Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 2 atar damar Melİs Alphan Atığını akıtan 43 firma nerede? 13 MAYIS 2018, PAZAR Her şey Mİrgün Cabas Fransa’ya karşı, önlemler almamızın zamanı geldi(!) Kriz yönetmek bizim işimiz Yerel tarihçi Halil Özşarlak eskiden Menderes’in küplerde 12 gün dinlendirilen suyunun içilebildiğini anlatır: “Kontrolsüz sanayileşme nehri kirletti. Olumsuz etkilerini tarımda yaşanan verim kaybından başla, say sayabilirsen.” Büyük Menderes bugün kırmızıya çalan bir renkte akıyor. Değil suyunu içmek, elinizi sokmaya korkarsınız. Oysa, Aydın’ın pamuğunu, incirini, Denizli’nin dokumalarını, derisini, mermerini, üzümünü konuşabiliyorsak, bunu Afyon’dan başlayıp Denizli ve Aydın’dan geçen 584 kilometre uzunluğundaki Büyük Menderes’in kuşaklar boyunca tüm cömertliğiyle havzaya hayat vermesine ve zengin doğal mirasına borçluyuz. Bölgede uluslararası önemde 3 sulak alan, 5 milli park var. Burası, nesli tükenmekte olan tepeli pelikanın, flamingonun, Akdeniz fokunun, iribaş deniz kaplumbağasının, Akdeniz martısının yuvası. Büyük Menderes Türkiye ekonomisinin de can suyu. Ülkenin zeytin üretiminin yüzde 20’si, pamuk üretiminin yüzde 13’ü, deri üretiminin yüzde 40’ı, incir üretiminin yüzde 65’i burada gerçekleşiyor. Ama etrafındaki sanayi tesislerinin atığı yüzünden nehrin kirliliği bölgedeki doğal varlıkları, tarımı ve ekonomiyi tehdit ediyor. Buradaki endüstriyel tesislerin mevzuata uygun şekilde faaliyetlerini sürdürmesi yeterli değil. Tesislerin, fabrikaların ve çiftçilerin, Büyük Menderes’in nesli tehlike altında kuş türlerine ev sahipliği yapan son durağı Bafa Gölü için kaygılanması ve tüm çevre standartlarını daha üst bir seviyeye taşıması gerekiyor. Durum acil! Tekstilde temiz üretim zamanı WWFTürkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) 3 yıl nehrin 42 noktasında ölçüm yaptı ve 19 noktada su kalitesinin en düşük seviyelerde olduğunu ortaya koydu. Bölgede gerçekleştirdiği sürdürülebilir tarım çalışmalarının ve İyi Pamuk Uygulamaları Derneği (İPUD) ile işbirliğinin ardından çözümü işaret etti: Temiz üretim. Bazı firmalar kullandıkları kimyasalları azaltarak, bazıları su verimliliği için ekipmanlarını yenileyerek, bazıları ise daha fazla otomasyonla su verimliliği sağlayarak temiz üretim yapabilirdi. WWFTürkiye, sektörün önündeki engelleri kaldırabilmek için Güney Ege Kalkınma Ajansı’nın (GEKA) desteğiyle finans kurumlarını, küresel markaları, kamu kurumlarını bir araya getirdi ve ‘Tekstil Sektöründe Temiz Üretimin Yaygınlaşması’ hareketini başlattı. Garanti Bankası, üreticilerin dönüşüm projelerini indirimli faiz oranıyla destekliyor. Boyner Grup, H&M ve Inditex markaları üreticilerin küresel piyasalarda rekabet gücünü korumaları için temiz yatırımın önemine vurgu yapıyor. 7 firma, standardı tutturdu Büyük Menderes’e atığını boşaltan 50 firmanın tamamı 5 ila 12 milyon Avro’luk yatırımla temiz üretime geçerse 4 ila 10 milyon Avro’luk tasarruf sağlanacak; 2 milyon metreküp (13 bin hanenin yıllık su kullanımına denk) su tasarrufu, 350 bin megavat’lık (80 bin hanenin yıllık enerji kullanımına denk) enerji tasarrufu gerçekleşecek, 11 bin ton kimyasal kullanılmamış olacak. Üretim ve atık yönetim maliyetlerinde azalmanın yanı sıra, marka değerlerinin de yükselmesi uluslararası rekabet gücümüzü de artıracak. Bölgenin ve Türkiye’nin dünyada tekstilden daha fazla pay alabilmesi temiz üretim standartlarının tutturulmasına bağlı. Bu harekete dahil olan 7 firmayı, Akürün, Aslıteks, Ata Tekstil, Doksan Tekstil, Ekpen Tekstil ve Gamateks’i tebrik etmeliyiz. Ama şunu da sormalıyız: Atık suyunu Büyük Menderes’e boşaltan diğer 43 tekstil firması nerede? Neden bu hareketin bir parçası değiller? 7 firma çözüm için çalışırken onlar havaya bakıp ıslık mı çalacaklar? Tarihe, doğaya, insana ve geleceğe karşı sorumluluklarının farkında değiller mi?! Fransa’yla krizlerimiz bitmez... Geçen hafta da “Kuran’dan ayet silinsin”ciler çıktı ortaya. Rasyonalite filan gibi insanlığın gelişimine yön veren kavramları icat eden bir milletin fertlerinin nasıl bu kadar aymazlığa düştüğünü anlamak da kolay değil. (Gerçi burada da bir aşırı rasyonalite örneği yok değil). Ayet silinmesini isteyenlerin, Kuran’ı TDK sözlüğü zannettiği aşikâr. “E kelimeleri silince cinsiyetçilik ortadan kalktığına göre...” diye akıl yürüttüler belli ki. Neyse zaten açıklamayı yapan 300 kişi bu girişimleriyle zaten hedefi onikiden vurdular, buradaki ilgili kişilerin tam önüne yine güzelce bir orta yaptılar, onlar da fırsatı değerlendirdiler falan filan... Zaten sanmam ki başkaları bu saçma çıkış üzerine bizimkiler kadar lakırdı etmiş olsun. Dedim ya Fransa’yla krizlerimiz bitmez. Bilenler bilir, daha AKP kurulmamışken yaşanan Ermeni soykırımı tasarısı bunların en büyüğüydü. 2001’de Fransa parlamentosu soykırımı kabul eden yasayı kabul ettiğinde de Türkiye ayaklanmıştı. Fransa’yı yola getirmek için neler neler yapılmıştı... Fransa savunma, komünikasyon ve tahıl ihalelerinden dışlanmıştı, Fransa’da gayrımenkulü olan Türklere, “mallarınızı satın yoksa sizi ifşa ederiz” tehditleri gelmişti. Hatta dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Fransa’nın büyükelçisini bakanlığa çağırıp sular seller gibi bildiği Fransızca yerine İngilizce konuşup ince bir mesaj vermişti: Sizinle aynı dilden konuşmuyoruz! Robotlar konuşsun ben dinleyeyim Google’ın geliştirdiği yapay zekâ insan gibi düşünüp insan gibi konuşuyormuş. İstediğiniz bir yeri telefonla arayıp rezervasyon yaptırabiliyor, randevu alabiliyor. Bunu yaparken de robot olduğu anlaşılmayacak şekilde insana özgü konuşma özelliklerini taklit ediyormuş. Konuşurken “ıı, hmm” diye duraksama sesleri çıkarmak bunlardan biriymiş. Geçen pazar ben de bir robot tarafından uyandırıldım. Pazar günü için erken sayılabilecek bir saatte telefonum çaldı. Açtığımda duymayı en son bekleyeceğim kişilerden biri karşımdaydı. Belli ki numaramı çeviren bir robottu ama telefonda konuşan robot değil, ses kaydıydı. “İyi günler, ben Doğu Perinçek, cumhurbaşkanlığına adayım...” diyordu. Konuşmada hiç “ıı”lama filan da yoktu. Telefonu kapatana kadar dinlediğim yedi kelimeden biri CIA, MOSSAD, komplo, filan olmadığı için kaydın orijinalliği konusunda bir şey diyemeyeceğim ama kayıt bana “sahih” geldi. (Kayıttan bahsediyorum, arayandan değil.) Neyse bir teknolojik gelişmeyi daha Türkiye’nin dar siyaset labirentlerinde harcamayalım... İnsan gibi konuşan yapay zekâ da belli ki diğer mekanik robotlar gibi insanın işlerini üstlensin diye tasarlanmış. Demek ki insan gibi konuşan yapay zekâ sadece hattın tüketici tarafında değil, şikâyeti dinleyen, randevuyu veren tarafında da kullanılacak. (Şu an aklıma, bizim call center’larda telefonlara cevap veren arkadaşlar geldi. Ellerindeki metinleri ve yönergeleri okuyup zaman zaman arayanları delirtmeyi başaran arkadaşlar... Onların da kabahati yok, biliyorum ama çalıştıkları merkezlerde canlı robotlar olarak kullanıldıklarını da her tüketici en az bir kere fark etmiştir.) Bir robotun aradığı bir santralda karşısına da bir robotun çıktığını düşünsenize. İnsan taklidi yaparak karşılıklı konuşan iki makine... “Şey, ıı, bi dakka” filan diye diye birbirilerini insan olduklarına ikna etmeye çalışarak konuşan birtakım devreler, çipler, kablolar... En güzeli de şu: Bu robot insan gibi davransın diye cümle sonlarında “lütfen” gibi nezaket kelimeleri kullanıyormuş. Elektronik beyinlerinden “1011100” diye rakamlar geçen ama birbirleriyle “lütfen, rica ederim, teşekkür ederim” diye kibar kibar, kırıla kırıla konuşan robotlar... Kullanmaktan emin değilim ama izlemesi ilginç olabilir... Bugün üniversitelerin Fransızca bölümlerine öğrenci alınmasını durduran tepkinin benzeri o zaman da gösterilmişti. Bazı üniversiteler Fransızca derslerini kaldırmış, birileri aynı şeyin Fransızca eğitim veren Galatasaray Üniversitesi’nde de yapılmasını önermişti... Ama hiçbir şey İstanbul Hadımköy’deki çiftlik sahibinin yaptığının yanına yaklaşamamıştı. Fazıl Koçu adlı vatandaş, Fransa’yı protesto için Ermeni karısını boşama kararı almış, bunu da o sırada Ermenistan’da bulunan karısından önce medyaya bildirmişti! Cumhurbaşkanı ayet krizi üzerine “Batı’yı alaşağı etme” tehdidinde bulundu, malum. Bunu gerçekleştirmek için Fransa’ya karşı, habersiz boşanma türünden önlemler almamızın zamanı geldi. İşe şuradan başlayabiliriz: “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik (liberte, egalite, fraternite) Fransızların icadıdır. Biz memlekette kardeşliği zaten epey zaman önce askıya almıştık. Şimdi eşitlik ve özgürlüğü de askıya alıyoruz. Hadi bakalım şimdi ne yapacaksınız, kudurun” demenin zamanı gelmiştir. Bunlara anladıkları dilden konuşmak ancak böyle olur. Yıldız Tilbe ön saflara! Ayrıca Fransızlara hak ettikleri cevabı vermek için dillerini yasaklamak yetmez. Dillerinin ne kadar saçma sapan bir dil olduğunu da yüzlerine vurmamız lazım. Bunun için de Yıldız Tilbe’nin bu hafta yazdığı Tweet’i elden ele Fransa’ya ka dar uzatmayı öneriyorum: Champs Elysees okunuşu Şanzelize imiş. E ben şimdi Fransızca bilmeyen biri olarak bunun Şanzelize olduğunu nerden bileyim. Yazıldığı gibi okusam başka bir şey demiş oluyorum. Nerdeyim ben Allahım? Gerçek İslam kaç tane? Fransızlar vesilesiyle konu dinde reformdan açıldığına göre mevzuyu yeni bir kitaba ve oradan bir alıntıya bağlamak için de fırsat doğdu. Bu hafta sonu, Can Kozanoğlu’yla yaptığım uzun bir söyleşinin kitabı piyasaya çıktı. (Bıçkın ve Ağlak Yeni Türkiye’nin Hikâyesi, Can Yayınları) Can’la siyasi, toplumsal ve kültürel alana dair aklınıza gelecek her konuda konuştuk. İşte o kitaptan Can Kozanoğlu’nun “gerçek İslam”la ilgili sözleri: “Artık sosyal medya geyiklerine malzeme olan “Gerçek İslam bu değil” sözü var ya... Peki, gerçek İslam ne? Daha doğrusu gerçek İslam, gerçek Hıristiyanlık, gerçek Budizm olur mu? En basit karşılaştırma yöntemi çift eksenli karşılaştırma. Zaman ekseni ve coğrafya ekseni. 