02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Hİlal Bebek 8 NİSAN 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar Serbest seçimli öğrenme Çağdaş insan merak eden, soru soran, bilgiye ulaşmaya çalışan insandır. İnsanın birçok yerde ve ortamda öğrenme yetisine sahip olduğunu biliyoruz. Bilim merkezleri “serbestseçimli öğrenme” ortamlarıdır. İnsanlar bu ortamlara meraklarını, entelektüel ihtiyaçlarını tatmin etmek, aynı zamanda eğlenmek için gider. Eğitim ile eğlencenin bir arada olması asıl çocuklar için yararlı. Günümüzde televizyon (belgeseller), internet (bilim siteleri) bu işlevi görmekte. Kısacası, serbestseçimli öğrenme deneyimleri bilime yönelmenin yollarından biri. Tek başına ne aile ne okul bu ihtiyacı karşılayabilir. Çağımızda artık olanaklarının sınırına ulaşmış olan resmi okul yaşamı sürekli gelişen ve değişen bilimi tek başına kuşatamaz. Bu durumda “yaşam boyu öğrenme”, “dışarıda öğrenme”, “serbestseçimli öğrenme” her yaştan insan için tek çözüm yoludur. Gelişmiş dünyada bu çözüme yardımcı olan pek çok kuruluş ve araç var: Kütüphaneler, müzeler (bilim merkezleri, hayvanat bahçeleri, botanik bahçeleri de içinde olmak üzere), çevre örgütleri, yazılı ve görsel basın, internet vb. Bilimsel bilginin artması ve insan yaşamını etkilemesi bu tür kuruluşlardan ve araçlardan yararlanmayı gerektiriyor. Başka bir deyişle, insanların “yaşam boyu öğrenci” olmaları artık bir zorunluluk. Serbestseçimli öğrenme gönüllü, ortaklaşa bir deneyim. Ortak iradelerin herkese açık bir ortamda –örneğin bir Doğa Tarihi Müzesi’ndesorularına yanıt araması söz konusu. Amaç bilgiyi yaşayarak, haz duyarak, ortak çabayla elde etmek. Bütün bunlar okulun tek başına yapabileceği işler değil (bu nedenle okulun kendisi de örneğin profesyonel bir “müze eğitimcisi”ne ihtiyaç duyar, tıpkı müzenin de duyması gibi). Serbestseçimli öğrenme kavramı; genellikle okulun dışında gerçekleşen ve tipik olarak müzeler, bilim merkezleri ve diğer toplum örgütleri tarafından kolaylaştırılan öğ Dışarıda Öğrenme Enstitüsü renme olarak ta (kuruluş 2001), Warwick, İngiltere. nımlanır. “Formel” öğrenme okuldaki öğrenmeyi, “informel” öğrenme de okul dışında gerçekleşen öğrenmeyi anlatır. İşte, “informel” terimi günümüzde yerini “serbestseçimli” terimine bırakmıştır. Müze ve çevre eğitimcileri 1970’lerde kendi eğitim çalışmalarını okul eğitiminden ayırmak için yeni bir terim arayışı içindeydiler. 1970’lerden itibaren informel eğitim, informel öğrenme terimleri bu çevrelerde benimsendi. Günümüzde serbestseçimli demek daha geçerli (seçimin serbest olması okulun işine gelmez). Okulda ve okul dışı ortamlarda yapılan eğitimlerin birbirinden farklı olacağı açıktır. Yanlış anlaşılmasın, serbest öğrenme başıbozuk öğrenme değildir. Bir de “serbestseçimli çevresel öğrenme” kavramı var. Çevresel öğrenme okulda değil daha çok okul dışında ve serbest deneyimlerle gerçekleşir. “Dışarıda öğrenme” dış ortamlarda düzenlenen