Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 8 THERAPIA ALPER HASANOĞLU Kimliğimizdeki bilinç kırıntıları Yukarıdaki başlığı atarken ne yapmak istediğimin bilincindeyim. Eğer öyle olmasaydı, yazdığım hiçbir cümle anlamlı olmazdı. Ama cümlelerimin tam olarak nasıl olduğunu ancak yazımı tekrar okuduğumda görebileceğim. Yani şimdi yazacaklarım bilinçli ve bilinçli olmayanın, bilinçdışının bir karışımı olacak. Burada sözünü ettiğim bilinçdışı Freud’un cinsellik ve agresyon çerçevesinde sözünü ettiği bilinçdışı değil elbette; düşünme, anımsama ve diğer tinsel eylemleri içeren kognitif bir bilinçdışından söz ediyorum. Daha önceki yazılarımdan birinde anlatmaya çalıştığım gibi, dolaptan bir bardak süt almak gibi sıradan gündelik bir eylem bile kognitif bilinçdışının kontrolünde gerçekleşir. Klavyede gezinen parmaklarımın hareketlerini prefrontal, motor, premotor beyin alanlarının ortak bir eylemi ve bu çerçevede adı geçen bölgelerde meydana gelen kimyasal ve elektriksel değişiklikler önceler. Bütün bunları beyin görüntüleme teknikleriyle gösterebilir durumdayız. Ama bu bulgular, bilincin ortaya çıkmasında sözü edilen beyin bölgelerinin koordinasyonunun gerekli olduğunu gösteriyor olsa da bilincin ortaya çıkmasını açıklamak için hiç de yeterli değiller. Yani, beyin görüntüleme teknikleriyle görebileceğimiz, beynimin belli bölgelerinin işbirliği ile bu cümleleri yazma niyetim arasındaki boşluğu doldurmaya yetmiyor. Bilincimin içeriği yalnızca benim bilebildiğim bir şey olarak kalıyor. Karanlık odada siyah kedi aramak! Beyin üzerine yaklaşık 300 yıldır süren çalışmalar bilinçle ilgili tatminkâr bir açıklama getirmekten hâlâ oldukça uzak. Bilinç analiz edilemiyor, yalnızca yaşantılanabiliyor. Ve bu nedenle de ben bilince sahip olduğuma göre herkes bilinç sahibidir demek dışında hiçbir şansım kalmıyor. Bu hipotezimizi kanıtlama şansımız da yok, çünkü kimsenin bilincine giremiyoruz. Kısacası bilinci tanımlamaya çalışmak, karanlık bir odada siyah bir kedi aramak gibi bir şey. Bilinç dille doğrudan bağlantılıdır. Dil ortaya çıkmadan önce yaşadıklarımızı bunu açıklayacak dil yetisi henüz gelişmediği için anımsayamayız. Çünkü yaşantılarımızı bilinçle açıklayabilmemiz için dile ihtiyacımız var. Hayvanlarda dil olmadığı için kendilerinin bilincinde olmadıkları varsayılır. Köpeğim Vegas benim bu satırları yazdığım sabah saatlerinde yemek zamanının yaklaştığının farkında olduğu için her hareketimi dikkatle gözlüyor ama bu yemeğin bilincinde olduğu anlamına gelmiyor. Ben kahvaltı deyince güzel otlu bir omletin hayalini kurabilir ve o bilinçle hareket edebilirim ama Vegas’ın da aynı bilinç içeriğiyle gözlerini bana dikip uzandığını iddia edebilir miyiz? Yani farkında olma haliyle bilinci birbirine karıştırmamalıyız. Tinin ortaya çıkışı Yine bilinci tanımlarken bellek de bir o kadar önem kazanır. Bana hangi üniversitede okuduğumu sorsanız, o ana kadar İstanbul Üniversitesi aklımda olmazdı ama bu İÜ’nün “bilincinde” olmadığım anlamına gelmiyor. Freud’un tanımıyla ön bilinçte duruyor bu bilgi ve ben gerektiği zaman o bilgiyi bilince çağırıyorum. Peki bilinç dediğimiz şey kaç yaşında gelişmeye başlıyor. Bilincin gelişmesi başka insanların bizden bağımsız düşünceleri, görüşleri ve duyguları olduğunu fark etmemizle başlıyor. Buna