17. yy’daki Katoliklik ile 21. yy’daki Katoliklik bir olabilir mi? 2018’de Boston’daki Katoliklik ile Kamerun’daki Katoliklik bir olabilir mi? Afganistan’ın dağ köyündeki nüfus ile Dubai’nin zenginleri aynı İslamı yaşayabilir mi? İlahiyatçı gözünden manzara farklı olabilir. Sosyolog gözüyle bakınca gerçek din, her toplumun, hatta her cemaatin çağa ve toplumsal koşullara, kültürel koşullara uygun hale getirerek yaşadığı inançtır. O esnekliğe açık olmayan inançlar silinmiştir tarihten. Türkiye’nin kendi içinde de olabildiğince farklılaşmış İslam yorumları yok mu bugün? Çamlıca İslamı, Başakşehir İslamı, Sultanbeyli İslamı, Kayseri İslamı, Bayburt İslamı, Doğu Karadeniz İslamı, Bingöl İslamı... Hepsi de başka insan tipleri için gerçek İslamdır. Tayyip Erdoğan, bu gerçek İslamlar yelpazesinin büyük bölümüne seslenmeyi başarabiliyor, en azından oylarını almayı başarabiliyor.” Yarım asrı deviren ‘68 Kuşağı’, coşku ve umutla anılıyor Bütün iktidarhayal gücüne! GÜRER MUT resim sergisi farklı kuşaklardan 22 sanatçıyı bir araya getiriyor. Dünyayı ve Türkiye’yi derinden etkileyen 68 öğrenci hareketlerinin üzerinden tam 50 yıl geçti. O günden bugüne dünya siyasal ve kültürel olarak pek çok değişimi yasa da 68 baharının yarattığı heyecan ve umut akıllardan hiç çıkmadı. Dolayısıyla 68 öğrenci hareketlerinin 50. yılı simgesel bir anmadan ziyade, güncel süreçlerle karşılaştırma açısından önemli nüveleri barındırıyor. Bu çerçevede İstanbul Beyoğlu’ndaki Piramid Sanat Galerisi ve 68’liler Birliği Vakfı tarafından ortak gerçekleştirilecek etkinliklerde, 68 Mayısının dünyaya ve Türkiye’ye etkileri resim, fotoğraf sergileri, film gösterimleri ve panellerle derinlemesine işlenecek. Perşembe günü başlayan etkinlikler 31 Temmuz’a kadar devam edecek. Piramid Sanat’ta başlayan küratörlüğünü ise Bedri Baykam’ın üstlendiği “1968: Yarım Asırlık Genç” Esas 68’e DEVAM! Sergi ve etkinliklerle ilgili Piramit Sanat’ın direktörlüğünü yürüten Öykü Eras, yaptığımız görüşmede, geçmiş dönemde 68 öğrenci olaylarını çeşitli sergi ve panellerle andıklarını, fakat 50. yılın daha kapsayıcı olması için geniş çaplı bir program hazırladıklarını belirterek şunları söyledi: “Birbirinden önemli isimlerin katkıda bulunacağı bir dizi etkinlik hazırladık. Sadece 68 öğrenci olaylarının Türkiye’ye yansıyan boyutunu değil, tüm dünyada öne çıkan olayları ve figürleri sergilemeyi ve tartışmayı amaçlıyoruz. Dolayısıyla birden fazla sanatçının katılımıyla zengin bir içerik oluşturmaya çabaladık.” Etkinliklerin ardından ortaya çıkan sunumları ve çalışmaları bir gazete formatında toparlayacaklarını söyleyen Eras, “Bu gazetede sergilere dair görseller, oturumlarda yapılan konuşmalar, daha önce yayımlanmamış fo toğrafları yayımlamayı planlıyoruz” dedi. Kapitalizminin çelişkilerinin her geçen gün daha da büyüdüğü, otoriter yönetimlerin toplumları paralize ettiği bir ekonomipolitik düzlemde, yeni teknolojik imkânlarla gelen yaratıcılık sayesinde, Paris 68’in sloganı, “Hayal gücü iktidara!” güncelliğini sürdürüyor. T A M A M mı? C MY B