22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 HAZİRAN 2018, PAZAR SAYFA 5 Teşhis Ahmet Tulgar Amerikan popüler kültürünün Sol ‘atar damarları’ De Niro’dan Springsteen’e merkezî protest Amerikan sinemasının yıldızlarından Robert De Niro’nun, bu seneki Tony ödülleri töreninde Başkan Trump’a “s.k.y.m” demesi tüm dünyada duyuldu. De Niro, aylardır Broadway’de Walter Kerr Theatre’da sahne şovu sunan ünlü rock müzisyeni Bruce Springsteen’e ödülünü vermek için sahnedeydi. Springsteen de Trump’a en sert muhalefet yapan sanatçılardan... Amerikan Başkanı’na küfrünün gürültüsünde duyulmadı belki ama hemen ardından De Niro, Springsteen’in onlarca yıldır sürdürdüğü muhalifliğine övgüler yağdırdı. Bu arada De Niro, Trump’a ”s.k.y.m.” dediğinde bütün salonun ayakta alkışladığı da gözden kaçmamalı. Hollywood ve Broadway’de Sol’un uzun bir tarihi ve geleneği var. Avrupa’dan Hollywood’a 1920’lerde başlayan ilticalarla açılmış olmalı bu damar. Avrupa’daki faşizmden kaçan en parlak Alman muhalif Marksist yazarlar 1930’larda ağırlıklı olarak Kaliforniya’ya yerleştiler ve geçinmek için Hollywood’da senaristyazarlık yaptılar. Böylece Amerikan popüler kültüründeki sol damar genişledi, hatta bir nefes borusuna dönüştü. Sol dünya görüşünün, zihin açan bir tarafı olduğu kesindir çünkü. 1940’ların sonundan itibaren Mc Carthy’ciler en yoğun komünist avı partilerini Hollywood’da düzenledi. Mann ailesi (Thomas, Heinrich, Klaus Mann), Bertolt Brecht, Theodor W. Adorno gibi Alman entelektüellerin biyografileri üzerinden öğrendim ben, bu Avrupa’dan gelen iltica dalgasının Amerikan sinemasındaki “kateter” işlevini. 50’li yılların sonlarında benzer bir damar popüler müzikte de açılacak ve sivil haklar mücadelesinin en önemli dinamiklerinden biri rock’n’roll olacaktı. ‘Çalkalıyorum, siz de çalkalayın!’ İşte Bruce Springsteen de rock müziğin sol damarın günümüzdeki “kateter”lerinden biri ve şarkılarıyla endüstriyel popüler kültürün kanını temizliyor. Springsteen, Amerikan müziğindeki bu geleneği Elvis Presley’le ilişkilendiriyor. 1998’de Double Take dergisindeki söyleşide şöyle diyor: “Yüzyılımızın ikinci yarısının toplumsal bilinci en yüksek sanatçısının Elvis Presley olduğunu ileri sürebilirim. Belki seyircilerin karşısına politik fikirlerden oluşan bir setle çıkmamıştır ama ‘Ben çalkalıyo Bruce Springsteen de Trump’a en sert muhalefet yapan sanatçılardan. Robert De Niro New York’ta Trump Tower önünde protesto konuşması yaparken. (2017) rum, sizin de çalkalamanızı istiyo Amerikan Solu, popüler canlandırmış oyuncularından ol rum’ demiştir ve herkes bu çağrıya uymuştur. Bence Presley, kendi yöntemiyle 60’lardaki sivil haklar kültürün en endüstriyel alanında milyonları sa da, De Niro’nun Tony ödülleri sahnesinde de samimi olduğuna ikna olmalıyız bu durumda. hareketine yol açmıştır.” (“Tam Yakalandığımız Yerden” adlı kitabımdan aktarıyorum.) etkilemenin yolunu hep buldu. Bugün de Aynı samimiyet sorunu üzerine Springsteen de konuşur ve 1990’ların ortasında rock tari Amerikan Solu, popüler kültürün De Niro’nun yanı sıra, hinin en sert sosyal eleştirisini en endüstriyel ve küresel olanında, milyonlarca insanı