Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 MAYIS 2018, PAZAR SAYFA 5 Teşhis Ahmet Tulgar Hayatı hücrede bile ertelemeyecek kadar seven Selahattin Demirtaş Taş duvarların ardında kaynayan neşe Bazen Selahattin Demirtaş’ın gizemini keş sanın sağaltıcı uyumunu koymak. Armonik, fettiğimi düşünüyorum. Bütün bir topluma, müzikal bir siyaset... Kuralları ve kompozis kurumlara, örgütlere sanki “Gel oynayalım” yonu toplum tarafından sevinçle kabullenil diyor. Bu, çok güçlü bir çağrı olmalı. Alttan miş, neşeyle dahil olunan bir oyun. alta algıladığımız, kabul ettiğimiz bir davet bu. “Gel oynayalım.” (“Bir de oynayalım” yani... Demirtaş’ın her yaptığına, ettiğine sinmiş bu söylem tarihsel olarak böyle anlaşılmalı!) Çıkardan uzak estetik çocuksuluk Demirtaş “gel oynayalım” diyor topluma ve Johan Huizinga, Homo Ludens (1938) ad katı olan her şey buharlaşıyor. Haliyle nemle lı kitabında “oyun oynayan insan”ı “homo sa nen gövde yeşerecek. Yeni bir şey bu!.. piens” (düşünen insan) ve “homo faber” (alet Bu çağrıyı, bu daveti ne zamandır almış ol yapan insan) kavramlarının yanına üçüncü bir malıyız? Her defasında bunca neşelenmemizin ve elbette heyecanlanmamızın sebebi budur. Hamasetle taş kesmiş, ticaretle iliği kurutulmuş siyaset alanına bu ülkede, tam da böyle bir acı ve şiddet tünelinden geçerken – bu korku tünelinde hayatlarımıza her defasında katılan bu neşe nereden gelir, nasıl gelir yoksa?.. alternatif olarak koyarken, oyunu bütün insani faaliyetlerin başlangıcına yerleştirir. Oyun, herhangi bir çıkar gözetmeksizin ve tam bir gönüllülükle girişilen bir faaliyettir. Bir çocuk samimiyeti ve neşesi ile... Selahattin Demirtaş “homo politicus”tan “homo ludens”e kolayca geçiyor ve her se Tam da acının odağında, en derin yaranın ka çim kampanyasına gönüllü, dünden hazır ve buğunun altında, taş duvarların ardında kaynayan bu neşe, bu Selahattin Demirtaş’ın neşeyle başlarken, bütün bir toplumu beraber oynama her şeye rağmen iyi hissedebilme hali/halimiz yeni ve müjdeli bir siyaset felsefesi ve pratiği değil mi? Hızla alıştığımız... Neşeyi hepimiz için bir alternatif haline getiren bir siyasetçi Demirtaş. en ciddi meseleleri ele alırken bile muhafaza ettiği çocuksu neşe ve içtenlik, bu oyunsever hal, bu yeniden ve ya çağırıyor. Halayda ve siyasette... Bu çıkardan uzak, estetik çocuksuluk, onun her seçim kampanyasında yeniden tazeleniyor olmasının ve imgesinin kesintisiz reenkar gşBoBoşehdlscTieeiekaarlüanurasDBayktdyçbşiniariddılanyu,aeaukcümaejtramnkş.aaıandn.eisbuıd.rmhkiızaenaivr.aNdüayecrttsderaiGanıcaeı,eşyizyinşsrpdşneengeeım’edeainieeıtdevndsnanbiçirşiçoeşieeşljiieyymtyinnğlreibbvmoieoseüruyeitiedrtirşnrlrrreiyy.oeeeiauşeltk.aaeTrasotjtpe.ilesiirnpçayha,rrecHdtdomtlnoaetarieuiikeazaymrnnlmi!mnjıbelniznereimeB.uea,psode.şh.bahirşieigeşbzeynİdukeeyemariuemiberbr.diuıuşevlçeueiınçrlşaeeekmbyrnryoihjeiabrioaybyeysnedioniılğeanrrriairnerdar.anebkaökaleenksıoikızşnkıilralgaışşeıdutdüllcokgaloevdıparğeğşalnlniuguadhkdendmümanioaearişoşçnıbkoşaoub,lğhıılulliürarlaidrramııbnytlaruyöagldiesdülizoladnyeea,ugantoicrahndbüpeğ.oeviığurlnşnueiannlbvuiieaşloeşlymhcbrcvnmcbraıcetiuuleaiaüaraedısleiSınkrksltyenyğ,idnlüyenissboaeaiadimnluouiitrryaaemrdokln.bkuhnatnanpöoyuaiğaehalelnlçyzanadrsteaşaueeütnraşueeofmidvlıgkrşdalnnğiaevatrüaçkzasuüiklDielaaaçn,lenkmrkibl;brüteieseoıoçicabşmduiytdhktrepleltiioeaiaiarazoiağll.ğnrrruerkladyea.ıtTıiilmlena,,arnuaiabakvşariblanyrauşn’ı,iıugsraırrnsçmdnhkeaçünaaıhovuüeğohnçdnüeeneclanıtrürnn yoruz. Bu ne kadar yeni bir şey bu ülke için?! Yeni bir yol açmak, yeni bir yola girmek için Zulme karşı gençlik aşısı kaskatı paradigmalara gülüp geçebiliyoruz artık. Bu, Demirtaş alternatifiyle açılan bir alan. İki uçtaki her şeyden vazgeçmeye hazır olma durumu ile hiçbir şeyi ertelememe halinin birbirinin sağlamasını yaptığı, samimiyetini yansıttığı mümbit bir alternatif sahası. Siyasete ve direnişe yeni bir oyun sahası. Evet, bir oyun sahası bu, oyuncaklı bir iş onun bu yaptığı... Zekâ ister. Demirtaş, toplumun zekâsını provoke eden bir siyasetçi. Toplumun zekâsını sevecen okşayan... Türkiye siyaset kamuoyu zekânın haz alınabilir bir şey olduğunu öğrenir, deneyimlerken, Demirtaş oyunla siyasetin oyununu bozuyor, oyunu (yeniden) kuruyor. Seçim kampanyalarının en civcivli anlarında eline sazını alıp, yüzünde muzip bir gülümsemeyle türküsünü söylemeye başladığında hep işin Almancası, İngilizcesi de aklıma gelir. Bu iki dilde, kuvvetle muhtemel başka bazı dil Kendiyle ve hayatla oynadığı bu oyunu eğer bir çocuğun deliksiz ciddiyeti, samimiyeti ve konsantrasyonuyla sürdürürse insan, onu yıkmaya, ezmeye çalışan güç odakları için tahammül edilemez bir skandal, aynı güç odaklarının mağduru diğer insanlar içinse büyük bir umut ve cesaret kaynağı olur. Bulaşıcı cesaret, dünyanın her derde deva tek çocuk hastalığı olmalı. Zulme ve hamasete karşı bir gençlik aşısı!.. Selahattin Demirtaş’a bakarken oyunun trajediye en yakın olduğu yerdeyiz. Oyunun en saf ve en bozulmamış haliyle karşı karşıyayız. İnsanın en savunmasız olduğu sırada oyunla ayağa kalktığı, oyunla ayakta kaldığı, korkuyu ve zulmü neşeyle yendiği yerde. Huizinga’nın işaret ettiği o bütün insani faaliyetlerin başlangıcındaki oyunun içinde. Sanattan siyasete, üretimden mücadeleye... Her faaliyette. lerde de, “oynamak” ile “bir müzik enstrümanı çalmak”ın aynı sözcükle (“spielen” [Alm.], Oynayaoynaya gelin çocuklar! “play” [İng.]) tabir ediliyor olması. Şiddet ya da hamasetin gündelik hayat ile uyumsuzluğu Bu seçim dönemi de yine neşeyle başladı. Birçok insan bu dö nun karşısına melodi ile söz, enstrüman ile in nemi 7 Haziran 2015 önce sindeki o birkaç ayın atmosferine benzetiyor. Neşe benzeştiriyor olmalı, oyun benzeştiriyor. Demirtaş neşesi işte!.. Bu seçim döneminde ne ölçüde olduğunu bilemem ama bir başka oyunsever, oynamayı sever görünen siyasetçi daha var önde. Muharrem İnce’yi Selahattin Demirtaş’a doğru çeken, nice önyargının üzerinden seksek oynarcasına sıçrayıp geçmeye tahrik eden şey, oyuna olan bu düşkünlüğü, doğuştan gelen bu per vasız neşesi olabilir. Bu, Muharrem İnce’nin kampanyasına da yansır oldu. Ne tuhaf, bu yazıyı yazarken her zamanki gibi bir klasik müzik başyapıtı dolduruyor odamı. Ancak bir an dalsam, sanki “Oynaya oynaya gelin çocuklar” şarkısını mırıldanmaya başlayacağım cihazdaki müziği dinlemeyi bırakıp. En zor zamanlarda bile nasıl yol buluyor insanlık. Neşesini nasıl da buluyor. ahtulgar@gmail.com Demirtaş Türkiye’dir Selahattin Demirtaş, “7 Haziran”da kazandığı ve Türkiye’ye de kazandırdığı için bugün hapiste. O, “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi, dediğini de yaptı. Demokratik zeminde büyük bir başarıya imza atarak... Fakat Türkiye demokrasiden ibaret değildir ki!.. Dört bir yanını korku sarmış dinbazlık, memleketi yakmayı göze alacak kertede, demokrasi ile alamadığını “demokratörlük”le alma yoluna gitti. Demokrasilerde çare tükenmez derler ya hani, hayır; işte birileri için demokrasilerde çare tükendi, “demokratörlük” imdada yetişti. “7 Haziran” sonrasından bugüne artık barış umudunun çok uzakta kalmış olmasının yanı sıra çatışma var, kan, gözyaşı, ölümler ve “iki ateş” arasında kalmış bir halk var. Elbette bu korkunç, acı ve yakıcı manzaraya eşlik eden bol bol sözümona seçimler, yani göstermelik demokrasi atraksiyonları da var. İşte “demokratörlük” bu: Diktatoryal siyasetin demokrasi şalıyla sarmalanıp önünüze konulması... Demokratörlüğün baş hedefi Ve Selahattin Demirtaş, 2014’teki cumhurbaşkanlığı adaylığı günlerinde genç, güleç, gayet hazır cevap, muzip ve de mizah duyusuna sahip bir kişilikle karşımıza çıktığında sunduğu “radikal demokrasi”, “özgürlükçü laiklik”, “çoğul toplumculuk”, “vicdani retçilik” öneri, hedef ve hayallerini hakikat kılma yolunda 7 Haziran 2015’te bu ülkenin hiç mi hiç yabana atılmayacak bir kesimine ulaşıp onları ikna etme noktasına geldiğinde; Ele avuca sığmaz cevval bir “demokrasi çocuğu” olarak demokratörlüğün baş hedefi oldu... O halde, hâlâ elimizin altında olan o 2014 cumhurbaşkanlığı adaylık bildirgesinden hareketle söyleyelim: Demirtaş’ın başına gelenler demokrasinin başına gelmiştir. Demirtaş’ın başına gelenler, özgürlükçü laikliğin başına gelmiştir. Demirtaş’ın başına gelenler, çoğul toplumculuğun ve vicdani retçiliğin başına gelmiştir. Hâlâ geleceği en parlak lider Yanlış anlaşılmasın, bunları söylerken ben “Demirtaş mağdurdur” da demiyorum! Oğuzhan Müftüoğlu, Türkiye sosyalist hareketinin en ön saftaki oluşumunun lideri olarak 12 Eylül darbe sürecinde Cunta’nın kendilerine yaptıklarını “mağduriyet” diye nitelendirenlere “Hayır biz 12 Eylül’ün mağduru değil muhatabıyız” karşılığını vermiştir. Aynı şekilde Demirtaş da bugün dinbaz demokratörlüğün mağduru değil, demokrasi adına muhatabıdır! Ben 7 Haziran 2015 seçim sonuçları doğrultusunda yazmıştım onun hakkında, “Geleceği en parlak lider” diye... Çok genç, ama ondan hayli yaşlı olduğu halde meydanlarda ağzından öfke saçarak ona buna saldırıp hâlâ ergenlikten çıkamamış rakipleriyle karşılaştırıldığında en “yetişkin” lider diye... Küresel dünya ile en uyarlı, en özgürlükçü, en çevreci, en sivil, en toplumcu lider diye... Hem etnokültürel duyarlılıklara, hem de insani evrensellere açık lider diye... Ne Ermenileri ne Ezidileri ne eşcinselleri ihmal eden, aksine onları özneleştiren, üzerlerine titreyen lider diye... Ve bu yüzden, dinbaz dillere pelesenk olmuş şu meşhur “Yaradılanı severim Yaradan’dan ötürü” deyişini asıl etekemiğe bürüyen lider diye... Dün ne dediysem bugün de aynen söylüyorum! Demirtaş hâlâ geleceği en parlak liderdir. Tabii Türkiye için pırıl pırıl bir gele cek arzunuz, hayaliniz, ümidiniz varsa!.. Demokrasi, laiklik, özgürlük elini kolunu sallaya sallaya dolaşacak bu memlekette diye bir iddianız varsa!.. Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığın en yakın olduğu andır şeklinde bir inancınız varsa!.. TAYFUN ATAY Anne Demirtaş’tan bütün annelere... “Bütün annelerin, Anneler Günü hayırlı olsun. Benim en büyük temennim evladından ayrı olan annelerin evladına kavuşmasıdır, inşallah. Evlat acısı yaşamış annelere de Allah’tan sabır diliyorum. İnşallah bu seçimler anaların artık ağlamayacağı bir barışın kapısını açar. Benim evladım da bunun için adaydır zaten. İnşallah diğer adaylar da barış için daha fazla çalışırlar. Oğlum cumhurbaşkanı seçilirse eğer, ona nasihatim kul hakkı yemesin, kibirlenmesin, hiç kimseye ayrım yapmasın, adil bir yönetici olsun. Bir de nereden geldiğini unutmasın. Allah zaten onun yardımcısı olur. Ben oğlumla gurur duyuyorum. Onun hiçbir suç işlemediğini adım gibi biliyorum. Oğluma güveniyorum. Allah’a emanet olsun.” SADİYE DEMİRTAŞ C MY B