Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 2 15 Nİsan 2018, PAZAR Her şey Mİrgün Cabas Bu hafta yazımı Teoman’a ‘yazdırdım’: Aklıma geleni söyleyemezsem neden ünlüyüm? “İnsan ilişkilerinde başarılı değilim. Çünkü insan ilişkisi orta yol bulmak demek. Çocukluğumdan beri hiçbir orta nokta bulam ben. Baktık bulamıyoruz, küserim. O yüzden grup adamı değilim. İstiyorum ki benim istediğim gibi yapılsın her şey. Hatta arkadaşlarıma söylediğim bir şey var ve tekrarladığım bir şey; ufacık bir isteğim var, her şey benim istediğim gibi olsun...” “Birkaç sene sonra R. ile bir barda karşılaşıp havadan sudan konuşuyoruz. Bana dönüp “İyi ki meşhur oldun” diyor. “Artık çok daha makul birisin.” “Evet ama” diyorum, “insanlara ilgimi filan kaybettim.” Gülüyor, “Hiçbir zaman yoktu ki” diyor... “Sahnedeki Teoman diye bir şey yok. O da benim, onu da ben yarattım. Gerçekle rolün karıştırması gibi değil. Evrimle gelinmiş bir yerdeyim. Hep bugüne hazırlandım. Günbegün ne yapacağı mı nerede duracağımı planladım. Ondan gündelik hayattaki Teoman’la sahnedeki Teoman diye bir ayrım yok.” “Canım çok sıkılıyor, patlıycam! Müzik, hayatım, konserler, hiçbir şey doyurmuyor beni. Yıllardır herkesten geri olduğum şu bilgisayar işini sökeyim bari. Bir laptop alıp bir bilgisayar hocası tutuyorum. Eve geliyor, bilgisizliğime şaşırıyor. (...) Bilgisayar işine girişmişken, bir de on parmak daktilo dersine başlıyorum, ona da hoca tutuyorum. Yine azıtıyorum ve bir hoca da hızlı okuma için tutuyorum. Evde ders alıp dakikada 800 kelime okumaya başlıyorum. O bitmeden yeni dersim başlıyor: photoshop. (...) Fotoğraf çalışıyorum kitaplardan, baskılar vs. Ses kayıt teknolojisine de mini adımlar atıyorum, hayatım kurs oluyor. İnternetten DVD’ler getirtiyorum seyrediyorum, felsefe tarihi, bilmem ne tarihi...” “Başkaları kendilerini o kadar iyi kolluyor ki... Benim her şeyim gözüküyor. Onun için de medya veya paparazzi tayfası için kolay hedefim. Böyle televizyonlara filan çıkmaya utanıyorum ama yapacak bir şey yok. Eskiden gülüp geçiyordum, şimdi görmezden geliyorum. Kendimle ilgili çıkan haberler basın dosyası olarak bana geliyor, neredeyse yıllardır bakmıyorum.” “A.A ile tanışıyoruz. Ondan telefon numarasının ilk hanesini istiyorum. Her karşılaştığımızda telefon numarasının bir hanesini alıp, tamamladığımda onu arayacağımı söylüyorum. Hoşuna gidiyor A.A’nın, “sıfır” diyor. Aylar sonra en son haneyi de alacak kadar karşılaştıktan sonra onu arıyorum. A.A.’ya bayılıyorum. Bu iş uzayacak, anlaşılıyor.” “Annem Balans ve Manevra’yı seyretti. ‘Oh oh çok güzel, kendine yeni bir meşgale bulmuşsun oğlum’ dedi. Ben o zamana kadar bunun meşgale olduğunu bilmiyordum, daha büyük bir şey sanmıştım. Annem beni benden daha iyi tanıdığı için doğruyu söylüyor. Meğerse bunların hepsi küçük birer meşgaleymiş.” “Yaşlanmaktan değil sıkılmaktan korkuyorum. Gençken kendini var etmek gibi bir amacın oluyor. Kendi hesabıma, sıradan biri olmama hayallerindeydim ve yaptığım işe bak... Daha klişe bir meslek yok. 13 yaşımdan beri her anımı rock yıldızı olma hayalleriyle geçirdim. Rock yıldızlarını Yunan tanrıları gibi görürdüm. İleride hemen her şeyin büyüsü gitmiş olacak...” “Hayalimde tekrar çalışkan olmuşum, uzun süreler boyunca çalışıyorum, çok konsantreyim işime. (...) Hayalimde saatlerce söz yazıp bir süre sonra kendimi fersah fersah aşıyorum. Kafamda albümün soundunu düşünüyorum. Hatta bazen laptop’a notlar alıyorum; şöyle şöyle yaparım yazıyorum, müzisyenleri seçiyorum kafamda, kapak tasarımı bile yapıyorum vs. Sonra en iyisinin böyle projeleri ileride yapmak olduğuna karar veriyorum. Önümde çok uzun yıllar var zaten. Hayatta da azıcık planım var, şimdiden hepsini harcamayayım diyorum.” (Teoman,“Fasa Fiso”, Hep Kitap, 2018) Fasa Fiso dört dörtlük Bu hafta yazımı Teoman’a “yazdırdım”. Alıntılar bu hafta çıkan kitabından. Hayat hikâyesini anlatıyor. Anılar, anılara açılmış parantezler, eski röportajlarından alıntılar, şarkı sözleri ve fotoğraflar... Kitabın adını Fasa Fiso koymuş. Önemsiz şeyler anlatıyorum havasında. Öyle değil oysa. Dört dörtlük bir hayat hikâyesi. Ne olacağını bilmediği zamanlarda bile herkesten farklı olmak istediğini bilen bir çocuk. Rock yıldızı olma hayali kuran bir ergen. El bebek gül bebek, robdöşambrla büyütülmüş ama tüm parasını püsküllü deri ceketlere gömüp şezlonglarda sabahlayan bir genç adam. İstanbul’da parasızlık, serserilik ve sefalet, Bodrum’da parasızlık, serserilik ve sefalet... New York’ta, Londra’da parasızlık, serserilik ve sefalet... Sürüne sürüne büyümüş, en parasız zamanlarında bile “bir şıklık” peşinde koşmuş bir müşkülpesent. Serseri kılığında bir janti. Ben onu tanıdığımda, kitapta uzun uzun anlattığı kavgacı sokak çocuğu dönemi bitmişti. Peşinde paparazzi ordusuyla gezen bir ‘rock star’dı. Sonra tatminsizlikten kıvranan, sıkıntıdan patlayan birine dönüştü. Müziği bıraktı, yapacak daha anlamlı bir şey aradı. Bulamadı, müziğe geri döndü... Kendisi dahil herkes onun gel gitleriyle dalga geçti. Yine güzel albümler yaptı. Cihangir’de yaşıyor, güzel kızlarla ve arkadaşlarıyla görüşüyor, projelerini idareli harcamaya devam ediyor, hala hayatına anlam katacak bir şey arıyor, her şeyi ince ince düşündüğü, küçük günlük planlar yapıyor. Bir partiye en havalı şekilde nasıl girileceğini çok iyi biliyor, o partiden en havalı şekilde ayrılmanın yollarını ise yeni yeni öğreniyor. Ahmet Tulgar Başkanları hep eğreti, sembolik açıdan değersiz oldu; biri hariç! Teşhis Beşiktaş’ınYeten’i ve yetmeyenleri Hakkı Yeten namı diğer “Baba Hak Türkiye’ye özgü bir sol, halk çocuğu satın alınabildiği bir futbol ortamında Beşiktaş kı” hukukçu bir futbolcuydu. Beşiktaş’ın efsanevi forveti, takımın kaptanı ola Hakkı Yeten (19101989) maşizmi ve Beşiktaş Çarşısı’nın stilize ve modernize Ahiliği’nin serpintileriy paranın yanında, hatta parayı oyuna elden geldiğince az sokarak elde edilen başka değerlerin rak sahada kendi özerk hukukunu kur le oluşmuş bu çekirdek, bu nüve, tacir ve de olduğu, olması gerektiği iddiasındadır. Elbet muştu. Kırmızı kart gören takım arkada muktedir başkanlar ve kulüp elitleri tara te taraftar düzeyinde. İçeride, kapalı kapılar ar şı oyundan çıkıp çıkmayacağını ona so fından içi boşaltıldıkça, sıkıştırıldıkça bir dında tabii ki işler hiç de böyle yürümemektedir. rardı. Ama onun hukukçuluğu kaptanlı vakum oluşturuyor ve kendi enerjisiyle Beşiktaş tribünü parayı küçümseyerek delikan ğından ya da kişiliğinden kaynaklanan her defasında yeniden patlıyor. lılığını ve halkçılığını parlatırken, ‘üç büyükler bir şey değildi ve saha ile sınırlanmıyor Beşiktaş’ın halkçılığı, “arabacı”lığı içindeki üçüncülüğünü’ de onurlandırır.” du. O futbolcuyken bir yandan da hukuk okumuş, avukat olmuştu. 