Katalog
                    Yayınlar
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Yıllar
                    
                    
                
                    Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
                    Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
                    Sayfayı Satın Almak İstiyorum
                
            
                8 NİSAN 2018, PAZAR  SAYFA 5 Güncel  GÖKSEL AYMAZ Çatlasan da patlasan da olmuyor, olamıyor! Kültürel iktidar derdi  Ak Parti’nin hedefi ne dindarlık ne muhafazakârlık; hedef iktidarda kalmak. Yol inşaatında ortadan çatlatılan Mimar Sinan’a ait paha biçilmez Şemsi Paşa Camii’nin önünde 5 liraya ‘Diriliş Ertuğrul’ dizisinden gündelik hayatımıza karışan ‘Kayı Boyu’ amblemli berelerin satıldığı Üsküdar manzarası her şeyi anlatmaya yetiyor.  Ak Parti, Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun süre iktidarda kalan partisi. Bu uzun iktidar dönemine rağmen, Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan sıklıkla “kültürel iktidar olunamadığı” gerçeğini dile getiriyor, eleştiri ve önerilerde bulunuyor. En son Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkımıyla ilgili tartışma yaratan yorumları, bir taraftan bu eleştiri ve önerilerin niteliğini ve çapını açık biçimde ortaya koyarken bir yandan da kültürel iktidar olamamanın kendileri için ne denli ciddi bir sorun olduğunu iyice anlamamızı sağladı. Öncelikle şunu söylemek gerekiyor ki, parti tüzüğünden sözlü ve yazılı demeçlere kadar her yerde yerli, milli, dindar, mukaddesatçı vurgulamalar yapılmış ve yapılıyor olsa da, Ak Parti’nin kültürel alanda yapıp ettiği hiçbir şeyde ana kaynak, temel amaç ne dindarlık ne de muhafazakârlık.  Ak Parti’nin tek hedefi iktidarda kalmak ve kültürel alana ilişkin bütün söylem ve politikalarının ana kaynağı, temel amacı da bunun ideolojik koşullarını yaratabilmek. Kazıklı yol inşaatında ortadan çatlatılan Mimar Sinan’a ait paha biçilmez Şemsi Paşa Camii’nin önünde 5 liraya “Diriliş Ertuğrul” dizisinden gündelik hayatımıza karışan Kayı Boyu amblemli berelerin satıldığı bir Üsküdar manzarası, her şeyi anlatmaya yetiyor zaten... “Kültürel iktidar olamadık” şikâyeti de söz konusu ideolojik koşulların hâlâ olgunlaştırılamamış olmasına ilişkin. Kültür, insanların içinde yer aldıkları toplumsal ilişkilerin üretimidir. Bu ilişkiler kendi somut sonuçlarını kültürel alanda görülmeye başlayan olgularla ortaya koyar. Bu olgular, gündelik konuşmaya yerleşen “Hayırlı cumalar!” ifadesi de olabilir, bir dizi filmde “şarap” kelimesinin sansürlenmesi de olabilir veya uluslararası başarı elde eden bir sinema filmi de… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın  dillendirdiği “Kültürel iktidar olamadık” ifadesi,  yatın bütün alanlarında kendini güç gereksini  bu çeşitlilikte sinemanın temsil ettiği kısımla ilgili. mi içinde hisseden bireylere bazı imkânlar sundu.  Diğer kısımlarda sorun yok, 16 yıllık iktidar süre  Kültürel alanda da, politik bir uğraş olarak “zor”  since kültürel alanda gayet de “başarılı” olunduğu ile ideolojik bir işlem olarak “rıza”nın dengeli bi  nun örnekleriyle dolu oralar.  leşimiyle, siyasal iktidara uyum göstermeye açık  Entelektüel düşmanlığı  kişiler yaratıldı. Hemen akla gelen Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Yavuz Bingöl, Hasan Ka  çan, Demet Akalın, Seda Sayan, Zerrin Özer ve  Sinemanın yanı sıra, tiyatro, mimari, müzik, re  benzerleri, bu türden kişiler. Fakat Cumhurbaşka  sim, heykel gibi uğraşları kapsayan kültürel alan,  nı Erdoğan’ın “kültürel iktidar” dileğini karşıla(ya)  bu alanda ürün vermeyi  mıyor bunlar. Çünkü bu  mümkün kılan eğitim, nü  isimler, kültür endüstrisi  fuz, sosyal çevre gibi sem  nin figürleri ve o endüstri  bolik sermayeyle donan  içerisinde üretim yapmak  mışların, donanmamışlar  talar. Oysa Erdoğan, ciddi  için üretim yaptığı bir alan.  anlamda sanattan, yani yük  Kültürel üretim alanı, her  sek bir entelektüel üretim  şeyden bağımsız bir kendi  den; bir başka deyişle (po  liğindenliği değil, toplum  püler kültürden öte) “yük  sal olarak yapılanmış bir  sek kültür”den söz ediyor.  alanı tanımlar. Bu sebeple,  Ve “entelektüel” denildiği  kültür üreticilerinin eser  Gencebay ve Tatlıses, Erdoğan’ın çağırdığı her yerde. zaman da temeldeki çeliş  üretiminde, hem toplum  ki ortaya çıkıyor. Zira kari  sal alanların bütününde kendini kabul ettirme gü  yerleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kariyerine bağ  cü taşıyan siyasal iktidar, ideolojik hegemonya  lı iktidar seçkinleri ordusunun “kültürel” alandaki  ve bunların etkisindeki çıkar ilişkileri ağı; hem de  (yukarıda ismi geçenlerden müteşekkil) özel birli  üretimlerini gerçekleştirdikleri kendi alanları için ği, kültür adına icraatları ve söylemleriyle, entelek  deki değişken ideoloji ve hâkim ilişkiler ağı etki  tüel düşmanlığını temsil etmekteler.  li olur.  Demokrasiye uzak toplumlarda siyasal iktida  Uzun iktidar döneminde Ak Parti, toplumsal ha rın ideolojik alana ilişkin pek çok işinin yanında bir  de entelektüel düşmanlığının toplumsal üretim, dağıtım ve yaygınlaştırılması işi vardır. Entelektüelin temsil ettiği ne varsa, yaşam tarzı, bilgi, sanat zevki, hepsi itibarsızlaştırılır. Aydınlanma, bilgilenme, ahlâkî sorumluluk ve siyasal bilinç, ideolojik bir proje olarak dışlanır. Öteden beri Türkiye’de bu dışlama, kültür endüstrimiz içinde palazlanmış, sorumsuzluk ve hedonizm (hazcılık) Mekânizmasının birleşimiyle güç bulmuş bir “kolektif” (ortaklık) ile başarılmaktaydı. Kendini vicdani sorumluluk altına sokacak hiçbir amaca ilgi göstermeyen bu kolektif, yalnızca neşelenmek arzusundadır. Bilgilenme, ahlâkî sorumluluk, vicdan ve siyasal bilinci temsil eden entelektüelin “entel” adıyla televizyon dizilerinde, reklamlarda, popüler sinema ve eğlence programlarında artık Laz bakkal, Yahudi sarraf, Kürt amele gibi bir “tip” haline gelmiş parodisi, hep bu “şen” kültür üreticilerinin eseriydi. Zekâ ırkçılığı Türkiye’de kültür endüstrisinin üretim ve dağıtım hattına şimdi iktidar seçkinleri ordusunun kültürel alandaki bu özel “kolektif” birliği çöreklenmiş durumda. Kültür endüstrimiz, entelektüeli damgalayıp toplum önünde itibarsızlaştırmanın koşullarını hazırlayan siyasal ve sosyokültürel bütün oluşumlara eşlik etmeyi sürdürmekte. Bu “rutin”de karşımıza çıkan dönemsel yenilik, realite hakkında sürekli manipülasyona başvuran kültür endüstrisinin kendindeki sorumsuz hedonizmi totaliter rejimlerin vazgeçilmez aygıtı olan propaganda ile birleştirmiş olması. Toplumsal hayat üzerinde tahakküm kurmuş olanların, mevcut varoluşlarını meşrulaştırmanın propagandası bu. İhtiyaç duyduğu ve çekinmeden başvurduğu değişmez yöntem ise güncel sosyolojinin önemli ismi Pierre Bourdieu’nün deyimiyle, “zekâ ırkçılığı”. Zekâ ırkçılığı, kendinden olmayana karşı ayrımcılık yapmak, kendi gibi düşünmeyeni aşağılamak demek. İşte kendi sorumsuz hedonizmini, “totalitaryen” propaganda ile birleştirmiş kültür endüstrisi, angaje olduğu düzenin meşrulaştırılması, onaylanması ve yeniden üretimi için entelektüelliğe karşı saldırgan bir “zekâ ırkçılığı” içinde. Ülkenin kıymetli piyanistleri, mimarları, heykelcileri ve tiyatrocularıyla bu şekilde yolları ayırıp kültür endüstrisinin şöhretleriyle, şarkıcılar ve dizi oyuncularıyla fotoğraf vermek, kültürel alana ilişkin bütün söylem ve politikaların ana kaynağı ve temel amacın esasen kültür olmadığının da en açık delillerinden biri.  Tayfun Atay  Geçmişe takılıp kaldıkça geleceği göremez oluyorlar  Zaman özürlü kültür atölyesi  AKP, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde “Batılılaşma” adına ne yapıldıysa bunlardan rövanş takıntısıyla sürdürüyor kültürel iktidar arayışını. Sonuç, ‘kültürel körleşme’ oluyor.  Fatih Akın’ın geçen hafta gündeme gelen  mişin veri ve tecrübeleri doğrultusunda yaşar bu  “Türkiye’de film çeksem tutuklanırım” sözünü ta  günü. “Modern” toplum ise geçmişi yük sayar, hep  mamlayıcı şu cümlesi, AKP’nin “kültürel ikti  değişme, yenilik, ilerleme takıntısı eşliğinde gele  dar/sızlık” meselesine ışık tutucu mahiyet taşıyor:  ceğe bakar. Elbette bu “modern” takıntının da sı  “Daha önce eski elitler kasabalıları sömürüyorlar kıntıları vardır ve bundan dolayı bir bedel de öden  dı, şimdi kasabalılar iktidarı ele alınca işi intika  miştir (“postmodernizm”, bir bakıma bu bedelin fa  ma döktüler.”  turasıdır).  Yazımızı bu ifadeden esinle şekillendirelim!..  Ancak buradan çıkış, geçmişe ricat (sığınma) ve  “Kültür” ile uğraşırken AKP’nin iki zaafı var; bi bu doğrultuda kültürel içerik üretimine gitmek de  ri sosyolojik, diğeri politikideolojik mahiyette…  ğildir.  Liderinin sözleriyle, siyaseten iktidar olsa da kül  türel olarak bir türlü iktidar olmayı başaramamış bu hareket, sosyolojik olarak “zamanın ruhu”na ters bir motivasyonla kültüre yaklaşıyor ve “geçmiş”i  ‘Makine istilası’na karşısında	 ‘İstanbul’un fethi’  kılavuz alıyor. Bu, birazdan üzerinde duracağımız  Hızla somutlaştıralım: Dünya yaşamının bir dolu  ikinci zaafla da doğrudan bağlantılı.  “modern” yanlışlıkla tükeniş sürecine girdiğini an  AKP, bu ülkede hızlı sosyoekonomik değişim  latan “kıyamet” hikâyelerinin; ailenin çözülüşü, ev  sonucunda ortaya çıkan toplumsal tabloda des  liliğin tarihe karışması, bireyin yalnızlığı üzerinden  tek bulduğu kesimlerle de bağlantılı olarak; elbette kurgulanmış “anomi” dizilerinin karşısına “Payi  “distopik”, yani ümit vaat etmeyen ama gerçeklik taht Abdülhamid”, “Kut’ülAmare”, “Fatih: Bir Ci  ten beslenen bir geleceğe değil, “ro  han Fatihi” ile çıkarsanız yandaş alkışlar alırsınız.  mantiknostaljik” ama gerçek  Ama ondan öte ne kalıcı alıcı bulabilirsiniz ne de  likten uzak bir geçmişe doğru  daha önemlisi “kültürel” anlamda bugüne değen bir  işletiyor “kültür atölyesi”ni…  katma değer üretebilirsiniz.  Çağın, “günahıyla sevabıy  Teknolojinin insanı ve kültürü esir aldığı, Ne  la” asli kültürel motivasyonu  il Postman’dan hareketle adını “Teknopoli” (tek  olan geleceğe dönüklüğü de  noloji iktidarı) koyabileceğimiz korkunç bir çağ  ğil, “kırsalgeleneksel” top  da yaşıyoruz. “Terminatör”, “Matrix” gibi filmler  lum yapısında geçerli geçmi  bu trajik gerçeği kanırta kanırta fanteziye vurarak  şe dönük kültürel motivasyo  bize makinelerin dünyayı, insanlığı fethini kur  nu esas kılıyor ken  guluyor. Öte yandan teknolojik yetkin  disine.  lik, insanlığı yine kurgusal ama ay  Bilinen bir sos  nı ölçüde de “belgesel” (yani bir ger  yolojik kriter  çeklik) olarak “Mars’ın fethi”ni ko  dir: “Geleneksel” Şu ara Türkiye’de film çekmeyi düşünmeyen Fatih nuşur, tartışır, tasarlar noktaya getir  toplumlar, geç Akın, “Çekmeye kalksam tutuklanırım herhalde” dedi. miş durumda.  İstanbul’un Fethi’nin yıldönümünde, 1453 hafriyat kamyonu art arda dizilip kortej oluşturarak günün ‘tarihselkültürel’ anlam ve önemini bugünün Türkiye’sinin değerler dünyası üzerinden işaret etti. Bunların karşısına “İstanbul’un Fethi”yle ve fethin yıldönümünde, ekonomik iktidarınızın can simidi inşaat kapitalizminin sembolü hafriyat kamyonlarının 1453 tanesinin art arda dizildiği kortejle çıkmak, tatsız bir komedi olmaktan öteye gitmiyor!.. Geçmişe takıntı, geleceğe körlük AKP’nin kültürel iktidar kurma yolunda geçmişe takılıp kalmasının diğer nedeni politikideolojik demiştik. Bir siyasi modernleşme projesi olarak Kemalizm’le hesaplaşma derdinden bu da… Cumhuriyet’in kuruluş döneminde pozitivistmodernist bir itki ile “Batılılaşma” adına ne yapıldıysa şimdi bunlardan rövanş (Fatih Akın’ın tabiriyle intikam) takıntısıyla sürdürüyorlar “kültürel iktidar” arayışını. Ve bu, 1920/30’larda yapılmış olanların karşısına, o tarihsel bağlamı göz ardı ederek 2010’lar dünyasında kendilerinden yana kültürelpolitik tasarruflarla çıkmak gibi anakronik (za  manözürlü) ve çağdışı bir debelenme içine sokuyor onları. (Dikkatle bakıldığında, sözüm ona geleceğe yönelik meşhur “2023”, “2053”, “2071” hedeflerinde bile “rövanşist” bir geçmişe dönüklük içkin değil mi?!) Bağlantılı olarak, laik Cumhuriyet’in yetiştirdiği, dünyada kendini kabul ettirmiş birçok saygın, seçkin sanatçı, yazar, düşünce ve bilim insanını “Batıcı”, ülkesine milletine yabancı diye dışlayıp itiyor kakıyorlar. İktidarlarının haşmeti ile hışmının gelgitinde kalmış bir avuç popüler figürle kültürel iktidar açığını kapatmaya çabalıyorlar. Kültürel iktidar, yakın geçmişle, Cumhuriyet’le, Kemalizm’le hırs ve hınçla kavga ederek, bu yolda Osmanlı’dan malzeme devşirmeye çalışarak kurulmaz. Memleketin yakın geçmişinden nefretle daha uzak geçmişine takılıp kaldıkça geleceği göremez olursunuz. Bunun sonucu da bırakın kültürel iktidarı, koyu bir “kültürel körleşme”den başka bir şey olmaz.  C MY B   
            
    