etkilemenin yolunu her defasında bulur. Bu bazen Susan Sarandon, Sean Penn, George Clooney barındıran albümlerinden ‘The Ghost of Tom Joad’u yaparken müzikten kazandığı milyonlarca çalkalamak olur işte. Bugün de Robert De Niro’nun yanı sıra, Susan Sarandon, Sean Penn, George Clooney gibi birçok ikonik Hollywood gibi birçok ikonik Hollywood sakinini görüyoruz bu çevrede. dolara rağmen nasıl halkın ve işçi sınıfının yanında durabileceğini düşündüğünü anlatır. Thomas Mann, Amerika’da sakinini görüyoruz bu çevrede. radyo programları da yaptı ve Naziler yenildikten sonra bu programlarda Al Rolde ‘kendisi’dir De Niro man halkının bir kolektif suç işlediğini ve cezalandırılmasını talep etti. Yine de Almanlar onun sa İtalyan Komünist Partisi üyesi, yönetmen Ber vaştan sonraki ilk Almanya cumhurbaşkanı ol nardo Bertolucci, Amerikan sermayesiyle çektiği masını istemiştir. Radyo deyince, 1972’de, yine ve İtalyan solunun tarihini anlattığı epik filmi 1900 Hollywood’dan Jane Fonda’nın Vietkong safları (Novecento)’da iki başrolden birini (diğeri Gerard na geçerek Hanoi radyosundan Amerikan ordusunu Depardieu) oynattığı Robert De Niro’yu tarif eder Vietnam’da bombardımanı durdurmaya çağırdığını ken, onu sette yönlendirmek yerine kamerayla takip da unutmamak lazım. ettiğini, onun kendisi olarak kalmasının filme yet Bruce Springsteen ise 2005’te ‘Devils and Dust’ tiğini söylemişti. Sinema tarihinin en fazla karakter albümüyle Irak’taki Amerikan askerlerini geri dön meye çağırıyordu. Türkiye’de bu denli popüler olmuş ve farklı dün ya görüşlerinden milyonlarca hayran edinmiş sanatçıların bu denli sert muhalefet yaptıklarına (ama yine de albümlerinin, filmlerinin aynı kitlelerin aynı ilgisine mazhar olduğuna) tanık olmuyoruz. Zaten, “Türkiye kurumsal şöhretleri” böylesi risklere girmekten çok, dalkavukluğu tercih eder. Peki, Avrupa’da da benzeri olmayan bu Amerikan tipi “protest”ler neden sanatçılara izleyici nezdinde bir şey kaybettirmiyor, hatta kazandırıyor? ‘Amerikan rüyası’nın gerçekdışılığı Roll dergisinin Aralık 2007 sayısında Derya Bengi’nin benimle Bruce Springsteen hakkında ko nuştuğu çok uzun bir söyleşi yayımlanmıştı. Derya, bana Ahmet Kaya ile Bruce Springsteen arasında bir benzerlik kurulup kurulamayacağını sorduğunda verdiğim cevabı oradan alıntılayayım: “Amerika’daki protestle bizdeki farklı. Ameri ka’daki hep kendi içine kıvrılan, kendi içine tek rar dönen bir şey. Muhalif biri pencerenin dışından ateş etmiyor, içeride kalıp içeridekilerin silahlarıy la cevap veriyor. Bizde protest müzik, toplumdan kopmayı gerektirir. Avrupa toplumları da bir bakı ma böyle kurulmuştur. Amerikan toplumu ise, şid detini tüm dünya üzerinde çok uzun zamandır kul lanan bir ülke olmasına rağmen, bir yandan hâlâ ideolojik etkisi olan birtakım idealler üzerine kurul muş. Akıllı biri o ideallere atıfta bulunarak ‘hani, ideallerimize ne oldu?’ diyebiliyor. Bruce Spring steen de ‘bu savaş Amerikan idealleriyle çelişir’ di yor. Belki o da biliyor bunun gerçek olmadığını. Ama bu idealler üzerinden çok daha rahat ulaşı yor büyük kalabalıklara. Bruce Springsteen bütün sanatını Amerikan rüyasının gerçekdışılığı üzeri