amaçlı, planlı bir deneyimdir. Doğal dünyayı keşif ve deneyim yoluyla öğrenmeyi içerir; bir öğretmen ya da rehber öncülüğünde yürütülür. Topluluk duygusu, takım oluşturma, deneyimleri paylaşma, birlikte öğrenme ve eğlenme esastır. (*) Bu satırların yazarı da 42 yıllık öğretim yaşamının son on beş yılını dışarıda, informel, serbestseçimli eğitim çalışmalarının kuramsal temellerini araştırmakla ve anlatmakla geçirmekten mutludur. Okul karşıtı olduğu dedikodularına inanmayın lütfen!.. (*) Meraklısı için: H. Falk (yay.), “FreeChoice Science Education. How we Learn science Outside of School”, 2001. H. Falk ve ark. (yay.), “FreeChoice Learning and the Environment”, 2009. A. Güney (yay.). “Her Yönüyle Bilim Merkezi”, 2017. 8 NİSAN 2018 SAYI: 14 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa Uygulama İLKNUR FİLİZBahadır Aktaş Yazar İlüstrasyonları CAN GÜVEn Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul El yapımı kavram putlarını kıracağımız bir yere davet Kelimelersiz bir gökyüzü istiyorum İyi ve kötü diye kelimelere zımklamasaydık hayatı kavramların yukarısında bir göğe yükselebilecektik belki. Ki o gökte etiketleri erimiş, beyazı siyahın içinde yuvalamış, her şeyi iç içe geçmiş ve hiçbir şeyi her şey olmuş bulacaktık. Kavramların olduğu düzlemde buluşalım buluşmasına. Sözler lazım. Sözler gerekli… Ve fakat sözler hileli. Kelimeler, kelimenin içindeki “o şey”i işgal etme eğilimli. Bir kelime atfettin mi bir kez varlığa, onda “o” olmayan her şeyi dışlıyorsun. Kötü dedin mi mesela bir adama, iyiliğini yadsıyorsun. Sen ak diyorsun bana. Ben siyah diyorum sana. Benim ak tanımımla senin siyahın aynı anlamda aslında. Kelimelerden haberimiz var, anlamlarımızdan yok. Aynı Türkçeyi konuşurken “insan lugatımız”dan anladığımız yok. Düşman sanıyoruz birbirimizi, benzerliğimizden haberimiz yok. Yabancı yabancı yaşıyoruz aynı anlamlar ve yalancı kelimeler ortasında. Mavi demeyin istiyorum mesela bana. Pembeliğime haksızlık oluyor. Sonra, benim kafamda ölen babamın gözlerinin solgun mavisi, sizin kafanızdaki yeşeren baharın gök tazesi. Ben ne bileyim sizin dünyanızdaki mavileri. Ölüler geliyor benim aklıma, sizin ruhunuzda diriler varken oysa. İnsan, o kadar benzer ki… Öyle ya herkes birbirinin kelimelerine düşman. Herkes birbirinin etiketleriyle kavgalı ya da onlara sevdalı. Ben senin dinine düşmanım mesela, sen benim dinsizliğime. Benim öykümde bacaklarıma cetvelle vuran yaşlı bir amca, din. Senin öykünde tespihine hor bakan gözler, dinsizlik. Halbuki ikimiz de hunharca süzen, nefretle ba kan gözlere düşmanız. Birbirimize taş atarken aynı yerden kanamaktayız. Yaradaşken, “dindaş”ken, “dinsiz”daşken yaralayanlardanız. Kelimeler lazım dostum, kelimeler!.. “Seni seviyorum”ların anlamı çoğunlukla aynı mesela. Seni anlamak istiyorum… Seni duymak istiyorum… Seni dinlemek istiyorum… Bazı kelimelerin ruhlarımızda ve öykülerimizdeki anlamı aynı insan soyundan… Bolca kullanalım onları içimizden ve de dışımızdan. Fakat o el yapımı kavram putlarını… İyiyi, kötüyü, ötekini, berikini, dinciyi, dinsizi, kirliyi, temizi… O putları kıracağımız bir yere davet ediyorum sizi. Kelimelerin üzerindeki bir göğe. Çoğumuzun kardeş, çoğumuzun yoldaş, çoğumuzun “yaradaş” olduğu yere. Orada uzlaşabileceğimiz benzer parçalarımız var. Bâtılın içinde bir hak, düşmanın içinde bir dost, karşıtın içinde bir aynılık var. İnsan ne kadar farklı olabilir ki zaten? Doğumu, ölümü, yükü… Korkusu, kaybı, kavuşması… İnsan, o kadar benzer ki… Binlerce kılıkta çıkabilir karşına yuvandan, kimliğinden, aidiyetlerinden olma korkun. Kimisi Ermeniliğine laf eder, kimisi Türklüğünü aşağılar, kimisi Kürtlüğüne söver. Kavramlar, özümüzü perdeler. Köklerimizle kulaklarımız arasına bir paravan örer. Sen de yok olmaktan korkuyorsundur ben de; fakat adımıza yabancı derler. Kardeşken ve yaradaşken hem de. Şimdi hiçbir kavramı sahiplenmeyeceğimiz bir göğe davet ediyorum sizi! Orada asıllar var kılıflar yok. Anlamlar var kelimeler yok. Orada her şey var hiçbir şey yok. Sağcı yok, solcu yok, dindar yok, dinsiz yok, iyi yok, kötü yok. Orada çıplaklık var. Duygular var. Benzerlikler var. Önce bir sessizlikte anlaşalım. Sonra belki kelimeleri çağırırız yine... Çünkü burada teklik var, çokluk yok. İnsan var, kavramlar yok. Kendi tarlanı sula Dostum. Affedemem deme. Düşmana öfken, onda kendinden bir parça bulduğunda diner. Yetmedi ızdırabım deme. Kendine öfken, suçunda bir hak, sinende bir ah duyduğunda uçar. Kısınca şu fondaki dramatik şarkıyı... Zalim de kaybolur, kurban da kalmaz ortada. Zalime hıncın, kendinde bir zulüm, Kurbana inancın, dibinde bir öç bulduğunda biter. Öykünme zaferlere. Galibiyetle gelmez asrı saadet. Sanarsın ki hep intikamdan, rövanştan, tutan ahlardan sonra bulur seni saadet. Sen bir gece dua et, Ferahlık dile katiline. Ki hemen duana bulursun cevap; “Katil de yok aslında maktul de.” Hayır. Ne kurtarıcı bir “baba” Ne öldürücü bir “ana” di ye bi şey yok Olduran da, öldüren de senin zihninde.. Ye ter, başkasının tarlasından domates dilenip “doyduğun”. Yeter, onca emekle beş gün aç kalıp, bir gün “mutlu olduğun”. Sen kendi çorak tarlanı sula. Küçük deme, verimsiz deme, bekleyemem deme. Yabani otlar var, ümidim yok deme. Öteki sayesinde “olma”yı ya da doymayı... Bırak hepsini usulca yere.. Haydi, Güneşin bağrında iftarı bekleyen işçiler gibi Kendi küçük tarlanı sula, Başla ekip biçmeye... [email protected]; www.hilalbebek.com.tr Yurttan Sesler Bursa’da epilepsi hastası S.Ç. bir ganyan bayisinde nöbet geçirerek bayıldı. O esnada bayide bulunan H.İ.K., yardım bahanesiyle S.Ç.’ye yaklaştı. S.Ç.’nin cebindeki 260 lirayı alıp ağzına atan H.İ.K. daha sonra ayağa kalkarak bayiden uzaklaştı. Hırsız, daha sonra yakalandı. Adam hakikaten kötülükte zirve yapmış, adeta kitabını yazmış. Bu satırları yazarken dahi gözümün önüne herkesin içinde yardım ediyor ayağıyla, 260 lirayı ağzına atması geliyor, gülmekten alamıyorum kendimi! Yememiştir herhalde, inşallah yani, yok artık daha neler gibi sorular ve tarifsiz duygular peşi sıra geliyor zihnime, tutamıyorum zamanı!.. İstanbul Sultanbeyli’de halı silkeleyen bir kadın düştüğü yerden itfaiye yardımıyla kurtarıldı. Türk kadını ile özdeşleşen önemli bir ritüeldir halı sil keleme. Belki de aile içi mutsuzluğun yarattığı içsel gerilimin dışa vurumu, kim bilir? İşte evlerinin önündeki kaldırımdan boşluğa düşen bu kadın da ilginç bir örnek. Neyse ki itfaiye kurtarmış ve hayati tehlikesi yokmuş, geçmiş olsun. Halının akıbeti ise henüz bilinmiyor, ancak o hırsla parçalanmış olma ihtimali hayli yüksek olsa gerek. Kilis’teki Kürtler Camisi’nin adının kısa süreliğine de olsa “Türkler Camisi” olarak değiştirildiği haberi medyaya yansıdı. Hazır 1990’lara dönmüşken, bir 10 yıl daha gideydik, “Kartkurt Camisi” diyeydik, daha iyi olmaz mıydı?! Nostalji sosuyla marine edilmiş, postmodern “Türkİslam Sentezi Camii” fena mı olurdu? Ya da “Zeyrek KiliseCamisi” örneğinde olduğu gibi, “Kilis TürkKürt Camisi”de olabilir. Bak bu da fena fikir değil! Azmi Karaveli Trabzon’un Ortahisar ilçesi Aydınlıkevler mahallesindeki Bener Cordan Ortaokulu’nda sınıfta sıkılan parfümden etkilenen bir öğretmen ve 17 öğrenci mide bulantısı ve kusma şikâyetiyle hastaneye başvurdu. Bu ne yaman çelişki anne, bir yanımız metrobüs kokuları, bir yanımız zehirlenircesine parfüm!.. Uşak Baro Başkanı ile 31 avukat, adliyedeki otopark sorununa dikkat çekmek için “korna” çalarak Uşak Cumhuriyet Başsavcısını protesto ettikleri gerekçesiyle 10 yıl hapis istemiyle yargılandıkları davada neyse ki beraat ettiler. Hukukun geldiği noktayı özetleyen bu haftaki konumuz da bu olsun. Durumu Oğuz Aral’ın Korna Kamil’inin ünlü “Ebüüüüüüveee”siyle selamlamak istiyorum! Yakışır yaşadıklarımıza, Ebüüüüveee... Ünsal Hoca aramızda... Mizah, baskının hüküm sürdüğü bütün toplumlarda, sıradan insanın zihinsel sığınağıdır. Halk mizahı, tarih boyunca sıradan insanın toplumsal realite karşısında kendi benliğini savunmasına yaramıştır. “Gün ışığı altındaki” hayatını yaşarken baskıcı düzenin kurallarına, değerlerine, kurumlarına, ciddiyetine inanır gözüken sıradan insan, kendi kültürel katakompu [derin dehlizler içindeki tapınağı] olan halk mizahına çekildiğinde, gün ışığı altındaki toplumsal hayatının onda açtığı yaraları sağaltmaya çalışır. “Zorbanın hükümran olduğu” gün ışığı altındaki hayatında yaşadığı örselenmişliklerini sağaltmak için Nasreddin Hoca öykülerinde, Karagöz oyunlarında, ortaoyununda ya da masallarda olduğu gibi, gün ışığı altındaki hayatın değerlerini, kurallarını altüst ederek, doğrunun doğru değil, yanlış; gün ışığı altındaki hayatının yanlışlarının da yanlış değil, doğru olduğunu kendi kuytusunda ikrar etmeye çalışır, unutmamaya çalışır. (Ünsal Oskay, “Tek Kişilik Haçlı Seferleri”, İnkılap Kitabevi, 2000, s. 346) C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle