyan geleneğinde kıyamet günü üst üste (kıyametin başladığının işareti olarak) sesi duyulacağına inanılan boru (İslâm’daki karşılığı, Melek İsrâfil’in üfleyeceği, boynuzdan yapılmış “Sur”). ABD’de Donald Trump’un seçim zaferi sonrasından bugüne hem küresel sisteminin bu merkez ülkesinde, hem de onunla bağlantılı olarak yeryüzünün dört bir yanında olup bitenlere bakıldığında, Trump soyadının Worsley’in başlığındaki “Trumpet”i çağrıştırması, hiç mi hiç yersiz ve anlamsız sayılmamalı!.. Çevre kirliliğinin temsilcisi! Bu stratejinin sonucu olarak, paradoksal şekilde, insanlığın küresel ölçekte felakete gidişinin asıl sebebi olan her şey Trump marifetiyle kitlelerin ağzına ırkçı, yabancı düşmanı (ve de cinsiyetçi) ballar çalınarak savunulup yeniden üretilmekte. O, çevreyi en çok kirleten fosil enerji kaynaklarının (kömür, petrol, doğal gaz) üretimini en güçlü şekilde, yüksek sesle destekleyen lider ve bunu ülkesinin enerji bağımsızlığını garantiye alıp istihdam yaratmak için yaptığını söylüyor. Oysa yenilenebilir ve çevredostu enerji kaynaklarına dönük yatırımların ABD’de daha geniş bir istihdam (“environmental jobs”) sağlayacağına ilişkin de güçlü veriler var ortada. Ama Trump, küresel ısınmaya “inanmıyor”, iklim değişikliği “uydurma” diyor, emisyon miktarını “zırva” sayıyor ve bu doğrultuda İklim Anlaşması’ndan çekilme kararı aldı. Ülke içinde de çevre tahribatını önleyen kuralları peyder pey kaldırmaya çalışıyor. Böylece her yıl atmosfere 3 milyar ton karbondioksit ABD semala Bu bakımlardan Trump’ın şahsiyeti ve kaprisli davranışları ABD’nin güvenilmez, tutarsız bir müttefik olduğu inancını besliyor. Ne var ki Çin dahil hiçbir ülke ABD’ye karşı cepheden saldırgan bir tavır alma iradesine ya da niyetine de bugün için sahip değil. Trump’ın büyük kumarı ABD’nin bugünkü gücüyle Çin’in ya da İran gibi bölgesel bir gücün rüzgârını keseceğine dair inancından kaynaklanıyor. Bu şekilde yeni düzenin temel parametrelerini de daha milliyetçi, daha içine kapalı, askeri gücüne güvenen ve ittifaklara inanmayan bir ABD’nin tanımlayacağını Başkanı ülkesinin ideolojik hegemonyasının yayılmasın Sınıfsal tepkiye ırkçı tercüman rından püfür püfür salınacak. Sonuç tabii ki daha çok ve çabuk eriyen buzullar, bir tarafta kavurucu sıcaklar, diğer tarafta şiddetli kasırgalar, düşünüyor. Türkiye ile patlayan ve ilişkilerde da büyük etkisi olan söylemin neredeyse tüm unsurlarından vazgeçti. Demokratik değerleri, kapsayıcı vatandaşlığı, liberal ekonomi gereklerini, insan hakları söylemini terk etti, ABD’nin kurduğu veya desteklediği Dünya Ticaret Örgütü, AB ve NATO gibi örgütlere de hasmane, hatta düşmanca davrandı. Müttefiklerini taciz ve tahkir etti, düşmanlarıyla tutarsız ilişkiler kurdu. En önemlisi ABD’nin gücünün “yumuşak” unsurlarını hiçe sayarak, “öncelik Amerika’da” (Ameri Doğal çevre üzerinde artan insan nüfus baskısı, neoliberal sistemin doymak bilmez kâr hırsıyla bir sihirli (aslında zehirli) sözcük saydığı “büyüme”de ısrarı ve bu ikisinin bileşkesi bir insanişi felaket olarak karşımızda duran küresel iklim değişimi... Bunlar, Suriye iç savaşından IŞİD’e, İslamofaşizmden İslamofobiye, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve göçmen nefretine kadar her tarafta “apokaliptik”, yani kıyamet gibi bir politik sertleşmeyi karşımıza çıkaran maddi dinamikler. Ve Trump, hem bu maddi dinamiklerle, hem de bu dinamiklerin belirtilen sonuçlarıyla uyarlı şekilde, gelecekten ümitsiz kitlelerin çaresizlikten içlerinde birikmiş öfkeye tercüman, bunları besleyen bir figür olarak zuhur etti Atlantik’in öte yakasında. Trump, küresel kapitalizmin çıkmazları karşısında çaresiz kalmış insanlığın homurtusu. Neoliberalizmin on yıllardır dünyalarında açtığı ekonomik, kültürel, psikolojik hasarlar karşısında Amerikalıların kızgınlık ve nefretlerinin ırkçılıkla sarmalanmış dışavurumu. Hiç kuşkusuz esasen zengin, eğitimli, “erkek”, “Beyaz” ve bunların ortak paydası olarak “Evanjelik” bir kitlenin sesi, temsilcisi. Ancak, eğer tüm bek çivisi çıkmış ekosistem, soyu tükenen bir dolu canlı türü ve sona iyice yaklaşan insanlık... Yani kızılca kıyamet! Dolayısıyla da işte karşınızda Trump’tan öte Trump’et!.. Önleyemiyorsun, haz al! Yine göreve gelir gelmez ilk yurtdışı ziyaretini gerçekleştirdiği Suudi Arabistan’da da nasıl Ortadoğu’yu ateş topuna çevirecek bir kıvılcım gibi hareket ederek muazzam çeşitlilikte bir silah satışı gerçekleştirdiğini hatırlayalım. Bunu, “Ülkeme yüz milyarlarca dolar kazandırdım” diye meşrulaştırdığını da... Karşımızda hem küresel ısınmaya hem de savaşa göz göre göre, açıktan, “harbiden” yatırım yapan bir “kıyamet alâmeti” var. Trump için refah, doğalbiyolojik çevrenin de insankültürel çevresinin de “büyüme”, “tüketim”, “kâr” uğruna tahrip ve yıkımından geçiyor. O, tüm dünyanın ve insanlığın karşısına, “kapitalizmin ölümcül tecavüzünden kaçış yok, bari haz almaya bak” şiarıyla çıkmış gibi!.. çok ciddi hasar yaratacak kriz böyle bir bağlamda yaşanıyor. Rahip Brunson’un tahliye edilip ülkesine dönememesi Amerikalılara göre, taraflar arasında varılmış olan bir mutabakatın ihlali anlamına geliyordu. Amerikan ara seçimlerine üç ay kala Trump’ın ve özellikle Başkan yardımcısı Pence’in tahammül edemeyecekleri bu durum zaten kriz içindeki ABDTürkiye ilişkilerini şiddetli bir girdabın içine soktu. Bunun sonucunda Brüksel’deki “yumruk tokuşturma” anında simgelenen Türkiye ile ABD’nin Ortadoğu’da özellikle İran’a karşı birlikte hareket etmeleri esasına dayanan yeni ilişki arayışı da tehlikeye girmiş oldu. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle