Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Doğa ve barış kültürü Kediye, köpeğe yönelik şiddet haberleriyle, insana kıyan şiddet haberlerinin el ele gittiği sizin de dikkatinizi çekmiştir. Doğaya yönelik şiddet olaylarının da farkındasınız elbette. Peki, Karadeniz’in yaylalarını, ormanlarını, derelerini, Küre ve Kaz dağlarını, Eskişehir ovasını tehdit eden, yok eden şiddet ile hayvana ve insana yönelik şiddetin aynı kaynaktan çıktığını düşünür müsünüz? Bütüncül bir bakış açısıyla bakarsanız bunu mutlaka görürsünüz. Bilinen bir kural: Bir toplumda (ve dünyada) gerilimler, çatışmalar, bölünmeler arttıkça sistemin bütün parçalarının bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. Savaşlar, küresel çatışmalar, ekonomik krizler, sömürü, yoksulluk, bireysel ve toplumsal şiddete olduğu kadar ekolojik şiddete de yol açar. Hepsi birbirini etkiler, tetikler. Çevre eğitimi uzmanlarının dediği gibi, “toplumsal şiddet çevresel yozlaşmaya yol açar, çevrenin sömürülmesi de toplumsal şiddetle sonuçlanır”. Birey ve toplum ile çevre arasında uyumlu ilişkiler kurulmazsa bundan herkes ve her yer zarar görür. ‘Doğanın efendisi’ sanma hatası İnsanoğlu şimdiye kadar kendisini doğanın efendisi olarak görme hatasını işledi, şimdi doğanın bir parçası olduğunu görmek zorunda. Yani kendisi ne kadar değerliyse bir köpek, bir kedi, bir çocuk, bir ağaç da o kadar değerli. İnsan kendisi için adaleti ne kadar istiyorsa deniz, ova ya da dere için de o kadar istemek zorunda. Ekolojik düşünme, ekolojik adalet, ekolojik barış, karşılıklı bağımlılık kavramları bu bilinçle yaratıldı. Çevre eğitimi ile barış eğitiminin bütünleştirilmesi bu nedenle önemli. Evrensel değerler, evrensel sorumluluk, evrensel barış bu nedenle gerekli. Temel ilke; her insanın kendisiyle, başkalarıyla, doğayla bütünlük içinde yaşaması, bunun sorumluluğunu taşıması. İnsanın kendisiyle, başkalarıyla barışı kadar doğayla barışı da söz konusu. Yani ormanı keserek, dereyi kurutarak, yaylayı betonlaştırarak sadece doğayı değil, insanı ve toplumu da tahrip ediyorsunuz. Doğa barışı kadar toplum barışını da yok ediyorsunuz. Demokrasi kültürü; insan ve toplumla birlikte doğanın da refahını, huzurunu, sağlığını içerir. Doğanın sağlığı bozulursa bizimki de bozulur. Biyoçeşitliliği gözetmek Doğa ile barış içinde olmak ekolojik bilinci (biyoçeşitliliği gözetmeyi, doğal dengeyi korumayı) gerektirir. “Dünya Şartı Girişimi” bunun için kurulmuş. Dünya Şartı’nın burada bizi ilgilendiren yönü, eğitsel amaçları: İnsanlığın karşılaştığı temel tehditler konusunda farkındalık sağlama; insanlara küresel ve bütüncül biçimde düşünmeleri için yardımcı olma; temel ahlaki konulara ve bağlantılarına odaklanma; tutumlarda, değerlerde ve davranışlarda değişimi sağlayacak “içsel düşünme”yi bireylerde ve toplumlarda yaratma. Barış Önerisi C. HaighWood (18561927), İngiltere. Dünya Şartı’nın her bölümü dört ana ilkeyi içerir: Dünyaya ve yaşama bütün çeşitliliği içinde saygı