Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
17 HAZİRAN 2018, PAZAR SAYFA 3 Hayat gürer mut Trans bireylerin sorunlarını iki hak savunucusu, Eylem Babaoğlu ve Pınar Ege ile konuştuk ‘Umutlu olmak, yeşillenmek gerekiyor’ Fotoğraf: Kurtuluş Arı Fotoğraf: Kaan Sağanak Türkiye’de nefret suçları her geçen gün daha büyük boyutlara ulaşıyor. Son olarak, geçtiğimiz haftalarda İstanbul Beyoğlu Gümüşsuyu’ndaki evinin bahçesinde komşusu tarafından silahlı saldırıya uğrayan LGBTİ aktivisti trans kadın Kıvılcım Arat bu kurbanlardan biri. Sistem tarafından kasıtlı şekilde “cezasızlığa terk edilen bir suç alanı” olan trans cinayetlerini, transfobi ve transların verdiği mücadelenin anlamını tam da 2018 “Onur Yürüyüşü” öncesi aktivistler Eylem Babaoğlu ve Pınar Ege ile konuştuk. “Hayatın içinde giderek artan nefret suçlarının tek muhatabı biz değiliz...” Böyle diyor Eylem Babaoğlu ve nefret suçlarının temelinde, ‘Yapıyorum çünkü yapabiliyorum’ anlayışının olduğunu söylüyor: “Bir yerde sizi stres topu gibi görüyorlar. Bunu sadece transfobiyle açıklayamazsınız. Siz siyasal otorite olarak bir grubu açığa düşürdüğünüzde, kaçınılmaz olarak ortaya bir şiddet sarmalı çıkıyor.” Sistemin cezasız bir alan olarak bıraktığı trans cinayetlerinin evrilerek tüm toplumsal kesimleri tehdit ettiğinin altını kalınca çizmekte Eylem. “Şu an translara neler yapılıyorsa, bu ilerde sizlere neler yapılacağının göstergesidir. Bunu yıllarca anlatmaya çalıştık. Maalesef öngörülerimiz her geçen gün doğrulanıyor. Sistem nefret suçlarını, boğaz kesmeleri ilk bizim üzerimizde denedi. Ardından Özgecan Arslan, Münevver Karabulut vakaları geldi.” Eylem Babaoğlu Kıvılcım en yakıcı örnek Eylem’in tespitinden yola çıkarak, kendisine şiddetin organize halinin transları nasıl etkilediğini sorduğumuzda ise Türkiye’de hukuka dair bir şey kalmadığı, sokakların paramiliter çeteler tarafından tutulduğu ve özsavunmanın artık bir zorunluluk haline geldiği yanıtını alıyoruz: “Geçtiğimiz günlerde, bir arkadaşımız gasp edildiği için karakola gitmiş, orada onun şikâyetini dikkate almayan polis tutanak bile tutmadan, onu karakoldan kovmuş. Burada hukukun varlığından bahsedebilir miyiz? Dolayısıyla bugün can ve mal güvenliğimizi kendimiz almak zorundasınız. İş başa düştü.” Kıvılcım Arat’ın başına gelenlerin hukuksuzluğun ve “cezasızlığın” en somut örneği olduğunu belirterek, “Kıvılcım, geçtiğimiz hafta evinin arka bahçesine indiğinde karşı apartmandaki bir adamın kendisine küfür ettiğini görüyor. Kıvılcım karşılık verince de, adam içerden pompalı tüfeğini çıkartıp ateş ediyor. Fazla bir cesaret var ortada” diyor. Olayın ardından Vakıf’ta çalışan üç avukatın da müdahalesiyle, polise zar zor tutanak tutturulmuş, ama ortada bir yaralama vakası olmasına rağmen saldırgan tutuklanmamış. Kıvılcım Arat, bir trans aktivist. Şüphesiz bütün Pınar Ege aktivistler gibi o da mücadelenin en önünde yerini almış bir figür. Eylem’in deyimiyle o, bir barometre. Sistemin bütün taktiklerini, saldırılarını üzerinde denediği birisi. Dolayısıyla onun yaşadıkları çok yakın gelecekte yaşayacaklarımızın bir nevi provası anlamına da geliyor. ‘Şiddet’le değil, ‘umutla’ anılmak istiyoruz Trans bireylerin yaşadıkları zorlukları konuştuğumuz İstanbul’daki Trans Misafirhanesi yöneticisi, hak savunucusu Pınar Ege de sistemin saldırılarına teslim olmadıklarını ve yeni bir hayatı yaratmak için inatla direndiklerini belirtti. Trans kadınların sürekli şiddetle anılmasının bir noktada toplumun olumsuz izlenim edinmesine neden olduğunu söyleyen Pınar, “Şiddet şüphesiz