tinin ortaya çıkışı da diyebiliriz. Bu da üç ila dört yaşları arasında gerçekleşmeye başlıyor. Yer darlığı nedeniyle bununla ilgili deneylerden bahsetmiyorum burada. Beyin görüntüleme teknikleriyle bilinçle ilgili en önemli bölgelerin prefrontal korteks ve anteriyor girus singuli olduğunu biliyoruz. Aşırı bilinçlilik hali olarak da tanımlayabileceğimiz takıntılılık durumlarında bu iki bölgenin aşırı bir aktivite içinde olduğunu görebiliyoruz. Ama bu iki bölge tek başlarına bilincin ortaya çıkması için yeterli değil. Bir sürü beyin bölgesinin uyumlu bir şekilde birlikte çalışması gerekiyor bilincin oluşumu için. Bu karmaşıklık nedeniyle de sinirbilimsel olarak bilincin yaşantılanması konusu henüz açıklanamaz durumda. Alışkanlıklarımız da bilinçdışı ve bilinçli eylemlerimizin çok garip bir karışımı. Bu da “Özgür irade mümkün mü” sorusunu akla getiriyor. Buna da gelecek hafta değinelim. 13 MAYIS 2018, PAZAR Diyalog ÇAĞNUR ÖZTÜRK Usta ve emektar oyuncu Tilbe Saran’la ‘setlerdeki tehlike’yi konuştuk ‘Herkes insanca çalışmak istiyor’ 1 Mayıs’ta, Filhakika Yapım tarafın si gereken önlemler var. Setler, tehlikeli dan TRT için çekilen “1 Hadis 1 Film” dizi setine çekim için koyun getiren bir ‘Bu ülkede ne işyerleri öncelikle. O işyerlerinin sorumluları olur, onlar da işverenlerdir. İşve çobanın oğlunun çekim için kullanılan acı ki insan renlerin de hukuki olarak sorumlulukla meşalelerin düşmesi sonucu yandığını, bunun sette gerekli önlemlerin alınmamasından kaynaklandığını Oyun hayatının kıymeti yok. rı vardır. Alınması gereken önlemlerden sorumludurlar ve almadıkları zaman suçludurlar. Zaten 2014 yılında setler ÇSGB cular Sendikası ve SinemaTelevizyon Sendikası’nın ortak açıklamasından öğrendik. Usta oyuncu Tilbe Saran ile Her alanda, her sektörde komisyonunca “tehlikesiz” sınıftan “tehlikeli” sınıfa taşındı. Yani iş güvenliği uzmanı bulundurmak ZORUNLU! Emre hem bu kazanın nedenlerini ve çözüm böyle ama artık Gürcanlı, Ali Rıza Tiryaki gibi setleri iyi lerini, hem de projelerini konuştuk. ? 1 Mayıs’ta üzücü bir olay yaşan dı sette maalesef... Çok uzun zamandır gündemde tut maya çalıştığımız bir konu bu, çünkü ne yazık ki ilk değil. Daha önce başka çocukların da başına gelmiş olabilir ama ne yazık ki bir kaza raporlama sistemimiz yok. Eğer orada da yürekli bir çalışan bize haber uçurmuş olmasaydı yine kimsenin haberi olmaya bu kültürün değişmesi gerekiyor.’ tanıyan kıymetli hocalar, iş sağlığı güvenliği uzmanları ve hekimlerin katkılarıyla sendikalar, setlerdeki tehlikeleri anlatan bir rehber kitap hazırladı. Yani yapımcılar ve kanallar sadece rehber kitabımıza bakarak setlerdeki çalışma güvenliğini sağlayabilirler. Tek yapmaları gereken, bütçelerine yapım aşamasında “güvenlik” kalemini koymak ve çalışanlarının can güvenliklerinden sorumlu olduklarını hatırlamak... cak ve üstü kapatılacaktı bunun da bü ? 1 Mayıs’ta setlerde çalışmama bir Fotoğraf: Ayşegül Karacan yük ihtimalle. anlaşma mıydı, yoksa yapımcı inisiyatifin ‘İş güvenliği uzmanı bulundurmak zorunlu’ de mi? Bu hep bir temenni olarak kaldı. Her yıl bu sendikanın, yapımcılara yolladığı bir iyi niyet mektubu: “Lütfen, 1 Mayıs, bay ? Bu olay öyle mi haber alındı? Evet. Ve biz haber kaynaklarına ulaşıncaya kadar çok uzun zaman geçti. Oyuncular Sendikası ve Sinema TV Sendikası’nın sıkı takibiyle bu olay kapatılmadı, kapatılmayacak. Tıpkı tersane, maden ya da inşaat sektörlerinde olduğu gibi ısrarlı ve kararlı çalışmalarla bu alan da mercek altına alınıp dikkatle izlenmeli, güvenli çalışma kültürü oluşturulmalı ve denetlenmeli. En basit sahnede bile alınması, dikkat edilme ram, insafa gelin.” Bunu uygulayan setler var, uygulamayanlar var. İşte orada sadece yapımcılar değil sorumlu olan... Tam taşeron bir sistem; tepede kanal var, ana alıcı o. Diziler 90 dakika olduğunda “Yerli dizi, yersiz uzun” yürüyüşü yapıldı; sonra 120’ye çıktı, şimdi ise 154 dakika! Bazı diziler 164’e zorlanıyor!.. Neden? Daha fazla reklam almak için... 30 saniyelik bir reklam filmi üç günde çekiliyor, 154 dakika 5 günde çekiliyor! Gayet ba ‘İyilik de içimizde kötülük de’ sit bir hesap var ortada. ? Ne yapılmalı peki? Çok basit. Çözüm, hep birlikte. Öncelikle diya ? İstanbullu Gelin’de terapi sahneleriniz çok beğeniliyor. Şiddete şiddeti göstererek değil çözüm sunarak yaklaşıyorsunuz... Adem karakterine İdil’in ilk söylediği söz, “En büyük acıyı kendiniz çekiyorsunuz.” Kendi farkındalığını yükseltmek açısından çok önemli. Şimdiye kadar yerli yapımlarda bu kadar iyi yazılmış başka bir terapi sahnesi görmedim. Öykünün kendisi zaten bir psikiyatristin danışmanlığında yazıldığı için çok sağlam bir kök var. Senaristimizin de bu konuda çok deneyimli olması, terapi sahnelerini gerçekçi kılıyor ve izleyen herkese ayna tutuyor. Örneğin sadece şiddetten söz edilmiyor, insanın kendi derinlik lerine gidebilme cesaretini de hatırlatıyor. Ve bunu da insanın kendisinden başkasının yapamayacağı vurgulanıyor. “Kendinizi keşfetmeyi bırakmayın” dediğim bir yer vardı. Her ilişkide, insanın bir durup kendine bakması gerekiyor. Aynayı kendine tutmalı ve bu kolay değil, insan kendinden hoşnut kalmayabilir. Ama bunu değiştirmek için de gücü var. Bu terapi sahneleri insanın gücünü, kendine hatırlatıyor. İyilik de kötülük de içimizde, elimizde, ikisini de seçebiliriz. Bu sorumluluğu alarak yaşamak önemli bir şey... Belki de mutluluğa götürecek şey bu: Kendi karanlığımıza gidebilme cesaretimiz. log kurmak... Kanallar, yapımcılar ve sendikalar bir masanın etrafında oturacaklar ve sosyal diyalog sürecini başlatacaklar. Herkes sonuçta çalışmak istiyor, hatta sektör dışında olanlar bile bu cazip sektörde çalışmak istiyor. Herkes insanca çalışmak, insanca parasını almak istiyor. Bu, yapımcının da, kanalların da, hukukun da, devletin de sorumluluğunda. Her çalışanın tehlikeli olan işi kabul etmeme hakkı var ama bununla karşılaşan bu hakka saygı göstermeyen bir yapımcı tamam Ali gitsin Veli gelir dediği sürece bir kazanım elde edemeyiz. Bu ülkede ne acı ki insan hayatının kıymeti yok. Her alanda, her sektörde böyle ama artık bu kültürün değişmesi gerekiyor. cagnurozturk@gmail.com Bülent VARDAR Onur Ünlü’nün yeni filmi: Yakın çekim Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok Onur Ünlü, Türk sinemasındaki kariyerini adım adım inşa etti. Bir yönetmen olarak sinemamızda var olmasaydı, bir eksiklik duygusu oluşurdu. Onun için sinemamızın fenomeni demek abartı olmaz. Konvansiyonel anlatının sınırlarını daha önce yaptığı kimi filmleriyle esneten, sinemanın bir görüntü sanatı olmasına karşın, görüntülerle düşünmeye de son derece müsait