Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Değişen çağ değişen müze Önce şu saptamayı aktarayım: Müzelerin öğrenme kuruluşları olduğu fikri yeni değildir ama yaygın olarak kabul edilmesi yenidir. Müzelerin koleksiyon yapma ve koruma işlevinden eğitim ve yorum yapma işlevine geçişi son çeyrek yüzyılın gelişimidir. Günümüzde müzeler bilgi aktarma yeri olmaktan bilgi üretme ve paylaşma yeri olmaya dönüşmüştür. Bu arada, “müze eğitimi” kavramı da yerini “müzede öğrenme” kavramına bırakmıştır. Başka bir deyişle, müze personelinin ve öğretmenlerin müzede eğitim yapmasından çok ziyaretçilerin müzede öğrenmesi öne çıkmıştır. Görüldüğü gibi, biz daha Türkiye’de müze eğitimini kabul ettirmeye, yaygınlaştırmaya, yerleştirmeye çalışırken, dünyada anlayışlar değişti, yeni kavramlar ortaya çıktı, uygulamalar farklılaştı. Çünkü öğrenme kavramının kendisi değişti; informel, “serbestseçimli” öğrenme önem kazandı. Bu yeni yaklaşıma göre, müzede öğrenme gönüllü, seçimli, duygusal bir öğrenmedir. Ama kendiliğinden ortaya çıkmaz, planlı ve dinamik bir süreçtir. Ziyaretçi, bilgiyi öğrenen değil üretendir Buradaki ince nokta, ziyaretçilerin kendi yaşantılarını ve beklentilerini müzeye taşımaları, kendi öğrenme deneyimlerini oluşturmalarıdır. “Bağlamsal öğrenme” modelinde öğrenme; kişisel, toplumsal, kültürel, fiziksel bağlamlardaki etkileşimlerin eseridir. A. Paoletti (18341912), Küçük Eleştirmenler, İtalya. Çağdaş müze ziyaretçisi bilgiyi “öğre nen” değil, bilgiyi “üreten” kişidir. Bu yeni yaklaşımın adı da “birlikte öğrenme”dir. Sonuç olarak, bilginin “uzman” (öğretmen, müzeci) tarafından tek yönlü ve otoriter biçimde aktarıldığı didaktik ve davranışçı yaklaşım çoktan aşılmıştır. Müzeler daha paylaşımcı yerler olmuştur. Kısacası, müze demokratikleşmiştir. Çağdaş müzenin görevi ziyaretçiye kendi kendini eğitmesinin (“özyönetimli öğrenme”nin) araçlarını vermektir. Pasif müze ziyaretçisinin aktif müze kullanıcısı olmasına yardımcı olmaktır. ‘Kültürel hızlandırıcı’ olarak müze Müzede öğrenme kısmen bilişsel, büyük ölçüde de duygusaldır. Nesnelere ilişkin duygulara dayanır; ilgileri, değerleri, inançları, yaşantıları kullanır. Buradaki ince nokta da, biliş ile duygunun birbirini ezmeden el ele gitmesi, bütünleşmesidir. Önemli olan, müze deneyiminin duygular, ilgiler, tutumlar üzerinde “dönüştürücü” bir etki yaratmasıdır. Müzeler yaşayarak öğrenme çevreleridir. Bu çevrede öğrenme özgür seçime, ilgiye ve meraka dayanır. Bu bağlamda müze artık bir koleksiyon deposu değil bir kültür merkezidir. Bu merkezin en önemli ziyaretçileri de çocuklardır. En dinamik katılımcılar da zaten çocuklardır. Değişen çağ, değişen dünya, değişen toplum, değişen birey! Bu değişimde müzelerin önemli bir rolü var. Müzenin hem kendisi değişmekte hem de müze toplumsal değişime katkıda bulunmaktadır. Çağdaş müzeye “kültürel hızlandırıcı” denmesi boşuna değil. Bunun anlamı, müzenin toplumsal ve teknolojik değişimler hakkındaki farkındalığımızı artırmasıdır. Darısı okulun başına! Bu yazıda B. King ve B. Lord’un Manual of museum learning (Rownan and Littlefield, 2016) adlı kitabından yararlandım. Meraklı okurlar için çok yeni bir kaynak da önerebilirim: J. Hohenstein ve T. Moussouri, Museum learning (Routledge, 2018). Ayrıca bkz. B. Onur, Çağdaş MüzeEğitim ve Gelişim. İmge, 2012. 