var ama hak savunuculuğu yapan bir şeyleri dönüştürmek ve değiştirmek için uğraşanlar da var. Yani insanlara biraz umut vermek gerekiyor. Bir sürü acı yaşıyoruz evet, ama bir yerden umutlanmak, yeşillenmek de gerekiyor” demekte. Pınar, Türkiye’de transfobinin tarihinin 90’lı yıllara dayandığını, 80 öncesinde trans bireylerin toplum içinde saygı gördüğünü, onlarla konuşmanın bir lütuf ve değer olarak görüldüğünü, 90’lar da ise medya tarafından başlatılan linç kampanyasının bu durumu tersine çevirerek cinsel yönelimlere tahammülsüz bir tablonun ortaya çıktığını belirtiyor. Ülker Sokak olayının da tam bu dönemin ürünü olduğunu ve trans kadınların o süreçte önemli bir direniş sergilediğini kaydediyor, Türkiye’de transfobinin ve nefret suçlarının da bu dönemden sonra artış gösterdiğine dikkat çekiyor. “Neden kadınlar istihdam edilmiyor? Yani on binlerce trans kadın içinde, 7 tanesi oyunculuk yaparak hayatını geçindiriyor. Kamuda çalışan trans kadın sayısı 23. Bu sistem açıkça bizleri dışa itiyor.” Pınar, işte bu durumda trans kadınların büyük çoğunluğunun bedenleri üzerinden geçinmeye yöneltildiğinin altını çizmekte. Her gece sevdiklerinizin sesini duymak istersiniz Sorunları ve sürekli tehdit altında olmanın kendilerini nasıl etkilediği sorusuna ise, “Çok basit birşey söyleyeyim, bizimle birlikte sokağa çıksanız neler yaşadığımızı anlarsınız. İnsanların sürekli rahatsız eden bakışlarına, küfürlere, hakaretlere, bazen fiziksel tacizlere varan durumlara tanıklık edersiniz” cevabını alıyoruz Pınar’dan... Bir trans seks işçisi için durumun daha ciddi boyutlarda olduğunu öğreniyoruz. Bu bağlamda Babaoğlu’nun söylediği şu sözü de hatırlıyoruz: “Caddede çalışmak zaten bir seks işçisinin en son tercih edeceği şeydir.” Aynı vurgu Pınar’da da şöyle karşımıza çıkıyor: “Mesela seks işçisi her gece işe çıkmadan önce yakınını arar. Son bir kez sevdikleriyle konuşmak ister. Çünkü sabaha ölmüş olma olasılığı yüksektir.” Trans seks işçilerinin içinde bulundukları zorluklar ve ruh hali böyle... Bu kadınlar yanlarında duran arabadan kendilerine yönelik nasıl bir saldırı geleceğini ve ne yaşayacaklarını bilmeden geceden gündüze hayatta kalmaya çalışıyorlar. Tüm bu strese, zorluğa ve ölüm tehditlerine katlanmak için trans seks işçilerinin yoğun uyarıcı maddeler kullanmak zorunda kaldığını da Pınar’dan öğreniyoruz: “Bu maddeler vücudunuzda ve psikolojinizde olumsuz etkilere neden oluyor. Bu sürecin sonunda sağlıklı hale dönüşmeniz oldukça zor. Sağlıklı bir insan olarak, oraya çıkamazsınız zaten. Kaç tane sağlıklı insan gecenin o saatinde sokağa çıkabilir?” SEDEN MESTAN İstiklal Caddesi’nin kültürsanat simgesi geri dönüyor İzlenim ‘SALT Beyoğlu’ kaldığı yerden devam! Silinmeye çalışan hafızasıyla birlikte Beyoğlu, pek çoklarının derin bir kalp sızısıyla andığı bir yere dönüşse de bazı eski sakinleri onu bırakıp gitmeye hiç niyetli değil. Aslında konu sadece “niyet”ten ibaret de değil. Hikâye malum: Tarlabaşı dönüşüm projesiyle hız kazanan rant politikaları, Beyoğlu’nu gözüne kestirmiş ve sonucunda da semtteki pek çok köklü işletme tüm mücadelelerine rağmen mekânlarını terk etmek zorunda kalmıştı. Tabii onların peşinden görece daha yeni ve küçük işletmeler de yavaş yavaş kepenklerini indirmiş, Beyoğlu’nu ve İstiklal Caddesi’ni kendine has turist kalabalıklarıyla baş başa bırakmıştı. Taksim Meydanı’nda yaşananları ise zaten hepimiz birinci elden deneyimliyoruz: Nice distopyalarla yarışacak bir inat hikâyesine dönüşen bu meydan savaşı, kültürel simgeler etrafında iyice alevleniyor. Tüm bu ruh halinin yarattığı etkiden dolayı olsa gerek; kendini romantik sayılabilecek bir nostaljiye kaptıran İstanbulluların, tramvayı yeniden en afili haliyle Beyoğlu’nu turlarken gördüğünde duyduğu sevinç oldukça hakikiydi aslında. Şimdi kavuşma sırası, semtin bir diğer eskisi, SALT Beyoğlu’nda!.. Eskilerle yeniden Aynı Bankalar Caddesi’ndeki kardeşi SALT Galata gibi, kendine has bir dinginliğe sahip, ziyaretçileri, etrafındakileri keşfetmeye adeta teşvik eden bir sergi alanıydı SALT Beyoğlu. 