olanaklarını kullanan bir isim o... Filmografisi içinde bunların işaretini en çok verdiği absürt komedi, “Sen Aydınlatırsın Geceyi” (2013) ile kendisine yeni bir kulvar yarattı. Altın Koza’da ödülleri topladı Ünlü’nün son dönem filmlerini, film kuramcısı ve algı psikoloğu Rudolf Arnheim’ın deyimiyle, “duyularıyla düşünmek” olarak tanımlayabiliriz. “Sen Aydınlatırsın Geceyi” filmi ile başlayan soyut değişim, şimdi vizyona girmiş “Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok” ile devam edecek gibi...Film 24. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen”, “En İyi Erkek Oyuncu ve “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ödüllerini aldı. (Dikkat: Spoiler!) “Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok”, Aristoteles’in “ihtiyarın gözü gencin gözü gibi olsaydı o da genç gibi görürdü” sözüyle başlıyor. Filmin ana karakteri cinayet masası dedektifi Salim Başol (Fatih Artman), olayların odağında yer alır. Annesinden genetik mirasla aldığı bir has ‘Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok’ filminde Demet Evgar ve Fatih Artman başrolleri paylaşıyor. talık kör olma riski yaratır. Karısından ayrılan, küçük kızıyla da yeterince ilgilenmeyen Salim, Komiser Nihal’le (Ezgi Eyüboğlu) zengin bir adam olan Murat Soylu’nun bıçaklanarak öldürülmesiyle ilgili soruşturma yürütmektedir. Maktulün evinde karısı Handan’ı (Demet Evgar) sorgularlar. Eski bir piyanist olan Handan kördür ve zaman zaman körler okuluna giderek çocuklarla sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirir. Salim güzel ve çekici bir kadın olan Handan’dan etkilenir ve ona âşık olur. Bir kez birlikte olurlarsa da sonra kadın Salim’den uzaklaşır. Salim, cinayetle ilgili şüphelileri araştırırken Recep’e (Özgür Emre Yıldırım) ulaşır. Recep her cuma günü, Murat Soylu’nun (yedi ölümcül günahını affettirmek ister gibi) adağı olan yedi koyunu kesmektedir. Giderek anlaşılır ki Murat, Recep’in sevgilisi Leyla (Hare Sürel) ile ilişki kurmuş ve ondan çocuğu olmuştur. Salim, Recep’in sevgilisi Leyla’ya kafayı takar ve olaylar Salim’in gözlerinin kör olmaya başlamasıyla iyice yoldan çıkar... Kör olma da gör beni! Özellikle yakın zamanda çektiği “Gerçek Kesit: Manyak” (2018) vesilesiyle yapıldı bu eleştiriler... Onur Ünlü, film çekerek ne yapmak istiyor? Bir konuşmamızda, “arayış”ının sürdüğünü ve bunun için film çekmeye devam edeceğini söylemişti. “Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok”, özellikle körlük metaforuna yaslanıyor. Ünlü, körlük metaforuyla iç gözümüze gönderme yapıyor. Kör olmak üzere olan Salim’in ruhsal dünyası, filmde ışık ve kamera düzenlemeleriyle etkili bir şekilde yansıtılmış. Ünlü’nün filmi ortalama seyirci için zor bir seyirlik. Filmde sıklıkla gösterilen genelevle, Salim’in annesinin eski, kör bir fahişe olduğunu anlıyoruz. Körlük, genelev, fahişelik metaforları, Ünlü’nün olay örgüsünün zincirleri değil; bunlar onun duyularıyla düşünürken yapmak istediği yeni ve farklı şeylerin anahtarları... Dolayısıyla, giderek daha sık film çeken, bazı filmleri “can sıkıntısından çektiği” eleştirisi alan, bu çerçevede bir konuşmamızda da “arayış”ının sürdüğünü ve bunun için film çekmeye devam edeceğini söyleyen Onur Ünlü, bu son filminde sözlerinin izinde olduğunu hissettiriyor. C MY B