196068 yılla bitmeyen, bitirilemeyen bir şey... Beşiktaş Beşiktaş’ta bu yakışıksızlık Kartal’ı, rı arasında da üç kez Beşiktaş kulübünün hukukçu başkanı olacaktı. Müteahhitler, yedek parçacılar, mafya babalarının başkan kisvesiyle cirit attığı, bin bir hukuksuzlukla başkanlık koltuğuna oturduğu günümüz futbol dünyasından bakıldığında ne şık, ne zarif, ne anlaşılmaz: Hukukçu Başkan. Hukuki Başkan. Hakiki Başkan. Hakkı Başkan!.. Bugün parlamentoda da, siyasi partilerin yönetim katlarında da aynı öyle müteahhitler, sanayiciler, tacirlerden geçilmiyor; ülke yönetimi paranın “aksiyom”una endekslenmiş durumda. En fazla maaşıyla geçinmiş bir devletçi bürokrat arada bir parlıyor, sonra o da bürokrasinin rehavetiyle, güvenliğin kuytusunda kendini sağlama alıp resmi ideolojinin sağlamasını yapıyor. Ve tam ldmBdşyğtvnçnöldrbaüeaeoiaaaeleaaıenkançDykşnrntsytaşbseüllddadkırıeiaiilkbcmadkik,eağiamnsraşdyue.bsntdeviaukamiuat,earlişeyyahşaıkkrkşcgtğtd’raünaaioııaaı,tiaızrkaşlğbzlarhfkzfmıamndıddöıbğtalıaşrbaâimaerebaayııspsalrkkkyntk,aanüitilllşıusouşarşas,iağkçna,ıktlkrorrrksızüeyaıüsafıkalınnusntnnlabnpbentöökelı,eııüktniülnrszzoroınoatbılakldüiytsloeıneölnnkinaiiusidşemişosatnetiyuimillodgemmkauoleausoekianllyldybedjsküıeiolsuslöş,eabdeöhaiğrim,üelnnzkku.aaraiıütedşknaliMdlgpdedeimbYimemöına,aeı,lnkladeşsdeukeridımldalrdüauenıleblkBlrdmreeeluSöeiueearsnFCmynreişiimDürnuniitindrgkkdceakmadeutedteaarnakkyçhamebşetoaı,öuvibern.mşğitraibzllmaabiaerzBOeşaaaciiöratbçflşııikzierslriarklzntıiımşmgeaaçkkon“.ınailkalaaıldme’,narianner,ukuıınncşiyaı,umlt”sıemdobttOkstKsğtakaiıaianeuır.hzasrşB,dadnnbamFua“kıboitiuztrnaömyyyrualaeılkazaüaaynuşldayt!acükkikkadğiTtrüaGbrııozilaıuşneülğezonüı’neeakamreırntıladrmnkeitrabçu?syköieiaşçrifilnaamtnhnıreıdiiknmoenbyiiedüknoasıdalmaodanşeıienlnamraüldlzaaaacbmdBnuiFaerdcıdsüaüğıtieakaaudt”lkeruşhügkehenilrilatnedaekılet da o arada bir başka partinin genç hukukçu başkanı nasıl da ışıldıyor, umut olu Serdar Bilgili Yıldırm Demirören Fikret Orman paranın aksiyomuna eklemlemek oluyor. Bu yakışıksızlık hali (kulübün taraftarı tartışmasız (!) “park”a çevirivermişti. Tabii arada sponsor şirketinden olur almayı da unutma yor. Siz anladınız onu!.. Baba Hakkı da öyle ışıldıyor hâlâ fut bol tarihi sayfalarından işte. Bir de soyadına bakın: Yeten. yor, başkan yakıştırılmıyor, kendine başkan yakıştıramıyor. Sanki bir Baba Hakkı yakışmış, yakışıyor. olarak değil, özellikle belirteyim, başkan olarak) kulübe, takıma yakışmama durumu özellikle bazı başkanlarda, bazı dönemlerde iyice bariz oluyor. Mesela Serdar Bilgili, mesela mıştı!.. Geçen hafta da medyaya Katarlı iş adamlarıy la bir toplantı fotoğrafı yansıdı. Yine sponsorluk peşinde koştuğu açıklanıyor ama Beşiktaş’ın Sahiden de Beşiktaş’a yetendi o, yetmişti. Beşiktaş’a bu yeter, bu kadarı yeterdi. Yetmeli. Halkçılık ve ‘Arabacılık’ Yıldırım Demirören, mesela şimdi de Fikret Orman dönemlerinde. hisselerini Katarlılara satma çabası içinde olduğu iddiaları da Beşiktaş taraftarlarını ve hisse Hakkı Yeten!.. Beşiktaş, düz olarak bir spor kulübü, bir fut bol takımı, hatta maalesef artık bir şirket ama Kimilerinin “Ama Süleyman Seba da...” dediğini biliyorum. Tartışmalı. Derin mesele. De Serdar Bilgili’nin başkanlık döneminde bu durumu Milliyet gazetesi Popüler Kültür ekinde yayımlanan bir yazımda (“Başkanla Beşiktaş’ın darlarını hayli rahatsız etmiş durumda. Dedim ya, Beşiktaş’ta başkan hep eğretidir, hep yakışıksızdır. Sembolik bir değeri olmaz. Kulla Beşiktaş imgesi, Beşiktaşlı aidiyeti, Beşiktaşlı rin. Kendisi de sohbetlerinde, söyleşilerinde, ko Onulmaz Çelişkisi”, Haziran 2004) teşhis etmiş nım değeri vardır. İktidarlar tarafından o da... lık ideolojisi bunun çok ötesinde, çok karmaşık, nuşurken kendini pek ifade edemezdi, etmezdi, tim. Şöyle diyordum: “Paranın özellikle de son Bir Baba Hakkı sembol olmuş işte, Beşiktaş çok katmanlı. pek de konuşmazdı zaten. Belki meslekten. Bel 20 yılda toplumsal yaşamın ana aksiyomu oldu aidiyetine yeten bir odur: Hakkı Yeten. Bu yüzden de ona bir türlü başkan yakışmı ki de böylesi daha iyi oldu. ğu bir ülkede, dolayısıyla da parayla başarının ahtulgar@gmail.com C MY B