gösterme; yaşamın bütünlüğüne anlayış ve sevgi gösterme; adil, katılımcı, sürdürülebilir, barışçıl, dolayısıyla yapısal ve fiziksel şiddeti önleyen demokratik bir toplum yaratma; kuşaklararası sorumluluğun, yeni küresel etik ilkesi olmasını sağlama. Sonuç: Kediyi, köpeği, çocuğu, kadını, sanatçıyı, doktoru, gazeteciyi dövme kültüründen, ilkeleri yukarıda belirtilen gerçek bir barış ve huzur kültürüne geçmenin yollarını acilen aramamızda yarar var. Yoksa biz birbirimizi dövdüğümüzü sanırken başkaları bizi fena halde dövecek. 17 HAZİRAN 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar Hİlal Bebek İnsan,‘öteki’nin pis kokularını duymama sayesinde korur ilişkisini Yakınlık opaklık ister İlişkilerde git gide artan bir şeffaflaşma var, malum. Nerede olduğumuz, ne yaptığımız, kimin bize ne dediği ayan beyan ortada artık. Sosyal medyada bir resme yapılan güzel bir yorumu ola ki görmediysek (!) diye ekran resimleri ayrıca paylaşılmakta. Gözlerimizin, gösterilmek istenenden kaçışı yok. Gözlerimiz, işgal ediliyor. Görmemiş olabileceğimiz kuytu köşelere dahi “zoom” yap(tırı)ılıyor. Yakın ilişkilerde eğer kafi gelmediyse tüm bu “açıklıklar”, geri kalan belirsizlik de hesap şifreleri teslim edilerek imha edilebilir. Böylece boşluk bırakmaksızın “yakın” ve belirsizlik bırakmaksızın “açık” olunabilir. Bu yeni yakınlık tanımında ciddi sorunlar var. Sınırların erimesi, şeffaflaşma, boşluk bırakmama, alan bırakmaksızın gösterme (“teşhir”) ve alan bırakmaksızın izleme (“röntgen”) ilişki kurmanın yeni bileşenleri. Chul Han’ın dediği gibi: “Yeni dogma, şeffaflığın güven yarattığı şeklinde. Oysa şeffaflık, güvenle değil kontrolle ilgili bir mesele.” Şeffaflık beklentisi, paradoksal biçimde aslında güven bunalımının uzantısı ve aynı zamanda yeni dalgaların yaratıcısı. Onun bir doz düşük olduğu olağan durumlarda dahi bütün şüphe sirenlerinin çalacağının garantilenmesi. Ve belirsizlik eşiklerimiz, iyice geriliyor. Medcezirlere müsaade etmek Yakınlık, mesafe ister. Çok yaklaşsa flulaşır, çok uzaklaşsa kaybolur yüzler... Optimum mesafeyi korumak, yakınlığın sürdürülebilirliği için elzem. Raylı bir hattın üzerinde oynar gibi esnek şekilde yakınlaşabilmek, uzaklaşabilmek, duyguların geri çekilmesine de coşmasına da alan tanıyabilmek. Medcezirlere müsaade etmek. “Ötekinin bakışından uzak kendi başına kalabileceği alanlara ihtiyaç duyar, insan. Bütünüyle ışıklandırılması insanın yanmasına ve tükenmesine neden olur. Ötekinin şeffaf olmayışıdır ilişkiyi canlı tutan. Mutlak tanıma, tüketim anlamına gelir”, diyor Chul Han... Oysa günden güne bundan çok uzak bir noktaya doğru savruluyoruz. İlişki, minumum sürede maksimum “fayda” demek neredeyse. Varoluşsal yer bildirimlerimiz, sırlarımız, arzularımız, kim olmak istediğimiz Hayır, hakkımız yok ötekine şeffaflık dayatmaya. Hakkımız yok tüm günahlarını bilmeye. Tüm ihtimallerine hâkimiyete. Tüm geçmişini taramaya. Tüm fantezilerinden haberdar olmaya. Tüm eğilimlerini yönetmeye. Tüm ayıpları ile yüzleştirmeye ve tüm gizemlerini eritmeye... ve geçmişte kim olduğumuz... Hiç gölge bırakmayacak şekilde bütün alanlarımızı dolduruyor ışıklar. Gölgelerin, bir parça “opak”lığın olmadığı yerde “resim” aslında yok oluyor. Her şeyi “teşhir” etme, her şeyi “görme” isteği ile senkronize... Tanıştığımız kişinin geçmişine, öyküsüne, gizliliklerine, kusurlarına, hatalarına hızlıca vakıf olmak ve hatta mümkünse aklından geçenlerden de haberdar olmak istiyoruz. Bugün kimle ri beğendi, kimi arkadaş olarak ekledi, geçmi şinde kimleri eklemiş ve neleri paylaşmış... Adeta birbirimizin kafasını hack’lemekteyiz. Ötekinin zihnine girip fantezilerini, ayıplarını, suçlarını, potansiyellerini bilmek, aslında onu tanımak filan değil ona hükmetmek, “sahip olmak” istiyoruz. Tanımanın ilişki kurulacak insana, hükmetmeninse eşyaya has olduğunu sanırım hatırla(ya)mıyoruz. Sosyal medya ‘röntgenciliği’ Peki iki zihin arasındaki bu ayrımsızlık ne işe yarıyor? Daha yakın olmaya mı? Hayır. Daha samimi olmaya mı? Hayır. İç içe geçmiş siyah ve beyaz, birbirini ansızın yok ediyor. Varlığın sürdürülmesi, mesafenin korunmasına bağlı. Sosyal medya kültürü, bir diğerinin zihnini röntgenlemeye imkân veriyor yakınlığın bunu gerektirdiğini vaaz ederek. İnsan, ötekinin bütün pis kokularını duymaması sayesinde koruyabilir ilişkisini. Bir diğerinin aklından geçen tüm fanteziler, beslediği tüm öfkeler, dip köşe tüm yönler bilinmediği için sürer iki kişinin buluşabilmesi. “Biz, size şah damarınızdan daha yakınız” diyen Tanrı gibi davranmaya kalkmadığımız için. Ve hayır, hakkımız yok ötekine şeffaflık dayatmaya. Hakkımız yok tüm günahlarını bilmeye. Tüm ihtimallerine hâkimiyete. Tüm geçmişini taramaya. Tüm fantezilerinden haberdar olmaya. Tüm eğilimlerini yönetmeye. Tüm ayıpları ile yüzleştirmeye, tüm gizemlerini eritmeye. İlişkinin organik gidişatını ve kendi pişme süresini bozmaktır bu harici müdahaleler. Terapiye gelen bir danışanın terapistine ilmek ilmek dokuduğu güven sayesinde ancak bir sene sonra zar zor itiraf edeceği taciz öyküsünü ikinci gün annesinden öğrenip konuyu inorganik bir yolla erken açmak gibidir. Gelişmenin ve spontan büyümenin tüm potansiyellerini tıkamaktır. Şeffaflığın tersi, kandırmak, gizlemek, yanlış yönlendirmek anlamına gelmez. Şefafflığın diğer kutbu, kişisel alanlarımızı korumak ve kesişim alanlarımızda samimi ve gerçek kalabilmek anlamına gelir. Ve... “Tamamen şeffaf olan, sadece ölü olandır. Mesafe tutkusunu yeniden canlandırmak zorundayız !” (Chul Han, “Şeffaflık Toplumu”, Metis Yay, 2017) hilalbebek@yahoo.com; www.hilalbebek.com.tr Yurttan Sesler Antalya’da yakalamalı hacizli otomobili çekilen kadın sinirini, taşla aracının camı ve kaportasına zarar vererek aldı. Yurttan Sesler, başkasına zarar vermek yerine hıncını kendinden çıkartan herkese sevgilerini yolluyor. Tokat’ta 112 Acil Sağlık Hizmetleri İstasyonu’nda görevli acil tıp teknisyenleri Hacı Mustafa Ziraatçı ile nişanlısı Ebru Aslan evliliğe “evet” demek için ambulansı tercih etti. Bu evlenme işinin suyunun çıkartılmadığı bir meslek grubu ya da bir evlenme mekânı var mıdır acaba diye düşünürken aklıma cenaze yıkayıcıları ve gasilhane geldi. Orada bari sürpriz evlilik yapmazlar diye düşünmekle birlikte, acaba olur mu demekten de kendimi alamıyorum. Zonguldak’ta pikap ile çarpışması sonucu devrilen aracın sürücüsü M.