13 MAYIS 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar Hİlal Bebek Duyu ve algı kapılarımızı açıp deneyimin girmesine izin vermiyoruz Çözünürlüğü düşük hayatlar Tatile giderken “bir an önce gidip dinlenmek istiyorum” diyenini duydum. Ancak “Bir an önce gidip resim çektirmek istiyorum” diyenini duymamıştım. Ta ki son birkaç yıla kadar. Görülmek, yaşamanın önüne geçti. Yankılar üzerinden sesimizi duymaya, yansımalar üzerinden yüzümüzü görmeye çalışıyoruz. Oysa elimizi götürsek yüzümüz, içimize dönsek sesimiz bizde. Kendilik, imajını geliştirmek, kendiliği geliştirmenin ötesine geçti. Görüntümüze yaptığımız yatırım arttı. Dolayısıyla görene duyduğumuz muhtaçlık ve öfke de. Bu yüzden kendi gerçek ihtiyaçlarımızdan ziyade “görülme kültürü”nün vaaz ettiği şekilde imgemizin ihtiyaçlarını karşılamayı seçiyoruz. Zaten artık ne imge (?) ne gerçek kendiliğimiz (?) ne sesimiz (?) ne öteki üzerinden duyduğumuz yankı (?); her şey birbirine karıştı. Bu nedenle “resim çektirme ihtiyacı” gibi bir ihtiyaç peyda oldu. Dinlenme ihtiyacı, beslenme, yakınlık kurma gibi bir ihtiyaç... Hatta bunların önüne geçmeye başladığı yerler de var. İhtiyaçlar karıştı. İhtiyaç (!) da pazarın sattığı bir meta artık. Kapitalist sistem, kafamızdaki hacker. Telefonun bir üst modeline sahip olmak, güzel resimler çekmek, çok fazla kıyafet tüketmek, bunların hepsi yeni inorganik “ihtiyaç”larımız... Tüketmek, bu devrin meziyeti Tabii beynimizin bir tarafı, gerçek ihtiyaçlarımızın ne olduğunu hâlâ çok iyi biliyor. O organik tarafımız, sesi kısılan, bir odaya kapatılmış, bastırılabilmiş ancak asla yok edilemeyen parçamız olarak aslında fısıldamaya devam ediyor. Her güzelliği dondurma, her kareye sahip olma tutkusu belki de fazla mülkiyetçi oluşumuzdan. Akıp gitmesini istemiyoruz geçmişin ve anıların bile. Her güzel kareye sahip olmak, dondurmak, göstermek ve onu bizim kılarak “tüketmek” tam da bu devre yakışır bir meziyet. Oysa bu devrin en belirgin paradoksu tam da bu kadar tüketmeye çalışırken doyamamak; bu derece sahip olmaya yeltenirken temas edememek... İçimize aldığımız her şey, bir delikten akıp gidiyor sanki. Bir merceğin arkasından binlerce fotoğraf çekerken, anda kalamayan, duyuları ile doğayı yaşayamayan, kokulara, seslere, renklere dokunamayan insan, telefonunda anıları biriktirirken kendi içine hiçbir deneyimi işleyemiyor aslında. Kendi deneyim örgümüze dokunamamış her deneyim, kayıp; dolayısıyla varlığı sadece telefon galerileri Bu devrin insanın derdi, bu kadar tüketmeye çalışırken doyamamak; bu derece sahip olmaya yeltenirken temas edememek; bu kadar “yutmaya” çalışırken “çiğneyememek”; bu derece “sahip olmaya” çalışırken “kaçırmak”. mizle sınırlı. Bu devrin insanının derdi, bu kadar “yutmaya” çalışırken “çiğneyememek”, böylesine “kalmaya” çalışırken “dokunamamak”, bu derece “sahip olmaya” çalışırken “kaçırmak”. Her sahneyi dondurup sonsuza kadar bizim kılmak zorunda değiliz. Deneyim böyle bir şey değil. Anı, dediğimiz şey o ana ne kadar temas edersek belleğimize o kadar iyi yerleşiyor. Duyguysa, anıların tutkalı. Ne kadar hissederek yaşarsak o kadar dokumuzun kalıcı bir parçası haline geliyor, anlar. Akışkanlık sirkülasyonu Yaşadığımız anın resimleri, zihnimizde bir koku, bir his, bir ses, bir kişi ile ilişkilendirildiğinde artık 5 farklı alandan birbirine çapraz bağlar kuran bir şebeke (“network”) gibi örgüsünü iyice kuvvetlendiren bir yapıya dönüşüyor. Üstelik bu, sadece bir metafor değil. Âna ne kadar iyi temas edersek, beynimizin farklı bölgeleri aynı anda o kadar kuvvetli çalışıyor ve ânı belleğe daha kuvvetli işle niyor. Yani belleğimiz telefonumuz olunca, anılarımız da onun oluyor. Ve anılar kime aitse, hikâye de ona ait. Çünkü kişiliğimiz, hikâyemiz, yani “biz” dediğimiz şey, belleğimiz ve anılarımız ile tamamen iç içe. Yaşamda her şey bir yerden gelip bir yere akıyor. Hayat soğuk, bağsız ve donuk karelerin toplamı değil. Geleni tutmak, gidene izin vermemek hiç değil. Akışkanlık, yaşamsal. Akışkanlık, bütün camlarımızı karşılıklı açıp anı koridorlarımızda deneyimlerin sirkülasyonu demek. Temas etmek, yaşamak, gelmesine ve gitmesine izin vermek demek. Önce duyu, dikkat ve algımızın giriş kapılarını sonuna kadar açıp deneyimin gelmesine izin vermiyoruz. Sonra da bir mercek arkasında yaşadığımız hayatı telefon belleğinde dondurup onun gitmesine engel olmaya çalışıyoruz. Yani bir nevi yaptığımız, gerçek hayatın yüksek çözünürlüğünü bir kenara bırakıp fotoğraf makinesininkine kanaat etmek. hilalbebek@yahoo.com; www.hilalbebek.com.tr Yurttan Sesler Erzurum’da kendisini “Hızır Aleyhisselam” olarak tanıtan E.D, A.S.K’yi bin lira dolandırdı. A.S.K’ye, “Senden küçükbaş bir kurban hediye etmen isteniyor. Hediye edersen sana daha fazla hediyeler ve müjdeler geleceğini bildirmem istendi” dedi. Bunun üzerine A.S.K, ATM’den çektiği bin lirayı E.D’ye verdi. A.S.K, ismini dahi bilmediği dolandırıcıya Kayseri’ye gitmesi için bir de otobüs bileti aldı. Aradan birkaç gün geçmesine karşın E.D geri dönmeyince, dolandırıldığını anlayan A.S.K, polise giderek şikâyetçi oldu. Dolandırıldığını söyleyen A.S.K, “Dış görünüşüne aldandım. Peygamber efendimizin de adını söyleyince kandım” diye konuştu. “Yurttan Sesler” programımızda bazı haberler bu örnekte olduğu gibi hiç yorum yapmayı gerektirmese de “kandırılma artık milli fıtratımız oldu” demeden de geçemeyeceğim. Şanlıurfa’da Fransız bir turist, kentsel dönüşüm alanına kurduğu çadırla mahalleyi ayağa kaldırdı. Vatandaşlar, “Otel ve pansiyonlar dururken bir tu rist neden böyle bir yerde yatıyor” diyerek durumu polise bildirdi. Mahalle sakini İ.B, tedirgin olduğunu belirterek, “Burası kentsel dönüşüm bölgesi, yani bir Fransızın gelip burada yatmasına anlam veremedik. İstihbarat mı acaba diye düşünüyoruz. Polisin gelip el atmasını bekliyoruz” dedi. Öyle ya bir insan neden çadırda kalır ki? Çadır bizim ülkemizde sadece taziye ve depremlerde kullanılan bez parçaları. Google’a “Fransız Turist Urfa” deyince çıkan video haberdeki FransızcaTürkçe anlaşma çabaları da sizi sizden alacak, emin olabilirsiniz!.. Batman’ın Gercüş ilçesinde bir seyyar satıcı, kamyonetindeki bidonları suyla doldurup oksijen tüpü sayesinde balıkların canlı kalmasını sağlayıp canlı balık satışı yapıyor. Hangi inovasyon kongresinde böylesi bir örnekle karşılaşırsınız, söyler misiniz? İzmir TRT Radyosu Müdürlüğü’ne atanan Süleyman Hakan Kuralay’ın iki ay önce bir internet sitesinde akıllı telefon uygulamalarını “şeyta Azmi Karaveli ni” bulan, bu uygulamaların Müslümanları dine odaklanmaktan uzaklaştırdığını savunan bir yazı yayımladığı ortaya çıktı. Eee hani Hz. Nuh da cep telefonu kullanıyordu, kutsal değil miydi bu cep telefonları yahu, offf yine kafam karıştı!.. AdanaLondra Şalgam Tanıtım Günleri, Londra Trafalgar Meydanı’nda gerçekleştirildi. İngilizlerin muhtemelen şarap sanarak bir yudum aldıktan sonraki hallerini insan düşünmek dahi istemiyor! Aklıma 25 yıl önce İngiltere’de kaldığım eve İstanbul’dan ailemin ziyareti geldi. Kendileri kentli ama ruhu köylü olan oğulları seviyor diye Kastamonu’nun ekşi süzme yoğurdunu üşenmemiş Londra’ya getirmişlerdi. Ben de, damağı tatlı Yunan yoğurduna alışmış ev sahibemin ağzına “Bak valla seveceksin, güven bana” deyip zorla torba yoğurdunu dayamıştım. Kadının tuvalete zar zor yetişmesi dün gibi aklımda! Sağsa kulakları çınlasın!.. Bir Resim Bin Kelime Murat Bergi 13 MAYIS 2018 SAYI: 19 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa Uygulama İLKNUR FİLİZ / BAHADIR AKTAŞ Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul C MY B