2011’de kapılarını açtığında İstiklal Caddesi’nin günlük ritmi değişmişti. Aklınızda sergi görmek olmasa bile kendinizi SALT Beyoğlu’nun o büyük camekânlarından içeri bakarken bulabiliyor, Mimari düzenlemeler ardından kapılarını ziyaretçilere açan, SALT Beyoğlu, İstiklal Caddesi’ni şehrin kültürsanat ajandasında baş köşeye taşımaya yeniden hazır. programdaki sergi ve etkinliklerin peşinde, katları turlamaya başlıyordunuz. 2015 yılının Aralık ayında, mimari düzenlemeler nedeniyle geçici de olsa kapılarını kapayan SALT Beyoğlu, “Ya bir daha hiç açılmazsa” korkusunu zihnimizin bir köşesine bırakıp sessizliğe çekilmişti. Aradan geçen 2.5 yıl gibi kısa süre içerisinde İstiklal Caddesi şehrin kültürsanat alışkanlıklarında çok farklı imajlara büründü. Tarihi değer taşıyan mekânları elinden alındıktan sonra, tüm bunların yerlerine dikilen modern binaların kuru görüntüsü eşliğinde tek başına bırakılan İstiklal Caddesi, şehrin kültürel ajandasının da odağından çıkmıştı. Durum hiç umut verici gözükmüyordu. Ta ki Akdeniz Heykeli’yle birlikte yeniden yükselen Yapı Kredi Kültür Sanat binası, Galataport projesinin tamamlanmasını beklerken Tünel’deki yeni yerine konumlanan İstanbul Modern ve geçen nisan ayında faaliyete geçen SALT Beyoğlu, birer birer yerlerini almaya başlayana dek... ‘İstiklal’ için bir umut 19. yüzyılın ortalarında inşa edilen, altı katlı Sinioussoglou Apartmanı’nda konumlanıyor SALT Beyoğlu. Her katın incelikle planlanmış ayrı bir işlevi var. Giriş, önceden bildiğimiz gi bi; bizi karşılayan seçili sanat eserleri ve küçük çaplı sergiler yine yerli yerinde. “SALT’a açılan bir arayüz” olarak kurgulanan ve hem mevcut hem de gelecek programları sunan Forum da burada. Film gösterileri, söyleşi ve performansların düzenlendiği, etkileşime açık olarak tasarlanan Açık Sinema, Forum’un içinde, hatta onun bir uzantısı gibi. Yerini kaybettikten sonra SALT Salt Beyoğlu’ndaki (yanda) ‘Devamlılık Hatası’ sergisi 22 Temmuz’a kadar görülebilir (üstte). Beyoğlu’nun binasına taşınan kitabevi Robinson Crusoe 389 da yenilenme sonrası dördüncü kattaki yerinden çıkıp giriş katına inmiş. SALT’ın gıda odaklı kültürel çalışmalarına ev sahipliği yapan Mutfak ile birlikte Robinson Crusoe 389, hem buraya çalışmaya gelen öğrenciler hem de ziyaretçiler için özel bir alan yaratıyor. Programdaki daha kapsamlı sergiler için ikinci ve üçüncü katlara davet ediyor sizi SALT Beyoğlu. Toplamda 750 metrekarelik bir sergi alanı sunan bu katlarda 22 Temmuz’a kadar, Aydan Murtezaoğlu ve Bülent Şangar’ın bugüne kadarki en kapsamlı sergisi “Devamlılık Hatası” yer alacak. SALT Beyoğlu’nun bu ikinci açılışını yapan sergide, 1990’lardan bu yana sanatçıların hem ortak hem de birbirinden bağımsız olarak ürettikleri işleri görmek mümkün. SALT Beyoğlu’ndan dışarı adımınızı attığınızda, dev şantiyeleriyle İstiklal Caddesi hâlâ pek dostane gelmiyor olabilir gözünüze. Yine de İstiklal’in geçmişini ve bugününü yaratan özgün mekânlarıyla var olmaya devam edeceğini bilmek, yine/yeniden buraya gelmek için umudumuz olacak her zaman. C MY B