Ç., sağlık ekiplerinin ısrarına rağmen tedaviyi kabul etmeyerek aracının başında bekledi. Sağlık ekipleri kaza sebebiyle yaralanmış olabileceğini hatırlattığı sürücü, “Benim korkacak bir şeyim yok. Benim aracımın başında kimse yok” yanıtını vererek, “mala geleceğine cana gelsin” atasözünü de hayata geçirmiş oldu. Tekirdağ Çerkezköy’deki Medine Cami’nin şadırvanlarındaki musluklar kimliği bilinmeyen şahıs veya şahıslarca çalındı. Bu hafta ayrıca Adana’da kablo çalmak isteyen iki hurdacı akıma kapılarak yaralandı. Geçen haftalarda da hatırlayacağınız gibi Kadıköy’de rögar kapağı çalınmıştı. Organize İşler bunlar, başımıza işler bunlar... Erzurumlu Nusret Gökçe, memleketi Erzu Tokat’ta her ikisi de 112 acil çalışanı olan çiftin nikahı ve düğün öncesi fotoğraf çekimleri ambulansta yapıldı. rum Şenkaya ilçesine bağlı Paşalı köyüne külliye yaptırdı. Toplam maliyeti 4.5 milyon lirayı bulan külliyede cami, Kuran kursu, taziye evi, gasilhane bulunuyor. Fotoğraflardan tanıdığımız kadarıyla son derece dünyevi bir insan olan Nusret Gökçe’nin köyü için, sözgelimi okul yaptırmak yerine bu derece uhrevi yatırımlar yapmasının vardır bir hikmeti elbette. Hatay’ın İskenderun ilçesinde belediye, Ramazan Bayramı dolayısıyla mezarlıklara ücretsiz seferler düzenledi. Hep dünyevi pazarlama teknikleri olacak değil ya, öteki dünya promosyonu ile de tanıştık işte. Tokat’ın Reşadiye ilçesinde, temizliğiyle övgü alan Muratkaya köyünde, muhtar, yere sigara izmariti atanları köy işlerinde çalıştırıyor. Muhtar: “Sigara izmaritini yere atanları yakaladığımda Azmi Karaveli cezalar kesiyorum. Tatlı bir ceza veriyorum.” Ceza alan Ünal Uçar ise “Evimin önünde izmarit atarken muhtara yakalandım. Bana ceza verdi. ‘Köy mezarlık duvarı var. Onu yapacaksın’ dedi. Ben de seve seve kabul ettim. Kullanmasam iyi ama kullanıyorum.” diye konuştu. Bu hafta ne yazsak bir şekilde ucu mezarlıklara, öteki dünyaya çıktı, hayırdır inşallah... 24 Haziran’ın hepimizi daha dünyevi yapması dileğiyle... Mersin’de polisin yaptığı çalışmada akü hırsızlığı iddiasıyla 6 şüpheli gözaltına alınırken, adliyeye sevk edilen zanlılardan biri, “Çekmesene abi, sanki cinayet mi işledik, neden çekiyorsun” diyerek hırsızlığı suç kategorisinden çıkartmayı ve suçlar arasında hiyerarşi yapmayı başardı. Mersin’de akü hırsızlığı iddiasıyla gözaltına alınan zanlı, “Çekmesene abi, sanki cinayet mi işledik” diye kendini savundu. 17 haziran 2018 SAYI: 24 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa Uygulama İLKNUR FİLİZ BAHADIR AKTAŞ Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul C MY B