ne kurmuş bir ozan. Bizde ise her zaman protest ta vır marjinal kalıyor. Çünkü insanları çağırabilece ğimiz birtakım idealler, birtakım felsefeler üzerine kurulmuş değil toplumumuz.” Belki de bizi yeniden bir toplum yapacak olan bu defa bir idealler serisi, bir toplumsal felsefe edin mek olacaktır. Ve o zaman bizde de yeri geldiğin de toplumun merkezinden protest sesler yükselip ayakta alkışlanacak. (ahtulgar@gmail.com) Dünyamızın ‘Kıyamet Trump’eti’ne “Biz daha ölmedik” dedi En unutulmayacak De Niro sahnesi TAYFUN ATAY Sinemada tekrar tekrar izlemeyi insanlık vazifesi, ayrıca “akademik tazelenme” saydığım filmlerin başında “Baba II” gelir. Özellikle de filmde Michael Corleone’nin (Al Pacino) kardeşi Fredo’yu (John Cazale) istemeye istemeye öldürttüğü sahne... İktidarın en çok muktediri ezdiğinin “bir resim bin kelimeye” bedel anlatımıdır bu. Ancak filmin arka planında bizi bu final sahnesinin “kışkırtıcı tefekkür”üne hazırlayan bir başka yapı taşı, bir “sanat eri” vardır: “Baba” üçlemesinin ilkine damgasını vuran Don Corleone’nin (Marlon Brando) gençliğini canlandıran Robert De Niro’dur bu... O, “Baba II”de neredeyse bir “eş başrol”dür; hatta denilebilir ki “2 Film Birden” izlemekteyizdir ve ikincinin başrolünde De Niro vardır. ‘Bir zamanlar’ De Niro Hollywood’da Marlon Brando’nun ardılı, ondan “devlik” bayrağını devralan aktör olarak değerlendirilen Robert De Niro’nun benim hayatım ve hafızamda bıraktığı en unutulmaz iz, aslında “Bir Zamanlar Amerika” filmindendir. Orada, çocuklukları birlikte geçmiş ve birlikte bir gangster çetesine önderlik etmiş iki arkadaşın ihanete uğrayan tarafıdır De Niro’nun canlandırdığı karakter (Noodles). Ona ihanet eden çocukluk arkadaşı Max (James Woods) ise yıllar sonra yepyeni bir kimlik altında servet, güç ve itibarın doruğundadır. Dahası Noodles’ın çocukluktan beri sevdiği kadını da almıştır. Filmin finalinde adeta “nedamet senfonisi” denilebilecek bir sahnede kendisine her cepheden ihanet ettiği Noodles’ın önüne silahı koyar Max ve yaptıklarından dolayı öldürülmeyi hak ettiğini söyleyerek Noodles’tan bunu ister. Hayatını elinden almış, sevdiği kadını elinden almış, dostluk, arkadaşlık, insanlık adına inandığı her şeyi almış kişinin bu Şiddetin betimlemesinde de, romantik rollerde de, komedide de De Niro unutulmazları saymakla bitmez. Ama şimdi o, unutulmazlarına bir yenisini ekledi ve ödül vermek için çıktığı sahnede ‘kısacık’ bir tarihsel rol oynadı: “Trump’ı ‘seveyim’!” isteği karşısında, Noodles olarak De Niro’nun yüzüne odaklanan kamera, oradan onun zihnine, hafızasına, geçmişine “zoom” yapar... Ki bir anda iki arkadaşın çocukluklarından, en saf, temiz ve katışıksız haliyle yansıyan “sevgi” sahnesine açılırız (gölde yüzerlerken boğulma numarası yapan Max için Noodles’ın paniğe kapılması, sonra suyun içinde sarmaş dolaş olmaları). İzleriz ki arkadaşı, yaptıklarından dolayı ondan kendisini öldürmesini isterken, Robert De Niro marifetiyle izlediğimiz Noodles, anı dağarcığında Max’le yaşanmışlıkların en güzeline gitmekte, “anavatan”ına sığınmaktadır yüzünde acı bir tebessümle... Çocukluğumuz anavatanımızdır çünkü... Bu, benim Robert De Niro unutulmazlarımın önde geleni. Ama örnekler bir çırpıda çoğaltılabilir. De Niro, “New York New York”da da unutulmazdır. “Avcı”da da unutulmazdır. “Kızgın Boğa”da da unutulmazdır. “Taksi Şoförü”nde hiç ama hiç unutulmazdır. “Şiddet”in betimlemesinde de, dram performansında da, romantik rollerde de, komedide de De Niro unutulmazları saymakla bitmez. Yeni vizyon filmi: ‘Trump’ı seveyim!’ Ama şimdi o, hayatımızdaki, hayallerimizdeki, insanlık hafızamızdaki unutulmazlarına öyle bir yenisini ekledi ki sadece sinemada değil, insanlık tarihinde de onu kristalleştirecek bir “sahne” bu!.. Tiyatronun Oscar’ları olarak anılan “Tony Ödülleri Töreni”nde Bruce Springsteen’e ödül vermek için sahnede “rol aldı” ve neredeyse yarım asra da yanmış bir tecrübesi ile “kısa kesti”: “Sadece bir sözüm var. Trump’ı ‘seveyim’! Artık daha fazla ‘Kahrol Trump’ falan değil; fakat, ‘seveyim’ seni Trump!..” Başta değindim Marlon Brando ile Robert De Niro arasında sinema açısından söz konusu halefselef ilişkisine ya, şunu da eklememe izin verin: Marlon Brando ve George C. Scott’la birlikte “Amerikan sinemasının gelmiş geçmiş üç en büyük aktöründen biri” takdir ve taltifine ulaşmış olarak da kaydedilmektedir De Niro (Don Shiach, “Movie Classics – A complete guide to the directors, stars, studios and movie genres”, 2003, s. 155). Böyle bir şahsiyetin ağzından Trump için çıkan söz, bu yüzden ancak “ders” mesabesinde okunabilir, okunmalı!.. Hep yaşadığı gibi oynadı De Niro’yu “hayallerimizin efendisi” yapan çok önemli bir isim, Amerikan sinemasının büyük yönetmeni Martin Scorsese, oyuncularını “doğaçlama” yapma ve kendi kişiliklerinin farklı yönlerini oyunculuk performanslarına katma yolunda alabildiğine cesaretlendirmesi ile ayırt edilirmiş. De Niro, Scorsese yönetmenliğinde 10 film yaptı. Bunların bir kısmı tüm zamanların en iyileri arasında (“Taksi Şoförü”, “New York New York”, “Kızgın Boğa” gibi). Bu filmlerin sahnelerinde biz onu yönetmenin doğaçlamaya teşviki doğrultusunda alabildiğine inandırıcı, gerçekçi bir oyun gücü ile karşımızda bulduk hep... Dolayısıyla yaşadığı gibi oynayan aktördür De Niro ve işte hayatını hayallerimize nasıl büyük bir yetkinlikle taşımışsa, şimdi de aynen hayallerimizdeki De Niro gibi hayatımıza damga vurarak unutulmazların en unutulmazı bir film karesi veriyor bize: Trump’ı “seveyim”!.. Ve “Bir Zamanlar Amerika”daki o dokunaklı final sahnesinde ihanete kurşun yağdırmasını isteyen arkadaşı karşısında insanlığın anavatanı çocukluğa sığınan karakter çizimiyle nasıl “sevgi”nin resmini/ filmini yaptıysa... Şimdi de bir “Kıyamet Trump’eti” karşısında iki kolunu dirseklerinden büküp yumruklarını sıkmış halde dimdik duruşuyla karşı çıkış, direnç ve dolayısıyla ümidin unutulmaz filmini yaptı!.. Meşhurdur bizim toprağımızın da egemenlere, despotlara, kafadan çatlak muktedirlere ne olduklarını ve tarihin önünde ne olacaklarını vecizce hatırlatan sözü: “Bu memleketin türkülerini yakanlar... Kanunlarını yapanlardan daha güçlüdürler.” Buradan uyarlayalım: Bu dünyada hayallerimizi inşa edenler... Hayatlarımızın içine edenlerden daha güçlüdürler!.. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle